Paylaş
İnsanlık tarihi boyunca yaşanan bütün savaşların analizlerinde de görüleceği üzere rekabette üstünlük sağlayabilecek en mühim konu silah çeşitliliği veya yüklü stoklarının olması değil. Farkı yaşatan bambaşka bir güç. Peki nedir bu gizli silah.
Atatürk’ün kelimelerinden anlamaya çalışalım...
Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu.
Bu sahne en az 7 bin senelik bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.
BİZİ FARKLI KILAN
Atamız aslında içinde ırkçılık barındırmayan bir Türk tanımı üzerinden bizi bizlere anlatmış. Ne de güzel söylemiş Türk’ün yıldırım, kasırga, dünyayı aydınlatan güneş olduğunu. Bizi farklı kılan da işte tam olarak budur. 7 bin yıllık tarihi bir gen aktarımımız mevcut. Bütün aydınların da tarif ettiği gibi kendinin kim olduğunu bilen toplumlar yükselen birer yıldızdırlar. Sıkıntı çektiğimiz nokta hep aynı oluyor, o da tarihimizi yeterince bilmiyor olmamız. Bu nedenle de aleyhimize yapılan tüm karalama kampanyaları hep kabın kırık noktasından sızdırılıyor.
Asıl güç biziz. Bunu bizler anlamakta zorlansak da tarihte ihtilaflı olduklarımız bunu hiç unutmamıştır.
BAKIN AVUSTURYALI KOMUTAN NE DİYOR
Hatta ana felsefe ve ideolojilerini anlattıkları cümlelerine de yansıtmışlardır:
“Türkler ölmeyi biliyorlar, hem de iyi biliyorlar. Ben de ölmeyi bilen bir milletin yenilmeyeceğini bilecek kadar tecrübeliyim. Burada hiç yoktan ordular kurmak ve bu orduları ölüme sürüklemek mümkün. Bu imkânlardan bol bol faydalanıyorum. Fakat, meydana getirdiğim orduları sendeleten bir engel var: Türklerin yaşayan hatıraları! Üç-dört yüzyıl önce her kudreti ve her milleti yenen Türkler, şimdi de silinmez hatıralarıyla her teşebbüsü sendeletiyorlar. Hemen her yürekte bu korkuyu seziyorum. Demek ki yalnız Türkleri değil, onların tarihini de yenmek lazım. Bu durumda ben, Türklerin düzinelerle milleti idare etmelerindeki sırrı da anlıyorum. Onlar milletleri bir kere yeniyor fakat kazandıkları zaferleri ruhlara ve nesillere nakşedebiliyorlar.” Avusturyalı Komutan M. Montecuccoli.
EN BÜYÜK ERDEMİMİZ
Aslında bizim bildiğimiz şey, ölmekten ziyade, neyin uğruna mücadele etmemiz gerektiği. Sanırım en büyük erdemimiz de haklı bir nedene dayanan mevzularda savaşıp, Cumhuriyet’imiz kurulduğundan bugüne kadar mücbir nedenlere dayanmayan savaşlarınsa herhangi bir parçası olmayışımızdır. Bunu da herkes biliyor.
T.C. Milli Savunma Bakanlığı Twitter hesabından 30 Ağustos mesajında bunu şöyle duyuruyor: “Vatanıma göz dikip kılıç çekilmedikçe, kılıç çekmeyen Türk askeriyiz. Bırakın kışlayı cephede bile küfre düşmemiş Türk askeriyiz.”
ZEYTİN DALI’NDA BİR AFRİNLİ: KORKMAYIN ONLAR TÜRK ASKERİ...
Biz kendimizi böyle açıklıyoruz da peki çevremizde ve diğer coğrafyalarda böyle algılanıyor muyuz? Afrin’de yapılan Zeytin Dalı Harekâtı’ndan bir kesit aktarmak istiyorum. Askerlerimiz köy köy PKK ve uzantılarını temizliyor. PKK’lıların kendilerini siper yapmaması için bölge halkı yaşlı kadınları, genç kızları ve çocukları bir evde saklıyor. Askerlerimiz köydeki teröristleri temizledikten sonra ev ev arama yapmaya başlıyorlar. Sonunda toplu olarak saklanılan eve giriyorlar. Karanlıkta saklanan kişiler kapı açılıp kamuflaj kıyafetler içinde silahlı kişileri görünce bir anda çığlık atmaya başlıyorlar. Aralarında bulunan yaşlı bir kadın, askerimizin kolundaki Türk bayrağını fark edince evdekilere yüksek sesle bağırıyor. “Korkmayın gelenler Türk askeri. Onlar Peygamber’in askerleri, canınız da malınız da namusunuz da güvende.”
Bunu bir videoda seyrettim ama onurla taşıdığım o üniforma sayesinde bu tür söylemleri bütün coğrafyalarda gördüm.
ULUSLARARASI GÖREVDE DE BAYRAĞIMIZ KORUYUCU GÜÇ
BARIŞI sağlamak için gidilen bütün uluslararası misyon görevlerinde saldırıya uğramayan tek birlik Türk kışlaları. Sebebi çok açık. Gizli bir ajanda ile o bölgeye gelmemiş nadir ülkelerden biri Türkiye. Tarihi bilen, Türk askerinin de yüreğini bilir. Afganistan’da Türk komuta heyeti, saldırıdan korunmak için Türk bayrağı takan diğer birlikleri bu nedenle uyarmak zorunda kalmıştır. “Lütfen kendi ülke bayraklarınızla göreve gidin” demiştir. Türk bayrağı çelik yelekten de zırhlı araçtan da daha koruyucu bir güç olmuştur.
ASKERİ DOKTRİN YETENEĞİ
Başka bir güç de sanırım doktrin oluşturma konusundaki askeri deneyimlerdir. Bunu başarmak için de iyi eğitimli ve tecrübeye sahip askerlere ihtiyaç var. Yani işin özü liyakat. Sanırım bu konuda oldukça şanslıyız. FETÖ ve kumpas davalarında oluşan personel boşluğunu üstün bir gayret ve azimle çalışarak kapatıyorlar. Bu çalışmanın başında da Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler var. Geleceği gören ve ona hazırlık yapmak adına risk alabilen iyi bir liderdir. Onun önderliğinde ordunun asimetrik savaşa dönüşümü ve yeni doktrinlerin geliştirilmesi için gereken ortam hazırlanmıştır. Türk savunma şirketleri ile TSK öğrenme süreçlerini birlikte sürdürmektedir. Yabancı uzmanların kışlalardaki yerini artık Türk savunma şirketlerinin mühendis ve teknisyenleri almıştır. Bozulan bir ürünü 24 saat içinde değiştirme taahhütleri bulunan bu şirketler ve personelleri insan üstü bir performans ile çatışma ortamlarında sahaya yetişmişlerdir. Bu ortam, Türkiye’yi askeri doktrin yapma yeteneğine ulaştırmıştır.
ARTIK OYUN KURUCUYUZ
“Türkiye silahlı insansız hava aracını ilk geliştiren ülke olmamasına rağmen bu teknolojik atılımı yerli ve milli savunma sanayisi ile niteliksel ve niceliksel olarak bir kuvvet çarpanına dönüştürmüş, bununla da kalmamış bu alanda dünya savaş literatürüne ‘sürü SİHA taarruzları’ konseptini İHA/SİHA’ların tüm potansiyelini göstererek eklemiştir.” (Brownsword, 2020)
Bunu ben söylesem yıllarını TSK’da geçirmiş bir asker olduğumdan abartıyorsunuz diyen çıkacaktır. Ancak Batı’nın her söylediğini doğru kabul edenler yabancıların bu ifadelerini duyunca sanırım artık susarlar. Bundan sonra Türk devleti askeri doktrinlerin sonuçlarını almaya başlayacaktır. Eğer üstün bir teknolojiye sahipken bunu doğru kullanabiliyorsak oyun kurucu olabiliriz. Bu oyun kurma yeteneğini ilgi alanlarımızla etki alanlarımızı eşitlemek için kullanacak ve ekonomik çıkar alanları oluşturacağız. Zaten kavga da bu nedenle çıkıyor. Etki alanınız genişledikçe dışarı ittiğiniz çıkar odakları zayıflıyor.
ATATÜRK’ÜN SÖZÜNÜ YAŞATIYORLAR
Kurulduğu günden beri dışarıdan ve içeriden zarar verilmeye çalışılmasına rağmen ‘Yeni Türkiye Yüzyılı’na gelmişsek bunu işini doğru yapan insanlara borçluyuz. Öncelikle geçmişte çekilen büyük yokluklara rağmen görevlerini en iyi şekilde yapan güvenlik güçleri mensuplarını teşekkürle anıyorum. Onlar sancağı bir çizik dahi oluşturmadan bir sonraki silah arkadaşlarına teslim ettiler.
Silah arkadaşlarımız 2016 tarihinden beri Türk savunma sanayisinin de gücünü arkalarına alarak yeni konseptle bir mücadeleye başladılar. Onların bu mücadelesine sahada birçok yerde şahitlik etme şerefine eriştim. Size şu konuda şahitlik ederim ki Atatürk’ün “Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin en büyük payı senindir” sözü sahada capcanlı yaşatılıyor. Ayrıca kesintisiz 7’nci yılına giren sınır ötesi operasyonlarında mücadele eden askerlerimiz ve onların hayatlarının büyük kısmında yer almayan aileleri ve sevenleri de bu büyük misyonun kahramanlarıdır.
FEDAKÂRLIĞIN RESMİDİR
Daha önceki bir köşe yazımdan küçük bir alıntı ile bütün silah arkadaşlarımızın, gazilerimizin önünde saygı ile eğiliyor ve şehitlerimize minnetlerimi sunmak istiyorum: “Göreve giderken sırtımıza aldığımız 35 kiloluk sırt çantasının omzumuzdaki tek yük olduğunu sananlara... Mehmedim o sırt çantasını yüklendiğinde bilir ki görev başarılmadan geriye dönmek yoktur. O sırt çantasının üzerinde asıl olan sorumluluklar, görev aşkı, silah arkadaşlığı, vatan ve millet sevgisi ve imandır. Sırtına 85 milyonu alır, hafifçe öne doğru eğilir, küçük adımlarla ileri doğru yürümeye başlar. Geriye dönüp bir kez bile bakmaz. Bu fotoğraf karesi fedakârlığın resmidir.”
Paylaş