ERCAN Petekkaya... Katma değeri yüksek ürünler üretmek adına yoğun bir mesai harcayan bir veteriner hekim. Birçok ürünün bu topraklarda da üretilebileceğini, hayata geçebileceğini göstermeyi kendine misyon edinmiş bir iş insanı. “İnsanlara umut vermezseniz, kendi umudunu kendisi yaratır” sözünden hareketle ilkelere imza atan Farmavet’in kurucusu Dr. Ercan Petekkaya ile hem kariyer yolculuğunu, yaptığı çalışmaları ve yarınlara dair hedeflerini konuştuk. Dünyaya 1959’da Elazığ’da ‘merhaba’ diyen Ercan Petekkaya, memur bir babanın oğlu olarak ilk, orta ve lise eğitimini bu kentte tamamlar. Ercan Petekkaya, şöyle devam etti:
BEN DE SİZLE OYNAMIYORUM
“Babam eğitim konusuna çok önem veren birisiydi. Lisenin ardından da Fırat Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ni kazandım. Başarılı bir öğrencilik hayatının ardından da 1983’te okuldan ikinci olarak mezun oldum. Hedefim okulda kalıp, bilimsel çalışmalara imza atıp, akademisyenlik yapmaktı. Ama dönemin siyasi durumları nedeniyle diplomamın arkasın ‘sakıncalı’ yazıldı ve akademisyenlik hayalim böylece son buldu. ‘Ben de sizle oynamıyorum’ dedim ve emeklilik sonrası İstanbul’a taşınan ailemin yanına gitme kararı aldım. Mezun olduğum yıl Gebze’de Pethask A.Ş.’yi kurdum ve klinik açtım.”
ALTI AYDA GENEL MÜDÜR OLDU
ZEYNEP Aksakal... Hayallerinin peşinden giden ve bunu hayata geçirmek adına da yoğun bir mesai harcayan genç bir şef. Fransız pastanesi konesptine özgün dokunuşlarıyla farkındalık yaratan bir girişimci. Lavinya Patisserie & Bakery’nin kurucusu Zeynep Aksakal ile hem kariyer yolculuğunu, hem markanın kuruluş serüvenini, hem de gelecekle ilgili planlarını konuştuk. 1992 İzmir doğumlu Zeynep Aksakal, mutfak kültürü zengin bir aile ortamında büyüdüğünü paylaşarak, o süreci şöyle anlattı:
MUTFAK MERAKI AİLEDEN
“Annem, anneannem ve babaannem çok güzel yemekler yapardı. Böyle bir ortamla birlikte benim de mutfak merakım çok küçük yaşlarda başladı. Tabureyi ocağın başına çekip, hep onları izlerdim. Gözlem yapmayı çok severdim. El lezzeti çok iyi olan bir ailenin üçüncü kuşak temsilcisi olarak bana da yaş aldıkça bir şeyler yaptırıyorlardı. Hatta evde yalnız olduğumda annemden habersiz mutfağa girip ona sürprizler yapardım.”
6 YILLIK PROFESYONEL HAYAT
Üniversite sınavlarına hazırlandığı dönemde de Zeynep Aksakal, sınav stresini azaltmak için çözümü yine mutfakta bulur. Mutfağa girip özgün tarifler denediğini söyleyen Zeynep Aksakal, “O dönem gastronomi bu kadar popüler değildi. Bununla ilgili bir üniversite eğitimi olduğunu çok da bilmiyordum. Ama dayımın yönlendirmesiyle birlikte de çocukluğumdan beri en büyük merakım olan mutfak konusunda eğitim almanın daha doğru olacağını düşündüm. Bu hedefle de İzmir Ekonomi Üniversitesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Bölümü’nü kazandım. Birinci sınıfta bir otelde staj yaparak sektöre ilk adımımı attım. Tabii o alanın bana çok da uygun olmadığını gördüm. Daha sonra ise Anadolu’nun yemek geleneklerini modern dokunuşlarla tabaklara taşıyan ve bu yıl Michelin Yıldızı alan bir restoranda staj yaptım. Buradan da güzel deneyimlerle ayrıldım. Daha sonra ise bir pastanede yarı zamanlı işe girdim. Mezun olduktan sonra da burada yaklaşık 2 yıl çalışıp, bu kez şeker hamurlu ve tasarım pastalar yapan ablamla bir yolculuğum oldu. Orasının da bana çok uygun olmadığına karar verdim. Önce İtalyan dondurmacısı, ardından da bir yere ekmek ustası olarak girdim ama ekmek yapamadan ayrıldım” diyerek, yaklaşık 6 yıl süren kariyer yolculuğunu paylaştı.
BİR yandan ‘yaşanacak kentler’ listesinin en başında bulunan, öte yandan şirketlerin merkezlerini taşıdığı ve son dönemde aldığı nitelikli göçle adından sıkça söz ettiren İzmir ve Ege şehirleri, şimdi sahip oldukları onlarca avantajla girişimci üssü haline geliyor. İzmir-İstanbul Otoyolu, İzmir-Ankara Hızlı Treni, Çandarlı Limanı, 1915 Çanakkale Köprüsü’yle bölgede ardı ardına yapılan yatırımlarla reytingi hayli yükselen Ege, Türkiye’de son 10 yılda hareketlenen girişimcilik ekosisteminde de yenilikçi fikir ve girişimlerin başlangıç noktası olma yolunda hızla ilerliyor.
ONLARCA YENİLİĞE İMZA
Buzdolabı, alyans, modern seracılık, gelinlik ve damatlık, jant, otomotiv yan sanayi, havlu ve bornoz, havacılık, petrokimya, rüzgar enerjisi, boya, alkollü içecekler, seramik ve toprak sanayi, bisiklet ve motosiklet alanlarında Türkiye’nin açık ara lideri konumunda olan Ege, geçmişinden aldığı bu güçle yeni girişimci hikayeleri yazmaya çoktan başladı bile. Yatırım üssü olarak Ege’yi seçen girişimciler, takma tırnak şeklindeki elektronik cihazlardan elektrikli otomobile, gelecekte Mars’a gidecek yolcu kıyafetlerden çip bebeğe, oyun teknolojisinden yenilenebilir enerjiye kadar onlarca yeniliğe imza atıyor.
EGE’Yİ TERCİH EDİYORLAR
Bugün yaratıcılığı teşvik ettiği gerekçesiyle birçok girişimci, rotasını başta İzmir olmak üzere Ege’ye çevirmiş durumda. Yüksek eğitim düzeyi, nitelikli nüfusu, bilimsel ve AR-GE altyapısı, sektörel çeşitlilik, Türkiye’nin ticaretine en çok katkı koyan ve cari fazlası veren yapısı, yabancı sermeyeli firma zenginliğinin yanı sıra teknoparkları, OSB’leri, serbest bölgeleri ve üniversitelerinin fazlalığı da girişimcilerin Ege’yi tercih etme nedenlerinden sadece birkaç olarak dikkat çekiyor.
MART 2020’de hayatımıza giren koronavirüs, tüm dünyada olduğu gibi bizde de birçok şeyi etkiledi ve değiştirdi. Evlere kapandığımız süreçte ise onlarca sektör gibi fuarcılık da durma noktasına geldi. Dijital dönüşümlerle birlikte ihtisas fuarlarının geleceği sorgulanmaya başlandı. Dijital ya da hibrit söylemlerin konuşulduğu süreçte ise 23-26 Kasım’da Antalya’da gerçekleşen ve örtü altı tarımda dünyanın en büyüğü unvanına sahip Growtech’teki manzara, hala fuarcılıkta yüz yüze iletişimin ve ticaretin vazgeçilmez olduğunu ortaya koydu. Koronavirüsün etkilerinin azalmasıyla birlikte fuarcılık sektörünün toparlanma ve eski görkemli günlerine tekrar dönme sürecinin en somut örneği de Growtech oldu. Küresel enerji krizi nedeniyle özellikle tarım ve gıda noktasında Avrupa’nın rotasını Türkiye’ye çevirdiği bir ortamda, davetli olarak gittiğimiz ve uzun bir aradan sonra bu kadar yoğun bir katılım ile bol ticari bağlantılı bir fuara tanıklık ettiğim Growtech’teki izlenimlerimi sizler için derledim.
TARIM VE GIDANIN GÜCÜ
21’inci kez kapılarını Antalya ANFAŞ Fuar Merkezi’nde açan Growtech, bu yıl da 27 ülkeden 571 katılımcı, 120’den fazla ülkeden 60 binin üzerinde ziyaretçinin bir araya geldiği önemli bir organizasyon oldu. Örtü altı tarımda dünyanın en büyük fuarı olarak gösterilen Growtech; 60 bin metrekare alanda, ‘sera ve teknolojileri, ‘sulama sistemleri ve teknolojileri’, ‘tohumculuk’, ‘bitki besleme’ ve ‘bitki koruma’ ürün gruplarına sahip katılımcıları ağırladı. “Keşfet, Büyüt, Kazan” mottosuyla ziyaretçilerine tarım sektöründeki inovatif yaklaşımları, teknolojileri, ürün ve hizmetleri keşfetme, işlerini büyütme ve daha fazla kazanma fırsatı sunmayı kendine hedef belirleyen Growtech, Türk tarım-gıda sektörünün gücünü ve potansiyelini uluslararası arenaya göstermesi adına çok önemli bir organizasyon olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu.
4 GÜN BOYUNCA 60 BİN KİŞİ
Hasan Ege Tütüncüoğlu, lavanta-endemik bitkileri araştırırken yolu yıllardır sakız ağacı için emek veren İbrahim Topal’la kesişir. Bu kesişmeyle birlikte de ‘ne yapabilirim?’in yanıtı sakız ağacı olur. İkili, yok olma noktasına gelen sağız ağacını bölgede yeniden bir ekonomik değere dönüştürmek için harekete geçer. İbrahim Topal’ın geliştirdiği üretim yöntemiyle 3 yılda 20 bin sakız ağacı fidanına ulaşılır. Bugün bir yandan fidanları toprakla buluşturmak için yoğun bir çaba içerisinde olana Hasan Ege Tütüncüoğlu ve İbrahim Topal, öte tarafta ise damla sakızını gıdanın dışında da kozmetik ve ilaç sanayinde kullanılması için mesai yapıyor. Kozmetik alanında bir marka hazırlığı içinde olan Tütüncüoğlu, Topal ile birlikte Çeşme’de 5 binin üzerinde sakız çiftçisi yaratmayı da hedefliyor.
HASAN Ege Tütüncüoğlu ve İbrahim Topal... Bugün sadece Yunanistan’ın Sakız Adası ile Çeşme’de yetişebilen sakız ağacına gönül vermiş iki üretici. Sakızdan elde edilen mamullerle birlikte 2 milyar euroluk ciroya sahip olan Yunanistan’ın pazardaki tek hakimiyetini sona erdirmeyi ve bölge ekonomisine önemli bir değer kazandırmayı kendilerine ilke edinmiş iki isim. Hasan Ege Tütüncüoğlu ve İbrahim Topal ile hem sakız ağacının yolculuğunu hem de yarınlara dair hedef ve planlarını konuştuk. 1800’lü yıllarda Çeşme’ye yerleşen bir ailenin üçüncü kuşak temsilcisi olduğunu anlatan Hasan Ege Tütüncüoğlu, sakız ağacıyla tanışma serüvenini şöyle anlattı:
O SORUNUN YANITINI BULDU
“Yıllarca reklam ve inşaat sektöründe çalıştım. Pandemi döneminde de herkes gibi biz de eve kapandık. Bu süreçte de ‘ihmal edilmiş ya da yapılmamış bir şey yapmalıyım’ diye kafa yormaya başladım. Burada odağımı son dönemde popüler olan ve her zaman önemini bildiğim tarım sektörüne çevirdim. Bulunduğum coğrafyada nasıl tarım yapılabilir üzerine kafa yordum. Burada da lavanta ve endemik bitkilerle ilgili araştırma yaparken yolum İbrahim Topal ile kesişti. İbrahim Topal, Çeşme’de yapılacak en iyi tarımın sakız ağacı olduğunu söyledi. Bu bilgiyle birlikte ben de cevabını aradığımı sorunun yanıtını bulmuş oldum.”
GÜÇLERİNİ BİRLEŞTİRDİLER
EGE Maden İhracatçıları Birliği, 2022 Ocak-Ekim’de ihracatını yüzde 13 artırdı. Egeli ihracatçılar 10 ayda 1 milyar 9 milyon dolarlık maden ve doğal taş ihracatına imza attı. İhracatın 651 milyon 701 bin dolarlık kısmı ise doğal taştan geldi. Türkiye geneli toplam doğal taş ihracatının yaklaşık yüzde 40’ını Egeli ihracatçılar gerçekleştiriyor. Ege Maden İhracatçıları Birliği Başkanı İbrahim Alimoğlu ile ihracattaki son durumdan gelecek planlarına, mevzuatlardan çevreye birçok konuyu konuştuk.
TALEPTE AZALMA VAR
Sektörün 2022’ye iyi bir başlangıç yaptığını söyleyen İbrahim Alimoğlu, hem Amerika pazarının açıldığını hem de Avrupa’nın iyi olduğuna dikkat çekti. İbrahim Alimoğlu, 8’nci aydan itibaren bu pazarlarda duraklamanın yaşandığını belirterek, “Birçok sektörde olduğu gibi maden ve doğal taşta da hız kesildi. ABD ve Avrupa durunca bizde de talep olmayınca duraklama oldu. Çin’de ise pandemiyle başlayan gerileme hala devam ediyor. Burada Çin’in yapmış olduğu stokların da etkisi var” dedi.
ALTERNATİF PAZARLAR
Tiyatro sanat bilimi üzerine de yüksek lisans yapar. Önce Ürdün, ardından İstanbul’da profesyonel iş hayatının koşuşturmasına girer. Deniz Turhan Hotiç, bu süreçte tiyatroyla bağını hiç koparmaz. İzmir’e döndüğünde de ‘tiyatrosuz olmaz’ diyerek tüm odağını bu alana yönlendirir. Sahne ve görsel sanatlar etkinliklerinin sunulduğu bir alan, bir proje üretim merkezi ve sivil toplum girişimi gibi birçok hedefle de bu alanda dernekleşmek adına harekete geçer. Hedef ve hayaline ortak ettiği isimlerle de Bi Dünya Tiyatro Sahne ve Görüntü Sanatları Tiyatro Topluluğu Derneği’ni kurar. Bugün İzmir Bostanlı’da bir sokak arasında yer alan cep tiyatrosunda birçok etkinlik yapan, mahalle sakinlerini sahneye çıkaran, çocuklar için kukla gösterileri gerçekleştiren Bi Dünya Tiyatro’nun gündeminde ise hem daha fazla kitleye ulaşmak hem de kente büyük bir tiyatro sahnesi kazandırmak var.
Bİ Dünya Tiyatro... Muhsin Ertuğrul’un “Yarın kıyamet kopacağını bilsem, bugün bir tiyatro daha açarım!” sözünden hareketle farkındalık yaratan çalışmalara imza atan bir sivil toplum kuruluşu. İnsanlara sanatın iyileştirici gücünü hatırlatmak isteyen bir oluşum. Bi Dünya Tiyatro Sahne ve Görüntü Sanatları Tiyatro Topluluğu Derneği’nin kurucularından ve başkanı Deniz Turhan Hotiç ile hem dernekleşme sürecini, hem yürüttükleri çalışmaları, hem de yarınlara dair hedeflerini konuştuk. Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tiyatro Ana Sanat Dalı Dramatik Yazarlık Bölümü’nden “Feminizm’in Toplumsal Açıdan İncelenmesi ve Bir Örnek Oyun: Vesikalı Bekaret” başlıklı lisans teziyle mezun olan Deniz Turhan Hotiç, daha sonra ise Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Tiyatro Sanat Bilimi Bölümü’nden “Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu’nda Bulvar Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu Modeli” teziyle de yüksek lisansını tamamladığını paylaştı. Deniz Turhan Hotiç, şöyle devam etti:
BAĞINI HİÇ KOPARMADI
“Prof. Dr. Özdemir Nutku, Prof. Dr. Hülya Nutku gibi çok değerli isimlerden ders aldım. Üniversitenin ardından çalışmak için Ürdün’e gittim. 6 yıl Kral Hüseyin’in ekibinde çalıştım. Daha sonra yolum büyük bir holdingle kesişti ve İstanbul’a geldim. Holdingin kurucularının özel asistanlığını yaptım. 16 yıl da İstanbul’da yaşadım. Tabii bu süreçte oyunlar yazıyor ve tiyatroyla bağımı koparmamaya çalışıyordum. Ve beş yıl önce İzmir’e döndüm. Birçok amatör tiyatro çalışmasına destek verdim, festivallerde atölyeler düzenledim, dersler verdim, köy okullarında çocuklarla yaratıcı drama çalışmaları yürüttüm. Tüm bunları yaparken de tiyatronun her yerde olması gerektiğini yüksek sesle dile getirmeye başladım ve bir tiyatromuz olmalı hayalini kurmaya başladım.”
Ali Rıza Ersoy, emeklilik yaşının yaklaşmasıyla birlikte de yeni arayışlara girer. Çocukluğu köyde geçen Ali Rıza Ersoy, yönünü toprağa çevirmeye karar verir. Eşiyle birlikte Urla Barbaros Köyü’ne yerleşir ve sürdürülebilir tarım (permakültür) felsefesiyle çalışmaya başlar. ‘Yanlış yapıyorsun’ söylemlerine rağmen doğaya hiçbir müdahalesi olmadan bağcılık yapar. Günün sonunda Ali Rıza Ersoy, elde ettiği sonuçla da herkesi şaşırtır. Ali Rıza Ersoy, bugün bir yandan kurduğu İon Village’le agroturizm yapıyor, atölyeler düzenliyor, öte tarafta ise tarımın dijitalleşmesi için çalışıyor. Hedefte ise permakültür ile tarım 4,0’ı harmanlayarak dünyada bu alanda çalışmalar yapan start-upları Barbaros köyüne çekerek yeni hikayeler yazmak var.
ALİ Rıza Ersoy... Olumsuz tüm sözlere rağmen hedeflerinin peşinden giden toprak aşığı bir isim. Permakültüre tarım 4,0’ı entegre ederek önemli başarılar elde eden sıradışı bir girişimci. İon Village ve İon Academy’nin kurucusu Ali Rıza Ersoy ile hem kariyer yolculuğunu hem de Urla Barbaros Köyü’nde permakültür alanında yürüttüğü çalışmalarla yarınlara dair planlarını konuştuk. Aydın Koçarlı’da 1957’de doğan Ali Rıza Ersoy, 10 yıl burada yaşadığını belirterek, şöyle devam etti:
11 FARKLI DEPARTMANDA ÇALIŞTI