3 Mayıs 2010
Bütün yükünüzü ayaklarınız taşıyor. Hele hele yürüyüş merakınızı alışkanlığa çevirdiyseniz, ayaklarınızın daha fazla ihtimama ihtiyaç duyacağı kesin. Malum hava da giderek ısınıyor, kapalı ayakkabı esareti bitmek üzere. İsveç Ayak Sağlığı Genel Müdürü Özgül İşgör sağlıklı ve güzel görünümlü ayaklar için önerilerde bulundu.
Ayaklarınızı her gün ılık ve sabunlu suyla yıkayın. Ardından serin suyla durulayıp bir havlu yardımıyla ve parmak aralarını atlamadan iyice kurulayın.
Güneşe çıktığınız zamanlarda eğer sandalet veya parmak arası terlik giydiyseniz ayaklarınızın üst kısımlarına mutlaka güneş kremi sürün.
Topuklarınızı ponza taşıyla düzenli bir şekilde temizleyin. En ideal zaman duşta... Ölü hücrelerden arının, bebek gibi ayaklara sahip olun!
Yatmadan önce yıkadığınız ayaklarınıza, özellikle de topuklarınıza nemlendirici sürün. Ama parmak aralarına kaçırmamaya gayret gösterin çünkü nemli kalan bu bölgelerde mantar oluşabilir.
Yatmadan önce ayaklarınıza yoğun bir krem sürün ve ardından yün çorap giyin. Yazın uygulaması biraz zor ama gerçekten işe yarıyor! Sabaha pamuk gibi ayaklar garanti!
Ayaklar yorgun olduğunda tabanlar ağrır, yere zor basarsınız. Böyle zamanlarda tam rahatlayabilmek için tercihen birinden size ayak masajı yapmasını rica edin. Ya da kendiniz yapın... Deneyince vazgeçemeyeceksiniz. Ayrıca tazyikli soğuk su da yorgun ayaklara çok iyi geliyor.
Önümüz yaz... Tatilinizi plajı kum olan bir yerde yapacaksanız dalgaların vurduğu bölgelerde çıplak ayak yürüyün. İnce, minik kum parçaları ayaklarınızda “peeling” etkisi yapacaktır.
Yazının Devamını Oku 26 Nisan 2010
Seyahat, tatil, dinlenmek herkesin hakkı! Hastalığınız ne olursa olsun iyi planlamanız, uygun koşulları oluşturmanız, gerekli önlemleri almanız halinde pekala sağlıklı kişiler gibi tatil yapabilirsiniz. Diyabetliler de bu kişiler arasında. Kısa adı FEND olan Avrupa Diyabet Hemşireliği Federasyonu Eğitim Danışma Kurulu’nun sekiz üyesinden biri olan Yard. Doç. Dr. Şeyda Özcan, diyabetli hastalara hatırlatmalarda bulundu.
Yolculuk öncesi mutlaka sağlık kontrolünden geçin. Diyabetli olduğuna dair kimlik, nüfus kağıdı, telefon numaralarınız, doktorunuzun adı, telefonu, kullanılan ilaçların adı ve dozunun yazılı olduğu bir kartı mutlaka yanınızda taşıyın. Sağlık karnenizi unutmayın. Ayrıca:
Yurtdışına gidecekseniz, gidilecek ülkenin koşullarına göre aşı gerekiyorsa en az bir ay önce yaptırın,
Yeterli miktarda (yedekleriyle birlikte) insülin, enjektör, kan ve idrar ölçüm çubukları, glikoz tabletleri, glukagon, meyve suyu ve diğer malzemeleri seyahat çantanızda bulundurun,
Yolculuk uzun sürecekse alınması gereken kalori miktarına uygun, yeterince yiyeği yanınıza alın.
Uzun yolculuklarda saat farkı nedeniyle insülin dozunda değişiklik yapmak gerekebilir. Bu durumu doktorunuzla konuşun.
İnsülin, glikoz tabletleri , glukagon ve diyabet ilaçlarının bulunduğu çantanızı kesinlikle bagaja vermeyin. Yanınızdan ayırmayın.
Mümkünse yolculuk sırasında 2 saatte bir mola verin ve hafif egzersizler yapın.
Aracı kullanan diyabet hastasıysa 2 saatte bir mola vererek dinlenmeli. Kısa egzersizler ve yürüyüşler yapmalı.
Eğer tren, uçak gibi araçlarla seyahat ediliyorsanız arada sırada kalkarak koltukların arasında yürüyün,
Kesinlikle çıplak ayakla dolaşmayın.
Tatil sırasında rahat giysiler ve ayakkabılar giyin.
Doğrudan güneş ışığından sakınmak için gözlük, şapka gibi koruyucular kullanın.
DİYABET HASTALARINA ÖZEL EĞİTİM
Bugüne kadar 68 ülkede binlerce diyabetliye ulaşan hasta odaklı uluslararası eğitim programı Türkiye’de de uygulanmaya başlandı. Sağlık Bakanlığı, Diyabet Hemşireliği Derneği ve Türk Diyabet Vakfı’nın işbirliği ve Lilly İlaç’ın desteğiyle hayata geçirilen “Diyabet Sohbetleri” adlı eğitim programında, Sohbet Haritaları aracılığıyla hastalarla sağlık çalışanları arasında interaktif bir ortam yaratarak bilgi ve deneyimlerin paylaşımına olanak sağlanıyor. Hedef, diyabetlilerin yaşam kalitesinin artırılmasını ve hastalıklarını yönetme konusunda deneyim kazanmaları. Geleneksel diyabet eğitimi yöntemlerinden daha dinamik olması, küçük bir grupla yapılması ve keşfederek öğrenme odaklı yapısıyla farklılık gösteren eğitimin en önemli parçasını Sohbet Haritası adı verilen eğitim araçları oluşturuyor. 3-10 hastadan oluşan küçük gruplarda kullanılmak üzere hazırlanan Sohbet Haritası araçları, “Diyabetle Yaşam”, “Diyabet Nasıl Etki Gösterir”, “Sağlıklı Beslenmek ve Egzersiz Yapmak” ile “İnsülin Tedavisine Başlamak” isimli dört farklı haritadan oluşuyor. Programın uygulanması için önce diyabet hemşireleri eğitildi.
İNSÜLİNE DİKKAT
2-8 derecedeki soğutucularda insülin iki yıl bozulmadan kalabilir. Derin dondurucu yapısını bozduğu için insülin kesinlikle dondurulmamalı. İnsülin 15-25 derecede de 1-2 ay bozulmadan kalabilir. Ancak zorunlu olmadıkça oda ısısında bırakmayın. Buzdolabında saklayın. Yolculukta insülin taşımak için yapılmış olan termosları kullanın.
Yazının Devamını Oku 19 Nisan 2010
Havaların ısınmasıyla birlikte mantar enfeksi- yonlarının görülme sıklığında artış gözleniyor. Mantarın ilaçla tedavisi mümkün ancak bazı küçük önlemlerle yakalanma riskini düşürmek de. El ve ayakta görülen mantarın bulaşmasını kolaylaştıran faktörler arasında giysi, havlu, terlik, çorap ve ayakkabının ortak kullanımı var. Mantarla karşılaşmayı kolaylaştıran bir başka önemli faktör hamam, banyo, otel odası gibi çok kişinin uğradığı ortam ve mekânlar.
Cilt Hastalıkları Uzmanı Dr. Buket Pençe, mantarların hayvanlardan, topraktan veya hastalardan sıkı ve uzun süreli temasla bulaştığını söylüyor. Hayvanların derisindeki mantar hastalığı tüy dökülmelerine neden olur ve bu hayvanlar tedavi edilmezlerse insanlara bulaştırır. Saçlı deride mantar hastalıkları yalnız çocukluk yaşlarında görülür. Ergenlikten sonra saçlı derinin yağ bezlerinde değişiklikler oluşur ve mantarların saçlara, saçlı deriye yerleşmesine engel olur.
MAKAS VE TÖRPÜ PAYLAŞMAYIN
Vücuda yerleşen mantar iç içe geçmiş halkalar halinde, pembe-kırmızı renkli, kepekli, bazen ufak su dolu kabarcıklarla çevrili, kaşıntılı lekeler, yaralar halindedir. Zamanla çevreye doğru genişlerler ve sayıları artabilir. Gövdede yerleşen bir başka mantar hastalığı da halk arasında samyeli denen pembe, sarı, kahve renklerde görülen, hafif kepekli lekeler.
Mantar hastalıkları kıvrım yerlerini, kapalı, nemli bölgeleri sevdikleri için ayak parmak araları, genital bölge, kadınlarda meme altlarında çok sık yerleşir. El içlerinde de seyrek olarak görülebilir. Bu bölgelerde keskin sınırlı kızartı, kepek, kaşıntı ve bazen su dolu ufak kabarcıklar şeklinde rastlanır. Kıvrım yerlerinde ayrıca normalde bulunan mantarın nem artışıyla hastalık yapması da mümkün. Askerlerde ve atletlerde ayak ve kasık mantarı şeklinde ortaya çıkıyor. Ayaktaki mantarın zamanla tırnaklara bulaşması söz konusu olabildiği gibi tırnak bakımı için ortak kullanılan makas, törpü gibi malzemeler de tırnak mantarına neden olabiliyor. Hasta tırnakların şekilleri ve renkleri bozuluyor. Kirli-sarı bir renk alıyor, kalınlıkları artıyor ve tırnak altındaki kalın kısım tebeşir tozu gibi, dokununca ufalanarak dökülüyor.
Özellikle hamam, otel odaları gibi çok kişinin kullandığı ortamlarda zemine çıplak ayak basmaktan kaçının.
Ayak mantarı tedavi edilmezse, bazen buradan mikroplar (bakteriler) ayak, bacak, lenf damarlarına girip enfeksiyona neden olabiliyor. Hasta bölgelerde kızarma, şişme, ağrı, ısı artışı olmakta hatta enfeksiyon tüm vücudu etkileyebilmekte. Bu durumdaki hastaların kesin yatak istirahati ve ciddi antibiyotik tedavisi uygulamaları gerekiyor.
ANTİBİYOTİĞİN YAN ETKİSİ
Mantarlar, ayrıca uzun süre antibiyotik tedavisi kullanan hastaların ağız, boğaz, vajina ve bağırsak mukozalarında da hastalık yapabilir. Bunun nedeni mukozalardaki mantar-bakteri dengesinin bozulması ve (bakterilerin antibiyotiklerle öldürülmesiyle) mantarların hastalık yapabilecek sayıya ulaşması.
EN ZORU TIRNAK TEDAVİSİ
Günümüzde gayet etkili mantar öldürücü krem, solüsyon, pudra, tırnak cilası, şampuan ve sistemik uygulanan ilaçlar mevcut. Hastalığın yerleştiği bölgeye uygun ilaçlar yeterli süre kullanıldığında mantarlar kolayca ölüyor. Ağız içi veya vajinadaki mantarın 10 günde, deri ve saç mantarı 1 ayda, tırnak mantarıysa en az 6 ayda tedavi edilebiliyor.
Yazının Devamını Oku 12 Nisan 2010
Bahar aylarındaki değişken havalar vücuttan su ve tuz atımını azaltıyor, yani ödem artıyor. El ve ayaklar şişiyor. Kilo aldığımızı düşünüyoruz. Ancak ödemin nedeni her zaman bahar kadar masum değil. Bazen daha ciddi sorunlar ödeme zemin hazırlıyor. Damar içerisinde dolaşan sıvıların damar dışına çıkması ve doku aralarıyla cilt altında birikmesiyle ödem gelişiyor. Şişme ve ödem gelişiminde alınan su ve tuz miktarının rolü büyük. Gözle görülür bir ödem demek, vücutta yaklaşık 3 litre sıvının birikmesi demek. Su ve tuz tutulumu her zaman sorun değil ama dikkatli olmakta yarar var.
Dahiliye Uzmanı Dr. Murat Görgülü’nün verdiği bilgiye göre, ödem bazen hastalık habercisi olabilir. Sıvı birikimi bölgesel ya da tüm vücudu içerecek şekilde genel olabilir. Bunların nedeni ise farklı. Ödemin olduğu bölgede lenf akımının aksaması sözkonusu. Dolayısıyla tıkayıcı bir kitle, enfeksiyon ya da damar tıkanıklığı buna yol açabilir. Her iki bacağın şişmesi, büyük varis, kalp yetersizliği, lenfatik tıkanıklık, sürekli oturma ve hareketsizliğe bağlı olabilir. Yüz, dudak ve gözde oluşan ödemlerin de en sık nedeni, alerjik reaksiyonlar ya da kanda protein düşüklüğü. Kalp ve karaciğer gibi organ yetersizliklerinde de karın ve akciğer zarlarında sıvı birikimi olur. Ayrıca bazı kanserlerin yayılması sonucunda karın ve akciğer zarlarında sıvı birikimi sıkça gözlenir.
Ödemin süresi, yaygınlığı, kişide ek bir rahatsızlık olup olmaması tanıda ve tedavide büyük önem taşır.
TUZUN BİR GRAMI 200 ML SIVI TUTAR
Her iki bacakta oluşan ödem, uzun süre ayakta kalmaya bağlı olabilir. Bunda fazla tuz tüketimi çok önemli. Fazladan alınan 1 gram tuz, vücutta 200 mililitre sıvı birikmesine yol açar. Kalp yetersizliğinde de her iki ayakta şişme erken bulgulardan. Kalp yetersizliğinde akciğerlerde de sıvı birikerek nefes darlığına yol açabilir.
Sabah kalkılınca gözlenen göz çevresi şişmesinde özellikle böbrek hastalıkları ve azalmış tuz atılımı düşünülmeli. Böbrek rahatsızlığı dışında ileri derecede karaciğer yetersizliği de bu tip ödeme neden olabilir. Özellikle protein kaybına yol açan “nefrotik sendrom”da tüm yüz ve vücutta şişme olabilir.
AŞIRI TUZDAN KAÇININ
Tüm vücutta şişmeye yol açan en önemli nedenlerden biri de alınan besinlerdeki tuz ve kimyasal madde miktarı. Normalde alınması gereken tuz miktarı, yaşa ve aktiviteye göre değişir. Ancak fazla miktarda tuzlu besinleri tüketilir ve tuz böbreklerden yeterli miktarda atılamazsa vücutta sıvı birikmeye başlar. Öncelikle ayak bileği, göz çevresi gibi yumuşak doku bölgeleri şişmeye başlar. Hazır soslar, yapay tatlandırıcılar, bazı baharatlar, alkollü içecekler, bol kafeinli içecekler vücutta ödemi artırır. Birçok ağrı kesici ve romatizma ilacı da vücutta su ve tuz tutarak ödeme yol açar. Bazı hormon ilaçları, özellikle de kortizonlu ilaçlar vücutta aşırı su ve tuz tutulumuna neden olur.
HAREKET ŞART
Hareketsizlik lenf ve toplardamar dolaşımını azaltacağı için özellikle kollarda ve bacakta şişme yapar. Hep aynı pozisyonda kalan yaşlılarda yerçekiminin etkisiyle sıvı altta kalan bölümlerde toplanır, bu yalancı bir ödem görüntüsü verebilir. Ödemi engellemek için, fazla tuz, alkol, hazır besin, sos, sigara ve kafeinli içecekleri azaltın. Ağrı kesici ve romatizma ilaçlarının dozu ayarlanmalı. Hareket en etkili önleme yöntemlerinden.
Yazının Devamını Oku 5 Nisan 2010
Tatilde, işte, evde ya da nerede olursanız olun su içmeyi ihmal etmeyin. Vücuttaki bütün sistem, organ ve hücreler yeterli su olmadan fonksiyonlarını sürdüremez. Az su içmek bile tek başına yorgunluk, dikkat güçlüğü, hafıza bozukluklarına yol açabilir. Vücut sıvısının yüzde 2 gibi küçük bir oranda azalması bile buna yeter.
İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Selahattin Türen’in verdiği bilgiye göre, uzmanlar günlük su tüketimiyle ilgili uzlaşmış değiller. Ancak çoğunluk ortalama günlük su tüketiminin 2-2.5 litre olmasını öneriyor. İdealiyse su ihtiyacının kişinin durumuna ve mevcut hastalıklarına, hava sıcaklığına ve aktivite düzeyine göre ayarlanması. Yeterli su içip içmediğinizi test etmenin basit bir yolu var. İdrar renginiz koyu sarı renkliyse yeterli su içmiyorsunuz demektir. İdrar renginiz açık ve şeffaf renge dönüştüğündeyse yeterli miktarda su tüketiyorsunuzdur. Dr. Türen, “Susamak için beklemeyin. Gün boyu sık sık su için” diyor.
Bazı özel durumlarda su ihtiyacı artıyor. Yüksek proteinli, liften zengin beslenenler, bulantı kusma ve ishalle sıvı kaybedenler, ağır fiziksel aktivite yapanlar, çok sıcak ortamlarda olup, aşırı terleyenlerin daha fazla su tüketmesi gerekiyor.
Cildi güzelleştiriyor
Vücutta taşıyıcı göreve sahip olan su, hücrelere besin ve oksijen taşır, atıkları uzaklaştırır.
Böbreklerin toksik maddelerden temizlenmesine yardımcı olur.
Kan ve lenf sisteminin büyük bir kısmını oluşturur.
Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol alır.
Kan basıncını kontrol eden elektrolitlerin dengelenmesine ve taşınmasına yardımcı olur.
Sıcak havalarda vücudu serin tutar ve soğuk havalarda vücut izolasyonu sağlar.
Yeteri kadar tüketildiğinde, cildin daha düzgün, daha yumuşak, daha parlak ve daha esnek olmasını sağlar.
Tükürük ve mide salgısında bulunarak, besinlerin sindirilmesinde görev alır.
Emziren kadınlarda, süt üretimini artırır.
Bağışıklık sisteminin görevini yapabilmesi için su gerekmektedir. Bu özelliği ile zinde ve dinç kalmada yardımcı olur.
Eklemlerin kayganlığını sağlar.
Su tüketimi azaldıkça, vücutta depolanan yağ miktarı artmaya başlar ve kilo alımı gerçekleşir.
İçme suyu veya doğal kaynak sularının birçoğu bölgeden bölgeye değişmekle birlikte; bazı minarelleri içerir. Vücudumuz için gerekli olan minarellerin bir kısmını içtiğimiz sulardan elde ederiz. Bunlar içinde kalsiyum, magnezyum ve sodyum daha fazla miktarda olanlardır. Flor, iyot ve diğer eser elementlerin de bir kısmını içtiğimiz sulardan sağlarız.
8x8 KURALINA DİKKAT
Sağlıklı yetişkin bir erkekte vücut ağırlığının yüzde 60’ını, kadında yüzde 50’sini su oluşturur. Bu oranlar yeni doğan bebekte yüzde 70-75 iken, yaşla birlikte azalır. İnsan beyninin yüzde 95’i ve akciğerlerinin yüzde 90’ını yine su oluşturur. 8x8 kuralını unutmayın. Günde 8 kez 8 onz (240 ml) su için.
Yazının Devamını Oku 29 Mart 2010
Bahar yorgunluğundan söz edenlerin sayısı hiç de az değil. Kimi uzmanlar gerçekte böyle bir kavramın olmadığını savunsa da dörtgözle beklediğim baharın yarattığı halsizlik, yorgunluk ve isteksizliği yaşadığım için bunu kabul edenlerin tarafındayım... İklimlerin insan bedeni ve ruhunda yarattığı etkiyi göz ardı etmek zor. Bahar sadece yorgunluk yapmıyor. Birçok kişi uyku düzensizliği, iştah azalması, kas krampları, eklem ağrıları, adet düzensizliğinden şikayet ediyor.
Amerikan Hastanesi Dahiliye Bölümü’nden Dr. Bülent Yardımcı, bahar yorgunluğunun aslında birçok nedenin bir araya gelerek yarattığı bir tablo olduğunu söylüyor. Halsizlik nedenlerinin başında meteorolojik etkiler geliyor. Mevsim geçişleri öncelikle hormonal sistemimizi etkiliyor. Vücudun yeni çevresel değişikliklere alışması ve hormonal sistemin yeniden dengeye girmesi zaman alıyor. Bu durum çevreye uyum sağlamamızı zorlaştırarak dış etkenlerden daha çabuk etkilenmemize neden oluyor.
RUHSAL ETKİLERİ DE ÖNEMLİ
Kış aylarında çoğunlukla hayatımız daha hareketsiz geçiyor, kilo alıyoruz. İlkbaharla gelen hareketli yaşam uyum zorlukları yaşatabiliyor. Malumunuz, yetersiz fiziki kondüsyon halsizlik nedenlerinden biri.
Kirli hava, havadaki elektrik yükünün artışı ve iyon değişiklikleri de yorgunluk hissine neden olan diğer etkenler. Ani ısı değişiklikleriyse adaptasyon sistemimizi zorladığı için mevsim başında bizi çok etkiliyor.
Mevsimin ruhsal etkileri en az fiziksel değişiklikler kadar önemli. Özellikle yoğun çalışan, stresi yüksek kişiler ve depresyona eğilimliler yorgunluk hissebiliyor.
Neyse ki bahar yorgunluğu hali uzun sürmüyor. Eğer sürekli yorgunluk ve genel durum bozukluğu varsa bu belirtilerle seyreden ciddi hastalıkları düşünmekte yarar var.
BAHAR ÖNLEMLERİ
Baharda beslenmenizi yeniden gözden geçirin. Çoğumuz kış aylarında kalorisi bol, yeterince taze sebze ve meyve içermeyen bir beslenme programı uyguluyoruz. Bu tarz beslenmeler kilo almamıza neden olur. Ayrıca yüksek kalori enerjiye dönüşmez.
Kış aylarının diğer bir riski hareket azlığı. Düzenli spor yapanlarda bahar yorgunluğu daha az görülür.
Ruhsal stresler bahar yorgunluğunun diğer nedeni. İş hayatının kış aylarında daha yoğun olması, stres birikimine neden oluyor. Fiziksel değişimlerin yaşandığı mevsim dönümlerinde sıkıntı hissi ve depresyona eğilim artıyor. Stresi azaltabilecek spor faaliyetleri, sosyal aktiviteler ve dış ortamda daha çok zaman geçirmek yararlı olacaktır.
Yeterli ve düzenli uyuyun.
Yazının Devamını Oku 22 Mart 2010
Kalp ve damar hastalıklarına zemin hazırlayan risk faktörlerine tatilde de dikkat etmek gerekiyor. Özellikle başlamış bir sorun varsa yapacağınız küçük kaçamakların, ilaçları ihmal etmenin, disiplini elden bırakmanın bedeli ağır olabilir.
Artık sadece bireyler değil, ülkeler de kalp ve damar hastalıkları riskinin iyi yönetilmesi üzerinde duruyor. Nedeni açık ve basit, hastalık gelişince maliyetin faturası bireylere ve ülkelere
ağır geliyor.
Bayer İlaç Firması’nın iki hafta önce Fransa’nın Cannes kentinde düzenlediği Kalp ve Damar Hastalıkları Risk Yönetimi toplantısında kardiyologlar risklere dikkat çekti. İngiltere’den Prof. Dr. Peter Meredith, Almanya’dan Prof. Dr. Oliver Schnell, İspanya’dan Prof. Dr. Hector Bueno gibi önemli uzmanların katıldığı toplantıda Frank Misselwitz, kalp ve damar hastalıklarındaki risk faktörlerini iki kategoride değerlendirdi:
- Yaşam tarzı değişiklikleriyle kontrol edilebilir riskler: Obezite, sigara, fiziksel aktive, hafif hipertansiyon, yüksek kan şekeri, hafif kan lipit düzeyleri.
- Tedaviyle değiştirebilir riskler: Hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi (kan lipit yüksekliği).
İlk sıradaki riskler, henüz ilaç almanızın gerektiği bir safha değil. Günlük hayatınızda yapacağınız ufak tefek değişikliklerle baş etmeniz mümkün. Kontrollü yemek, sigarayla vedalaşmak, daha aktif, içinde egzersizin yer aldığı bir hayat sürdürmek ilk akla gelen önlemler.
Hipertansiyon, diyabet, hiperlipidemi (kan lipit yüksekliği) hastalıkları en önemli kalp damar hastalıkları risklerinden. Bunları da kontrol altına almak için doktorunuzun uygun göreceği tedavileri uygulamanız gerekebilir. Yaşam tarzı değişikliklerini bir kenara bırakmadan, ilaç tedavisini düzenli sürdürerek, yol açabilecekleri hasar ve ölümleri önlemek mümkün.
Yazının Devamını Oku 15 Mart 2010
Alerjik nezle, farklı faktörlerin etkisiyle gelişir. Genellikle polen ve toz gibi etkenlerle temas sonucu burunda ve genizde kaşıntı, burun akıntısı, hapşırma ve gözlerde yaşarmayla kendini gösterir. Mevsimsel olabileceği gibi ortamdaki başka alerjenlerle ilişkili, sürekli görülebilir. Uzmanlar alerjik nezlenin arttığını söylüyor. Ama içinde bulunduğumuz mevsim itibariyle gündemimiz polenin yol açtığı alerjik nezle.
Kulak, burun, boğaz uzmanı Op. Dr. Atilla Şengör alerjik nezlenin artık çok küçük çocuklarda görülebildiği gibi, daha önce herhangi bir belirtisi bulunmayan orta yaşlı erişkinlerde de görülmeye başlandığını anlatıyor. Bunun nedeni henüz net açıklanamasa da şehirleşmenin getirdiği çevre sorunları, hormonlu veya GDO’lu ürünlerin kullanımı, gereksiz antibiyotik alımına bağlı bağışıklık sistemindeki zayıflamaların önemli etkisi var.
ALERJENLERE DİKKAT
Çoğu kişi farklı iklim koşullarına gittiklerinde alerjik nezle belirtilerinin azalacağına inanır. Bu her zaman doğru değildir. Her ortamda yeni alerjenlerle temas etme ihtimali vardır. Çiçek, ot ve ağaçlar baharda bolca polen yayar. Bu nedenle alerjisi olanlar için deniz ve kumsal daha uygun.
Dr. Şengör, ”Doktorun önerdiği antihistaminik ilaç, burun yıkama solüsyonu ve alerji baskılayıcı burun spreylerini yanınıza almayı unutmayın. Alerjik nezle dönemi genellikle baharın erken döneminde ağaç polenleriyle başlar. Çimene bağlı alerjik nezle baharın sonuna doğru ve yaz mevsiminin başında etkilidir. İklim koşullarına göre polen mevsimi gelmeden önce, ülkemiz için genellikle şubat aylarında bazı burun spreyleri ve anti alerjik ilaçlar başlanmalı” önerilerinde bulunuyor.
BURUN AÇICI DAMLALARA BAĞIMLI OLAN HASTALAR VAR
Alerji hastalıklarının kontrolünde bir takım ilaçlar var. Ancak doktorların sıkıntısı hastaların tıbbi tedaviye yanıtlarının azalması veya belirtilerinin kısa sürede nüksetmesi. Dr. Şengör, “Alerjik nezlede uygulanan tedaviler sırasıyla, alerjenin vücuda girmesini önlemek, alerjene karşı vücudun duyarlılığını azaltmak, alerjene burnun verdiği yanıtı azaltmak ve alerjik belirtileri baskılamaktır. Ancak bazı hastalar, pek çok tıbbi tedavi seçeneği, alerji aşıları, çeşitli anti-alerjik haplar ve burun spreyleri kürleri uygulanmış olmasına rağmen alerjiye bağlı burunda gelişen ve tedaviye yanıt vermeyi önleyen kısır döngüden çıkamıyor. Tıbbi tedaviye dirençli bu hastaların bazıları kısa süreli rahatlama sağlayabildikleri burun açıcı sprey ve damlalara bağımlı hale gelebiliyor” diyor. İşte bu tür hastalarda tıbbi tedaviye yanıtsız ve uygun hastalarda, konka (burun içi dokusu) şekillendirilmesi ve gerekiyorsa beraberinde burun içini rahatlatabilecek müdahaleler yapılabilir. Dr. Şengör, “Bu ameliyatlar alerji tedavisinde kullanılan burun spreylerinin burun içerisine dağılımını kolaylaştırır ve etkinliklerini artırır” diyor.
Yazının Devamını Oku