Bu yangını ciddi bir hatırlatma olarak almalıyız.
*
Ülkemizde yaşanabilecek büyük endüstriyel kazalara dair bir mevzuat var. AB üyelik sürecinde çıkarılan ‘Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik’ yürürlükte.
Ancak ne yazık ki uygulaması yok.
Yönetmelik 2010’da yayımlandı, iki yıl sonra yürürlüğe gireceği belirtildi. Daha sonra ertelendi ve 30 Aralık 2013’te tekrar yayımlanarak uygulanması gereken maddeler 2016 ve 2017 yıllarına ertelendi.
Çağlar’ın anlattığına göre, ormanların içinde ve bitişiğindeki 16 bin köyde yaşayan 7-8 milyon köylü yurttaşımız tarım ve hayvancılık etkinliklerini çevrelerindeki ormanlarda ya da yakınında gerçekleştirseler de zamanla, çevrelerindeki ormanlara ve ormancılık uygulamalarına yabancılaştırıldılar.
*
Orman yangınlarının neden önüne geçemediğimizi sorduğumda Çağlar, bilindik ‘piknikçiler’ ya da ‘hava koşulları’ cevabını vermiyor.
Onun anlattığına göre birden fazla
neden var.
O zaman değil ama bir bebek mamasında GDO tespit edildikten birkaç gün sonra GDO yönetmeliğinde değişiklik yapıldı, ‘GDO bulaşıklığı’ (GDO’nun istemsiz olarak bulaşması) diye bir tanım eklendi.
1000’de 9 oranında GDO bulaşıklığına izin verilmiş oldu.
Bizde hayvan yemlerinde bu oranda GDO bulaşıklığına müsaade ediliyor, gıdada GDO’ya rastlandığı takdirde ise sorumlular hapis cezasıyla yargılanıyordu.
Şimdi bu yönetmelik değişikliğiyle şunu diyorlar:
“Gıdada GDO’ya rastlarsam bulaşıklık oranına bakarım. 1000’de 9’un altındaysa cezai işlem yapmam. İçindeki yem amacıyla izin verilmiş bir GDO ise o amaca yönelik kullanılmasına izin veririm.”
Yani mesela, firma yurtdışından mısır getirmiş, piyasaya sürecek. 1000’de 9 oranında GDO çıktı.
Hapis cezasıyla yargılama olmayacak. Mısırı piyasaya gıda olarak da süremeyecek ama yemcilere satabilecek.
Tarımsal politikalar, yatırımlar büyük ölçeklerdeki üretimlere dönük yeniden düzenleniyor. Piyasayla bütünleşememiş büyük ölçekli tarımsal üretim sürecinin dışında kalan köylüler yoksullaşıyor ya da göç ederek kent yoksullarına katılıyor.
Bugün dünyadaki her 4 yoksul insandan 3’ü kırsalda yaşıyor. Açlığı deneyimleyen insanların geneli köylüler, çiftçiler, kırsal topluluklar.
*
Kavar’daki 6 köyden 3’ü 1990’larda devlet tarafından boşaltılmış, biri yakılmış, ikisi de korucu köyü haline getirilmiş.
Her ailede dram, işkence görmüş birileri, hemen hepsi zaten köylerinden şehre sürülmüş.
*
24 ailenin yaşadığı Dibekli köyü. 90’larda boşaltılmaktan beter edilmiş. Koruculuk sistemi dayatılmış. Her aile geride 1-2 yaşlı bırakıp şehre göç etmiş. 2000’lerin başında geri dönenler olmuş.
Kavar Kooperatifi Yönetim Kurulu Üyesi İkram Kılıçarslan, “Gelmek isteyen çok ama evleri yıkık, 200’den fazla ev oturulamaz halde. Dönmemelerinin bir nedeni de güvenlik. Sağlamda olduklarını bilseler dönerler” diyor.
Paleolitik döneme ait komşu ülkelerde yüzlerce, ülkemizde ise sadece 3 kazı yeri mevcut. Bırakın uzak geçmişi... Macaristan’da kazıldığı kadar Osmanlı yerleşmesi kazıldı mı mesela bizde?
30 yılda kazılan Neolitik dönem yerleşme yerlerinin sayısı Balkan ülkelerinde 300, Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail’de 400.
Kapladığı alan hepsinden fazla olan Türkiye’de aynı döneme ait kazılmış Neolitik yer sayısı ise sadece 30.
****
2013’te 109 yerli kazı, 34 yabancı kazı, 65 müze kazısı, 23 tane de Kamu Yatırım Alanları Kazı Çalışmaları (HES, barajlar ve TKİ) olmak üzere toplam 231 kazı yapıldı.
2012 verileriyle kıyasladığımızda bilimsel kazılarda düşüş olduğunu görüyoruz.
Babam öldüğünde onu hatırlatan her şey acı veriyordu.
Şimdi ölesiye acıtmıyor ama sızlatıyor.
Ama öyle bir sızı ki bu, ona dair bir şey gördüğümde, onu hatırlattığı için o şeye şükran da duyuyorum.
Tarifi zor, babası hayatta olanların anlaması güç.
Beyoğlu’ndaki Rebul mağazası o şeylerden biriydi benim için.
Hayır, o mağazaya hiç babamla girmemiştim.
Ama babam, ben çocukken Rebul kolonyası kullanırdı.
Rebul kafamı karıştırırdı. Çünkü evlerde, otobüslerde ikram edilen, o keskin kokulu, başta ferahlatan, sonradan elde ekşi bir koku bırakan limon kolonyasından farklıydı Rebul.
Fatih, M.Ö. 2000’de Anadolu’da yapılan Truva Savaşı’nın kahramanlarına sahip çıkmış, Hektor’un mezarını bulmaya çalışmış ve Bizans mozaikleri için “Bunlar benim mücevherlerimdir, dokunmayın” demişti.
Eğer kültür seferberliği başlatır ve arkeologların önündeki engelleri kaldırırsak, arkeologlar Anadolu tarihini yeniden yazabilir.
*
Peki bu nasıl olacak?
Öncelikle istihdam.