İlahi Sayın Bakan...
Siz böyle diyorsunuz da, bizim ülkemizde HES’lerin tahribatı daha inşaat evresinde başlıyor.
Siz de mutlaka biliyorsunuzdur ama ben yine de sayayım.
*
HES’lerin inşaatı dik yamaçların tahribatına yol açıyor. Dik yamaçlar yol, cebri boru, tünel veya iletim kanallarının kurulabilmesi için yarılıyor.
Hayallerimizi baskılayamazlar.
Gelin birlikte hayal edelim.
Gezi direnişindeki talepleri hatırlıyor musunuz?
İlki, Taksim’e kışla yapılmaması ve Gezi Parkı’nın kamusal alan olarak kalmasıydı.
Gerçekte ne oldu? Talep kısmen, kâğıt üstünde karşılandı. O kışla yapılmadı. Lakin park hâlâ tam anlamıyla halka açık değil. Fiziksel duvarlar örülmüş olmasa da, karakola dönüştürülmüş durumda.
Ama hayalimizde öyle olmak zorunda değil. Bu talep karşılansaydı, belki hayalimizdeki şu manzara gerçek olacaktı:
Gezi Parkı bir açık hava müzesi olarak muhafaza edilmiş. Duvarlardaki yazılar, esprili sloganlar, yürürken insanı başka bir dünyaya götüren her şey olduğu gibi korunmuş, ortadan kaldırılmamış; o yaratıcılığın üstüne süs çiçekleriyle ya da plastik boyayla bant çekilmemiş. 1 Mayıs Gezi’de festival havasında gerçekleşmiş, belki gözaltına alınan piyano geri gelmiş, “Sözlerimi Geri Alamam” bir yıl aradan sonra yine hep bir ağızdan söylenmiş.
Etkinliğin kolluk kuvvetlerince engellenip katılımcıların sınır dışı edilmesi sürpriz olmadı elbette. Bu olayın ardından, Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Komisyonu Türkiye raporuna eşcinselliği ekledi.
90’ların ortalarından itibaren gey ve lezbiyen radyo programları başladı, “Eşcinsel Onur Haftası Etkinlikleri” düzenlendi.
Onu Türkiyeli eşcinsellerin buluşmaları izledi. Eşcinsel temalı edebiyat eserlerinin, insan hakları raporlarının, makalelerin, çeşitli STK’ların süreli-süresiz yayınlarının, filmlerin ve belgesellerin yer aldığı bir kütüphane oluşturulmaya başlandı.
Ayrımcılık ve şiddet sempozyumları gerçekleştirildi. 10. Yıl Lambdaistanbul Eşcinsel Onur Etkinlikleri kapsamında, Türkiye’de ilk defa eşcinseller İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş yaptı.
****
Lambdaistanbul’un evsahipliğinde bağımsız bir gönüllü çalışma grubu tarafından organize edilen İstanbul LGBTİ Onur Haftası, her yıl haziran ayının son haftasında gerçekleşiyor.
Ancak hepsini alt alta sıralayınca bunun sadece yürekleri dağlayan bir ‘kaza’ olmadığını, bir ilçe halkının yaşamına nasıl kilit vurulduğunu ve kısa vadede bir çıkış olmadığını görüyoruz.
Çok belli ki Soma’yı yara bandı kurtarmaz. Daha büyük bir şey, misal organ nakli lazım.
Oradaki sistemi değiştirmedikçe insanların çaresizliği baki kalacak.
Etrafta çok bilgi dolaştı. Benim en çok güvendiğim, yıllardır iş cinayetleri konusunda ailelerle hukuk mücadelesi veren Adalet Arayanlara Destek Grubu. Verdikleri bilgiler, durumun vahametini anlatmaya yetiyor. Üzerine söz söylemeye gerek yok:
Verimli topraklar madene mahkûm edilmiş. 100 bin nüfuslu Soma’da nüfusun yüzde 70’i madenden ekmeğini yiyor. İnsan hayatını tehlikeye sokabilecek her şey denenerek işçiler çalıştırılıyor. İşçiler ekip başlarına zimmetlenmiş. Ekip başının inisiyatifine mahkûm, yevmiyesinin kesilmesine mahkûm.
“Madende Suriyeliler var mı?” sorusu yersiz. Soma’da yaşayanlar zaten Türkiye’nin Suriyelileri. Biçare, madende çalışmaktan başka seçeneği olmayan insanlar. O madende çalışmazsa aç. Öleceklerini bilerek gidiyorlar o işe.
Bir işçi madende 26 gün çalışıyor. Aylık kotasını dolduramamışsa, izin gününde de çalışmak zorunda. 30 gün kesintisiz çalışan işçi var.
Oturup köşenizden ahkamınızı kesmişsiniz ancak bana vermeye çalıştığınız dersin gereğini keşke önce kendiniz yerine getirseydiniz.
Evet, bir iddiada bulundum ve bunun gerekçelerini de tek tek sıraladım. Alıntıladığınız bölüm, hurriyet.com.tr'de yayımlanan uzun bir yazının yalnızca bir paragrafıydı. Gerisini merak etmediniz, okumadınız, art niyetle cımbızlanan birkaç cümle üzerine koca bir yazı inşa ettiniz.
Yazık...
Oysa tartışmalı bir demeçle karşılaştığında gazetecinin ilk sorması gereken soru, "Öncesinde, sonrasında ne denilmiş?" olmalıdır.
Bu dersi de ben size vereyim.
Bu soruyu kendi kendinize sormuş olsaydınız, böylesine dayanaksız, tutarsız bir yazı kaleme alamayacaktınız. Ama niyet halis olmayınca, akıbet de böyle oluyor demek ki!
Bu bilgiyi aldıktan sonra, 'patalojik hal'le ilgili değerlendirmenizi belki tekrar gözden geçirirsiniz. İçinizde kalmasın; bir de gülüp geçersiniz. Hem gülmek iyidir, güzeldir. İyiye, güzele o kadar ihtiyacımız var ki şu günlerde, üzerine belki teşekkür de edersiniz bu olanağı size sağladığım için.
Yazınızda bilgi eksikliğine dayalı bir yorum daha var ki, onu da düzeltmeden geçemeyeceğim.
Neden derseniz, işin birden fazla boyutu var.
İhtimal o ki sorumluluğun en tepedekilere yüklenmemesi için orta kademelerden günah keçileri seçilecek ve iş onlara yıkılacak. Benzer davalarda gördüğümüz hep bu.
Mesela...
Isı ölçümünü tespit eden görevlinin aşağıya haber vermediğini söyleyecekler. Isıyı ölçen Ahmet diyelim... Ahmet “Alo, çıkın oradan” diye aşağıya haber vermediyse suçu ona yıkacaklar.
Halbuki bu madende ısı anormalliği olduğunu ve bundan şirketin en tepesinden en altına herkesin haberdar olduğunu artık sağır sultan duydu. Eğer ısıda bir artış varsa madencilik kültüründe tehlikenin olduğu ortadadır. Üstelik buradaki içten yanmalı olduğu için kabak gibi ortada. Bunun için öyle özel teknik incelemeye falan da gerek yok. Bu damar özelliklerine sahip olan kömür ocaklarında bu zaten zil çalarak gelen facia demek. Orada çoktan üretim faaliyetinin durması gerekirdi.
*
TTK zaten burada bir işletme dönemi geçirmiş. O dönemde kömür adına çıkarılabilecek her şeyi çıkarmış. Sonra tutmuş burayı alım garantili yöntemle özelleştirmiş. Park Madencilik almış önce, fizibilite yapıp artık ne gördüyse teminatı yakmış, Soma Holding’e devretmiş.
İş cinayetlerinde kaybettikleri yakınları adına yıllardır hukuk mücadelesi veren Adalet Arayan İşçi Aileleri’nin dava süreçlerinde yaşadıkları zorlukları epeydir yakından takip etmeye çalışıyorum.
Soma faciası patlak verdiğinde onlarla ve gönüllü avukatlarıyla bir araya geldim. Üzerine basa basa söyledikleri şey “Lütfen kimse şu an için para yardımı yapmasın. Mahkemeler daha sonra bu paraları ailelerin hakkı olan tazminatlardan kesmeye çalışıyor” oldu. Bunun üzerine onlardan aldığım bilgileri Sosyal Hürriyet’te ve diğer sosyal ağlarda paylaştım.
Gelin görün ki medyanın “kötü niyetlisi” kimi gazete ve internet siteleri anlattıklarım arasından “Soma’ya yardım yapmayın” kısmını cımbızlayıp servis etti. Bu nedenle yazının bütününü koymaya gerek duyuyorum. Şöyle…
“Alp Gürkan'ın malvarlığına savcılık tedbir kararı koymalı. Tedbir kararı konmaz, bilirkişi raporları da sadece işveren merkezli devam ederse, açılacak tazminat davaları bittiği zaman tahsil kabiliyeti kalmayan bir durum ortaya çıkacak. Diyelim 300 işçinin ailesi 250'şer milyon tazminat kazandı... Alp Gürkan da diyelim tuttu şirketin içini boşalttı. Adamın malvarlığı yoksa ne alacaksın? Tedbir kararı bu yüzden önemli.
Hükümet tüm bunları ve ötesini gördüğü için yeni paketler hazırlıyor. Öncelikle idareyi işin dışında, suçsuzmuş gibi göstermeye çalışıyor, Sivil Şehitlik Kanunu diyor, yardım kampanyası düzenliyor. Belli ki bu paraları devletin ödemek zorunda olduğu tazminattan kesecekler. Sizin anlayacağınız, ortada bir taşla kuş katliamı var.
Bu yardım kampanyalarına destek olmayın şimdilik. Deprem gibi değil, insanların evi barkı var. Yapacağınız yardımlar sadece hükümetin ekmeğine yağ sürüyor. Ve uzun vadede mağdurlara zararı dokunacak.
Maden şehitliği diye bir laf var. Bu aslında işçi ailesini teskin etmek için “Benim eşim kardeşim vatan için öldü” hamaseti için icat edilmiş bir laf. Hiçbir madencinin şehitlik kategorisinden yararlanarak TOKİ’den ön sıradan ev aldığı, kredi yurtlar kurumunda çocuğunun kredi aldığı vs gibi bir statü veya yararlanım yoktur. Devlet onlara verdiği her türlü nakdi vs onların hukuktan doğan tazminatından düşecek. İster bunu kaymakamlık versin, ister valilik, ister AFAD, bu toplanan yardımların ailelerin hak edeceği tazminattan düşürülmesin diye bir duyarlılık oluşmazsa işin gidişatı bu.
Deprem davalarında bile oldu bu. Yeni bir hikaye değil. Devlet ne verdiyse, sen ona dava açtığında tıkır tıkır geri alır. Ostim İvedik’te Gökçek ilk günden çıktı, “Ben onlara kol kanat gereceğim” diye bir hikaye yazdı. “Ben onları evsiz bile bırakmayacağım” dedi. Sonra unuttu, aileler dilekçe yazdı. Gökçek utana sıkıla Mamak’ta içine girebilmek için 15 milyon harcanması gereken 1974 tarihinde yapılmış evleri 25 milyona sattı ailelere. Bunun adı da ‘Gökçek’in ev vermesi’ oldu.
Yakınları iş cinayetlerinde yaşamını yitiren Adalet Arayan İşçi Aileleri, seslerini duyurmak, suskunlaşan vicdanları harekete geçirmek, iş cinayetlerinin bir daha olmaması ve adalet mücadelelerini görünür kılmak amacıyla ilk kez 16 Mayıs 2012’de Giresun HES inşaatında hayatını kaybeden işçiler için Vicdan ve Adalet Nöbeti tuttular.
O günden bugüne “İş Cinayetlerini Unutmadık, Unutturmayacağız” diyen aileler düzenli olarak bir araya gelerek nöbeti devam ettiriyorlar.
Aileler, sürdürdükleri adalet mücadelesinde ısrarcı olduklarını her davada, meydana gelen her iş cinayetinde dile getiriyorlar.
Her ayın ilk pazarı “Sorumlular yargılansın istiyoruz” talebi ve temennisiyle Vicdan ve Adalet Nöbeti’ni tutmaya devam ediyorlar.
Onlar, Davutpaşa, Ostim, İvedik, Van-Bayram Otel, Esenyurt, BEDAŞ, Sultanbeyli, Tuzla ve daha nice iş cinayetinde hayatlarını kaybeden işçilerin yakınları.
Yıllardır sürdürdükleri adalet mücadelelerinde yalnız bırakıldılar.
Yakınları gazetelerde birer rakam olmanın ötesine geçemedi. Çığlıkları, feryatları, öfkeleri medyada reyting malzemesi olarak kullanıldı.