Eski eserler estetik güzellikleri için değil, tarihi belge oldukları için muhafaza edilirler.
Cumhuriyet’in başlarında 17 yıl içerisinde ülkemizde 25 arkeoloji müzesi açılırken 1940’tan 1960’a kadar 20 yılda kurulan müzelerin sayısı 10 ile sınırlı kaldı.
1923’te müzelerimiz 109 bin esere sahip iken, bu sayı 1934’te 759 bine ulaştı. Bugün müzelerimizdeki eser sayısı 3 milyon civarında. Müze sayımız 189, özel müze sayımız 183.
ABD’de müze sayısı 17 bin 500, Almanya’da 6 bin 501, turizmde en güçlü rakibimiz İtalya’da 3 bin 790.
Tarihinde 3 imparatorluk görmüş, 72 medeniyete ev sahipliği yapmış ülkemiz, müze sayısı açısından ne yazık ki olması gereken düzeyde değil.
Bu dördü içinde Türkiye, uygarlıkların çeşitlilikleri yönünden en zengin olanı.
Paleolitik, Neolitik çağlar, Hattiler, Hititler, Urartular, Frigler, Lidyalılar, İyonyalılar, Helen Uygarlığı, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Türk beylikleri ve Osmanlılar dönemi...
İnsanın sayarken nefesi kesiliyor.
Böylesine çeşitlilik diğer üç ülkede yok.Ama yazıktır, Anadolu topraklarında günümüze kadar korunarak gelen bu medeniyetlere ait kültürel değerlerin epey bir kısmı kaçak kazılarla tahrip ediliyor ve çok sayıda eser yurt dışına kaçırılıyor.
Devlet de bunları geri getirmek için çabalayıp duruyor.
Bugün, Urartuların vatanı olan ülkemizde bilimsel olarak ortaya çıkmış, belgelenmiş herhangi bir Urartu mezarı yazık ki yok.
Arkeolog İstihdam Platformu Sözcüsü Binnur Çelebi şöyle diyor: “Biz arkeologlara en son Milas Hekotomnos mezarında yaşandığı gibi, soyulup bittikten sonra boş mezarların mimari ölçümleri kalıyor. Bizden önce defineciler gidiyor, sonra biz onların bıraktıklarını toparlamak için gidiyoruz. Osmanlı mezarlıkları bile futbol sahası için sökülüyor, toplum hafızası böylece yavaş yavaş yok oluyor.”
Çalışma Bakanı doğru söylüyordu, gerçekten de mevzuatımızda ciddi eksiklikler yoktu ama yine de tartışıldı; denetimsizliğe, taşerona, ölümcül sisteme lanet edildi.
Ama neticede Soma, yıllardan beri süregelen dramın duraklarından sadece biriydi.
Bizim ülkemizde her gün işçiler ölüyor. Her yıl Soma’da ölenlerin 4 katı işçi, işbaşında can veriyor.
Ve biliyor musunuz ki iş cinayetlerinin en çok yaşandığı sektör madencilik değil, inşaat.
Son 5 ayda 100 işçi gökdelen inşaatlarında yüksekten düşerek can verdi.
Elbette bu işlere kafa yormayan pek çoğumuz teknolojinin vardığı noktaya bakıp şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Filmlerin hayattan daha gerçek olduğunu bir kertede idrak ediyoruz belki ama bilimkurgu söz konusu olduğunda bize izlediklerimiz ya hiç gerçekleşmeyecek fanteziler ya da gerçekleşmesi yüzyıllar alacak şeylermiş gibi geliyor.
Oysa James Bond serisini düşünün...
007’nin teknolojik oyuncaklarını.
O oyuncakların bir kısmının şimdi alelade mağazalarda satılacağına ihtimal verir miydik?
*
Misal size, bugün artık
Pazartesi günkü yazımda Yeşiller ve Sol Partisi’nin Soma Raporu’ndan alıntılarla, ülkemizin “büyüme” yapısının ne ekonomik ne toplumsal ne de ekolojik anlamda sürdürülebilir olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Peki çözüm ne?
Yine aynı rapordan çözüm önerilerini buyrunuz...
? Madencilik ve fosil enerji yatırımlarına verilen devlet desteği kaldırılmalı, doğal kaynak-yoğun sektörler kademeli olarak küçültülmeli.
? Demir-çelik, çimento ve enerji üretiminde dünya liderleri arasına girme hedefinden vazgeçilmeli. Enerjide dışa bağımlı bir ülkeyi, daha az doğal kaynağa dayalı, istihdam ve doğa dostu sektörlerle büyütmek mümkün.
? 2016-2019 arasında, termik santrallerin tasfiyesine başlanmalı, gerçekçi bir süreç içinde yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçiş hedefi konulmalı.
? Toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlikle çelişen hedefler revize edilmeli. Türkiye’deki tüm kömür madenciliği faaliyetleri ILO 176 no’lu vb sözleşmeler imzalanıp mevzuat ve etkin denetim mekanizmaları işlerlik kazanana kadar durdurulmalı. Ancak sözleşmeleri imzalamak uygulandıkları anlamına gelmiyor. Örneğin, çevresel kuralların sıkılığı ve var olan kuralların ne ölçüde dayatıldığına ilişkin Dünya Ekonomik Forumu tarafından yapılan bir anket çalışmasında, Türkiye çevresel düzenlemeler konusunda 85’inci sırada iken,
düzenlemelerin ne kadar ciddiyetle dayatıldığına ilişkin listede 145 ülke arasında 67’nci sırada. Yani çevre konusunda hem düzenleme yetersiz, hem de var olan uygulanmıyor.
İlk 6’ya bakın, inşaat ve inşaatla ilgili fosil enerjiye bağımlı sektörler olduğunu görürsünüz.
Sorun şu ki, bu sektörler dışarıya bağımlı. Termik santrallardan gelen elektriğin yüzde 55.8’i ithal edilen doğalgaz ve kömürle yapılıyor, demir çeliğin hemen hepsi yurtdışından ithal edilen hurda eritilerek üretiliyor.
Yani, bu sektörlerin büyümesi, ithalatın artması ve cari açığın büyümesi demek.
2013’te 100 milyar civarındaki dış ticaret açığının yüzde 56’sı enerji, yüzde 9’u hurda demir çelik ithalatından kaynaklandı.
*
Vizyon 2023 strateji belgesinde 2023 itibariyle dünyanın en büyük 10’uncu ekonomisi olarak Türkiye’de 500 milyar dolarlık ihracat ve kişi başına 25 bin dolar gelir hedeflenmiş.
“Azgelişmişlik bazı ülkelerin çocukluk hastalığıdır ve Avrupa’nın doğrusal evrimini izleyerek ona ulaştıklarında bundan kurtulacaklardır. Kalkınma fetişi ise tam bu noktada devreye girer.” Aslında kalkınma efsanesi, azgelişmiş ülkelerin dünya pazarıyla bütünleşmelerinin ideolojik boyutunu sağlayarak hem uluslararası sömürüyü hem de hiyerarşiyi meşrulaştırıyor ve gizliyordur.
*
Aynı kitabın ikinci baskısının önsözünde Fikret Başkaya sömürgeciliğin sadece maddi bir kategori olmadığına vurgu yapar.
Halkların sömürülmesi, ekonomik
ve toplumsal yapılarının biçimsizleştirilmesi, kültürlerinin tahrip edilmesi, beşeri ve doğal zenginliklerinin yağmalanması, birikmiş zenginliklerinin talan edilmesi bir yana...
Karaburun’da mesela, hiç de irdelenmiyor. Gelişigüzel her yere RES dikiliyor.
****
Karaburun yarımadasında, toplam ve çarpan etkisi değerlendirilmeden tek tek proje bazında “Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Gerekli Değildir” kararları ve üretim lisansları verilen alan, yarımada yüzölçümünün yüzde 61’ine ulaştı. Bu projelerin tümünün gerçekleşmesi halinde Karaburun Yarımadası, Özel Çevre Koruma Alanı (ÖÇKA) yerine enerji üretim sahasına dönüşecek. Yarımadanın çeşitli bölgelerine yerleştirilen rüzgar ölçüm direkleri ise yeni RES yatırımlarının habercisi.
Doğal SİT alanlarının bulunduğu bölgeye köylüler çivi çakamazken, 80 metre yüksekliğindeki tek bir türbini 400-500 metrekare alanı kaplayan santraller kuruluyor.
****
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü Karaburun’un ÖÇKA ilan edilmesi için hazırladığı teklif raporunda şöyle dedi: