II. Abdülhamid döneminde iade-i ziyaret amacıyla Ertuğrul Fırkateyni, 1889 Temmuz’unda İstanbul’dan Japonya’ya yola çıkar. Türk amirali ve heyeti Japonya’da imparator tarafından görkemli bir şekilde karşılanır. Padişahın emri yerine getirilir.
Ve dönüş yolculuğu başlar. Kuşimoto açıklarında tayfuna yakalanan Ertuğrul Fırkateyni 16 Eylül 1890’da kayalara çarparak soğuk Japon denizinde batar. Kazadan sonra II. Abdülhamid’in Hüzün Gemisi olarak anılan bu fırkateynden sadece 69 denizci kurtulur.
Yıl 1985…
Vücudumuzdaki fazla kilolar ne büyük derttir. Vermek için mücadele ettiğimiz, bu uğurda gerekenleri yaparken ısdırap çektiğimiz…
Zayıflamak için türlü türlü diyetler okuruz, araştırırız. Uygulamaya çalışırız, ‘Pazartesi başlayacağım’ deriz, başarırız, başaramayız.
Şimdi sırada bu diyet… Ama bu, bildiğiniz diyetlerden değil. Tamamen farklı… Bedeninize değil aklınıza…
Evet, aklınız için diyet!
Anlatamıyorum da zaten.
Anlatamıyorum da zaten.
Yaşıyorum, hem de iliklerime, her bir hücreme kadar…
Aynada gördüğüm; yüzüme anlam katan bir gülümseme, gözlerimde canlı bir ışık, içten bir bakış…Ve şu anki hislerim, kalbime işlenen ince bir nakış.
İçimdeki kız çocuğu zıp zıp zıplamak, dünyayı kucaklamak, çığlıklar atmak istiyor.
Misafir gelir.
Eş, dost, arkadaş gelir.
Mutluluklar gelir, mutsuzluklar…
Evet oyun sanılıyor hâlâ.
Çocuklar oyun oynarken yapsa bu hareketi, hadi bir derece…
Gerçi şimdi onlardan da uzak tutuluyor bu.
Ama büyükler oynuyor onunla, sanki oyunmuşçasına.
Kafa göz yara yara, yetmiyor masum canları ala ala…
Neymiş, eğlenceymiş; neymiş kutlamaymış!
Duyun, anlayın artık, kimse istemiyor böyle eğlence.
Yıllardır yaşanan onca can kaybına rağmen hâlâ ders alınmıyor.
Birbirimizin yalnızlık soğuğunu yok edip, kalplerimize bahar coşkusu yaşatarak ruhlarımızı sevgiyle ılımanlaştırmıştık.
Oysa şimdi…
Çok uzaklardan gemiler geçiyor. Yaşarken hazzına varılan mutlulukların yaşanmışlığında, kulağımda hayat bulan kahkahalarının yankılarında, yokluğunun fonundaki gecelerin birinde, dudağımdan her çıkışında daha da anlam kazanan adının hecelerinde, kirpiklerimde dalgalanan hüzün bayraklarının gölgesinde yazıyorum bu satırları.
Onda öyle bir giz var ki…
Nasıl desem, nasıl anlatsam…
Anlatılmıyor işte.
Anlatılmıyor ama yaşanıyor.
Ama şu da var ki…
Onu göze alan, bir cesaretle ona giden yaşıyor bu sihri ancak.
Sonra da kopamıyor.
Ne yapıyor, ne ediyor bilemiyoruz ama kendine öyle bir bağlıyor ki…
Değil dört yıl bir gün bile duygusuz yaşanmaz ama…
Geçti işte.
Oysa duyguyla yaşamak…
İçimizdeki gerçek ve samimi hisler…