PaylaÅŸ
Anlatamıyorum da zaten.
Yaşıyorum, hem de iliklerime, her bir hücreme kadar…
Aynada gördüğüm; yüzüme anlam katan bir gülümseme, gözlerimde canlı bir ışık, içten bir bakış…
Ve şu anki hislerim, kalbime işlenen ince bir nakış.
İçimdeki kız çocuğu zıp zıp zıplamak, dünyayı kucaklamak, çığlıklar atmak istiyor.
Hatta dahası…
Ağlamak istiyor sevinçten.
Dünyanın en zenginiyim sanki.
Şu an dünyanın en mutlu insanı benim.
Bir görseniz...
Sanırsınız ki dağlar delebilirim.
Ferhat’ın Şirin için deldiği dağlar gibi…
O kadar yani…
İçim içime sığmıyor mutluluktan.
İki durumda yaşıyorum bu içimin içime sığmadığı anları.
Biri aşkta diğeri az sonra öğreneceğiniz sevda tadındaki heyecanımda. Bu heyecanın yaşattığı anlatılamayan mutlulukta...
İşte karşımda duruyor.
Tanrım! Nasıl bir şeydir bu?
Öyle bir kendine çekiyor ki…
Bana bakıyor, ben de ona…
Bakışına, beni çağırışına karşı koyamıyorum.
Ben de bakıyorum.
Gözümü alıyor.
Kalbim çarpıyor. Hem de nasıl…
Ellerim titriyor.
Biraz masum biraz muzır gülümsüyorum.
Bir kadınla küçük bir kız çocuğunun arasında kalmış biri gibi…
Ne hissediyorum peki?
Bir bilsem ne hissettiğimi…
Uçuyor muyum, yerde miyim, gökte miyim?
Bir bilsem…
Bir anlatabilsem…
Kelebekler uçuyor içimde.
Elim ayağıma dolaşıyor.
Kalbime, ruhuma sığmıyor içimdeki kanat çırpan hisler. Hatta dünyaya, evrene bile…
Sessiz kalıyorum.
Nefes alamıyorum sanki bir an.
Öyle bir duygu ki…
Anlatılmaz bir şey!
Aşk gibi, tutku gibi…
Hani anlatamazsınız ya sevdalıyken içinizdeki hisleri.
Eksik kalır ya sözcükler bile…
İşte şimdiki hislerim de böyle…
Orhan Veli’nin şiirindeki ‘Anlatamıyorum’ dizesi gibi.
Eksik kalıyor kelimeler.
…
O, öyle bir şey ki…
Kalbinize, teninize en özel imzasını atar.
Güneş sıcaklığı gibi…
Rüzgar fısıltısı gibi…                                                             Â
Yağmur damlası gibi…
İçinizde çağlayan nehir, kalbinizde çözülmeyen sihir, sözlere sığmayan şiir gibi…
Kalbinizden, ruhunuzdan taşan duygular…
Aşk…
Hepimizin aşka dair yaşadığı ne varsa...
Hepsi karşımda duruyor işte.
Bir kitap olarak!
Önümde duran; köşe yazılarımı takip eden ama daha önce çıkan üç kitabımı (Buluştuk Konuştuk – 2004 / Kelebeğin Dansı – 2005 / Aşk Kalpte Bir Gölge 2007 ) bilmedikleri için ‘Neden kitap yazmıyorsunuz?’ diye soranları memnun edecek, bu kitaplarımı bilenlerin ise beklediği bir kitap.
Evet 4. kitabım çıktı.
Ve bende, yukarda anlatmaya çalıştığım heyecan durumları…
Daha önce üç kitap çıkarmış biri olarak alışmış olmam, bu kadar heyecanlanmamam gerek değil mi?
Iıııhhh – ııııhhh!
Nerdeeee…
Tam tersi…
Çıkardığım kitap sayısı arttıkça; heyecan, mutluluk ve sorumluluk da o oranda artıyor bende. Hani çocuğu olduğunda farklı bir sorumluluk alır ya insan… Aynen öyle…
Bu kitap (önceki üç kitabım da) bir nevi benim çocuğum aslında. İçimde; mutluluk, aşk, tutku, hüzün ve yaşadıklarımla beslenip doğan…
Sıfırdan, yoktan bir şeyler yaratıp, ortaya çıkarıyorsunuz. Düşündüğünüz; aklınızdan geçen düşünceler, içinizden geçen hisler kağıt üzerinde hayat buluyor. İnsanlara ulaşıyor. Bu nedenle bana göre, Sayın Zülfü Livaneli’nin de dediği gibi, ‘Yazmak mucize bir şey!’
Öyle değil mi?
Yazanlar anlayacaktır sanırım ne demek istediğimi.
Yazı öyle bir güce sahip ki… Yaptıramadığı şey yok. Hislerinizin tercümanı, duygularınızın dökümü olur, satır satır, yaprak yaprak.
Gülümsetir, ağlatır, kızdırır, sevindirir.
Küstürür barıştırır, yakınlaştırır, uzaklaştırır.
Uçurur, süründürür.
Kalbinizin kapısını aralar, bazen ruhunuzu yaralar.
Sevincinize serpilen hare, derdinize derman olur harflerle, kelimelerle, cümlelerle…
Tıpkı aşk gibi…
İşte önce uçurup sonra süründüren aşkın kalbimize, tenimize, ruhumuza bıraktığı izlerin imgesi olan cümleler, bu kitaptaki yazılar aracılığıyla okurlara sunuldu.
Gerisi size kalmış!
Haa, unutmadan Sonsuz Kitap’tan çıkan kitabımın adı…
KALBİNDEN ÖPÜYORUM SENİ!
Aşkın değerini bilen, sevilmeye ve öpülmeye layık kalplere…
                                                                           Â     MELÄ°KE BÄ°RGÖLGE
PaylaÅŸ