Akdoğan’ın HDP korkusunun nedeni

Haberin Devamı

BAŞBAKAN Yardımcısı Yalçın Akdoğan, TRT’de katıldığı bir programda HDP’nin barajı geçmesinin “birtakım sıkıntılar” doğuracağını söyledi.
“Yani bir siyasi partinin barajı geçmesinde sıkıntı olmaz ama bir tarafta bir terör örgütü varsa, elinde silah olan adam varsa, bunun vesayetinden kurtulamayan, onun uzantısı olan bir şekilde onun amaçlarına hizmet eden bir siyasi anlayış varsa bunun normal bir şeymiş gibi görülmesinin üreteceği başka sorunlar olur diye düşünüyorum” dedi.
Akdoğan, HDP’nin İmralı’dan getirdiği Abdullah Öcalan’ın çözüm süreci ile ilgili açıklaması Dolmabahçe’de okunurken, HDP heyeti ile birlikteydi, önce bunu bir hatırlayalım.
Yani esasında Akdoğan’ın, HDP’nin bağımsız adaylarla seçime girip Meclis’te temsil edilmesine, “barış süreci”nde Öcalan ile PKK arasında haber getirip götürmesine bir itirazı yok.
Öyle olsaydı, o toplantıda da bulunmak, ortak fotoğraf karesine girmek istemezdi.
Demek ki itirazı esasen, HDP’nin parti olarak seçime girip barajı geçmesi ile ilgili.
Ve o rahatsızlığın nedeni de Beştepe Sarayı sakininin “başkanlık” hesaplarının bu gelişme nedeniyle suya düşecek olması.
Çünkü akıllarında fikirlerinde sadece bu var: “Türk tipi başkanlık” sistemi getirmek ve dizginlenemeyen hırsıyla Recep Tayyip Erdoğan’ı, seçilmiş padişaha dönüştürmek! Onun için HDP’nin yüzde 10’luk seçim barajına takılmasını istiyor ki HDP’nin çok oy aldığı bölgelerde ekstradan milletvekili çıkarabilsinler, Anayasa’yı kimse ile konuşup uzlaşmak zorunda kalmadan değiştirebilsinler.
Milyonlarca kişinin TBMM’de temsil edilemeyecek olması umurlarında değil.
Çünkü “milli irade” kavramından anladıkları tek şey kendi iradelerini yerine getirecek bir Meclis çoğunluğuna sahip olmak.

Haberin Devamı

Monşer, yoksa milletine yabancı mı?


BURSA Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret eden Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Volkan Bozkır’a, Belediye Başkanı AKP’li Recep Altepe, Bursalı bıçak ustaları tarafından yapılan Zülfikâr kılıcı hediye etti.
Bizim devlet adamlarımızın olur olmadık her yerde espri yapma alışkanlıkları vardır, bilirsiniz.
Kimsenin gülmeyeceği espriler yaparlar ama etraflarındaki zevat, ayıp olmasın diye güldüğü için esprilerinin de çok beğenildiğini zannederler.
Yine öyle olmuş. Bakan Bozkır, “Bu palayı elimize alırsak AB’ye daha rahat gireriz diye bir kanaat oluştu bende?” demiş. Gülüşmüşler!
Yalınkılıç AB’ye girmek isteyen bir “müzakereci” daha önce sanıyorum ki AB’nin karşısına hiç çıkmamıştı.
Tabii bir de işin “pala” bölümü var!
Hediye edilen silah Hz. Ali’nin kılıcı Zülfikâr’ın bir kopyası.
Bozkır eğer mesela CHP’li bir politikacı olsaydı, yandaş medyanın diline feci halde düşmüş olurdu.
“Monşer, milletine yabancı, Zülfikâr’ı tanımadı, pala dedi” diye tefe konulmuştu.
Allah’tan AKP’de siyaset yapıyor da böyle bir iş başına gelmedi!

Haberin Devamı

Hukuk devletinden kırıntı kalmadı


CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanan avukat Umut Kılıç’ın tutukluluk haline itiraz etmek için adliyeye giden baro avukatları dilekçelerini verecek Sulh Ceza Hâkimi bulamamışlar. Bu haberi gazetelerde okudum.
Demek ki ya hâkimlerin hepsinin birden bir işi çıkmış ya da saklambaç oynamaya karar vermişler ama avukatlar onları sobeleyememiş!
Umut Kılıç olayı, Türkiye’nin artık “kırıntısıyla bile” hukuk devleti olmadığını gösteren bir örnek olaydır.
Hukuk devleti, “kendi koyduğu kurallar ile bağlı olan devlet” anlamına gelir.
Yargıçlar, bu kuralları uygulayarak millet adına yargılama yetkisini kullanırlar ve onları bağlayan kurallar, kanunlardır.
CMK, tutuklama kararının verilebilmesi için “kuvvetli suç şüphesinin varlığını” arıyor.
“İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez” de diyor.
Tutuklama kararının verilebilmesi için sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesinin uyandıracak somut olgular gerekiyor.
Söz konusu kişi bir avukat, yeri yurdu belli ama yine de tutuklanmış.
Tutuklama için sanığın “delilleri yok etme ve gizleme olasılığı veya tanıklar üzerinde baskı uygulama olasılığı” da aranıyor.
Söz konusu davanın tek delili, Adalet Bakanlığı bürokratlarının tuttuğu tutanak ve o da zaten dosyanın içinde.
Demek ki delilleri gizleme olasılığı yok, tanıklara baskı yapması zaten söz konusu bile değil, hepsi anlı şanlı bakanlık bürokratı.
Kanun, tutuklama kararının verilirken “gerekçe” gösterilmesini de emrediyor. Yargıç, sanığın kaçacağına, delilleri karartacağına, tanıklara baskı yapacağına neye dayanarak karar vermiş, bunu belirtmiş olmalıydı.
Ama o da yok.
Kılıç’ın işlediği iddia edilen suçtan mahkûm olursa, hükmün açıklanması ertelenecek. Yani hapis yatmasını gerektirecek bir durumu yok, ama yine de tutuklu yargılanmak isteniyor ki hapiste kısa bir süre de olsa sürünsün!
Bu kararı veren ve itirazı reddeden hâkimler, bu ülkenin kanunlarıyla bağlı değilse, kafalarına göre karar verebiliyorlarsa, bu devletin bir hukuk devleti olduğundan söz edebilir miyiz?
Bu normal olarak bütün ülkenin ayağa kalkmasını gerektiren bir uygulama ama bir avuç avukattan başka sesini çıkaran da yok.
Bugün bir avukata bile bu muamele yapılabiliyorsa, yarın biz sıradan vatandaşlara neler yapılmaz?

Yazarın Tüm Yazıları