Konuşmanın ilginçliği seçtiği sözcüklerden kaynaklanmıyor.
Bildiğimiz şeyleri tekrarlıyor aslında ama o bildiğimiz şeyleri ifade ediş tarzı da “içindeki otokratı” bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı şöyle diyor:
“Beyler, Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır. İster kabul edilsin, ister edilmesin. Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değiştirilmiştir.”
‘‘HER kadının gönlünde bir faşist yatar. / Suratına ver tekmeyi, hayvan / Senin gibi hayvandır, hayvandır kalbi.”
Bu şiir, yaşamına çok genç yaşta intihar ederek son veren şair Sylvia Plath’a ait.
Yusuf Eradam’ın Plath’ın sanatını çözümlediği “Sylvia: Ben’den önce tufan” (Kırmızı Kedi Yayınları) isimli incelemesini okurken rastladım bu şiire.
Doğrusunu isterseniz irkildiğimi de söylemeliyim.
Plath’ın manik–depresif kişiliğinin, babasına olan açıklanamayan nefretinin bir sonucu olarak yazılmış olmalı bu satırlar.
Kim bilir, sekiz yaşında babasının ölümüyle ruhunda meydana gelen derin yarılma olmasaydı, belki ne o şiirleri yazabilecekti, ne de genç yaşta bu dünyadan çekip gitme kararını verebilecekti.
İlk şiirinin, babasının öldüğü yıl, sekiz yaşındayken yayınlanmış olması bir tesadüf olmamalı.
HERKESİN tahmin ettiği şey gerçekleşti ve AKP ile CHP arasındaki koalisyon görüşmeleri bir sonuca ulaşamadı.
Seçim gecesi yazdığım yazıdaki tahminim doğru çıktı, “Erdoğan seçimi zorlamak ister” demiştim, oyun planının ilk aşamasını başarıyla tamamlamış bulunuyor.
Davutoğlu, dün MHP ile yeniden bir temas kurabileceğini söyledi ama onu da engelleyecek olan Erdoğan’dan başkası değildir.
Bundan sonraki hedefi, Anayasa gereği bir seçim hükümeti kurmak yerine, bir AKP azınlık hükümeti kurmak ve seçime öyle gitmektir.Çünkü bir AKP azınlık hükümeti demek, devlet olanaklarının seçimde sınırsız kullanılması demek.
Bunu nasıl yapabilir:
Elinde böyle bir olanak var. Ahmet Davutoğlu’nun kuracağı yeni bir hükümeti atayabilir ve Meclis’ten bir seçim kararı çıkartabilir.
Bu hükümetin güvenoyu alabilmesi için muhalefet partilerinden birinin oylamaya katılmaması ya da katılıp çekimser oy vermesi yeterlidir.
AHMET Davutoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesinden sonra iyimser bir havanın olduğu söyleniyor.
“İyimser havayı” bozmak istemem. Onun için ilk görüşmeden sonra tarafların önerileri üzerine düşündüklerimi yazmakla yetineyim.
Hürriyet’in haberine göre liderler, “pozitif gündemli, süreli koalisyon” fikri üzerinde yoğunlaşmışlar.
İyi de yapmışlar, çünkü zaten bizim ülkemizde bir koalisyon hükümetinin gürültüsüz patırtısız dört yıllık süreyi tamamlayıp, normal sürede seçime gitmesini beklemek pek gerçekçi değil.
Bizim gibi demokratik uzlaşma kültürünün gelişmediği bir siyaset ikliminde her koalisyon bozulur.
Onun için koalisyona önceden bir program dahilinde ömür biçmek, seçime gereksiz tartışmalarla gidilmesini ne önler.
En azından “Koalisyonu sen bozdun–hayır, ben değil sen” gibisinden bir kayıkçı kavgasına tanıklık etmemiş oluruz.
ARAŞTIRMALAR gösteriyor ki yenilenecek bir seçimde de sonuç üç aşağı beş yukarı böyle olacak.
Dört partili bir Meclis’te, tek başına hükümet kuracak çoğunluğu kimse elde edemeyecek.
Gazetelere yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki AKP’de çalışmalar yapılmış, az bir oy farkıyla kaybedilen milletvekillikleri hesaplanmış ve şimdi yenilenecek seçimde oralara yüklenirlerse bu milletvekilliklerini alacaklarını hesaplıyorlarmış.
Benzeri çalışmanın diğer partilerde de yapılmadığını düşünmek için bir neden yok.
Onlar da az oy farklarıyla milletvekillikleri kaybettiler, şimdi onların da oralara yükleneceklerini varsayabiliriz.
İllerde gösterilen adayların, yerel kampanyaların seçim sonuçları üzerinde elbette etkisi vardır ama “her şeyi” değiştirecek bir sonuç bunlardan çıkmaz.
Bu yazıyı yazdığım saatte henüz Ahmet Davutoğlu ile Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesi başlamamıştı, dolayısıyla iki partinin koalisyon için pazarlığa oturup oturmayacaklarını henüz bilmiyorum.
Kalaşnikoflar, pompalı tüfekler, tabancalar ve el bombalarından oluşan 80 bin silah.
Havuz gazetesinin haberine göre, devletin istihbarat organları bu adresleri tek tek tespit etmiş.
Zaten raporu da onlar yazmış.
Hatta hangi adreste, hangi marka ve cinsten silahtan kaç adet depolandığı bilgisi bile bizim istihbaratçılarda mevcutmuş.
DİKKATİMİ çeken şey haberin başlığı oldu: “Kıskanırsam, ayrılırım!”
Temmuz ayının son günleriydi, tatildeydim, Milliyet’in sürmanşetinde bu sözleri görünce hemen bir “screen shot” yapıp arşivime attım.
İsimler önemli değil, bir dizi setinde tanışıp birbirlerine âşık olduktan sonra geçen yıl evlenen genç çiftten erkek olanı söylüyor bu sözü.
Cümlenin gelişi de şöyle olmuş: “İlişkimizde kıskançlığa yer yok. Önceki ilişkilerimde ‘Neden kıskanmıyorsun’ sorusu nedeniyle çok tartıştım. Bir de ayrıca o kadar kıskansam ayrılırım. Manyak mı olacağım?”
“Manyak mı olacağım” vurgusuna dikkatinizi çekmek isterim.
Bu vurgudan anlıyoruz ki genç arkadaşımız kadın-erkek ilişkilerindeki “kıskançlık” konusunu bir tür manyaklık olarak görüyor.
İlişkide olduğu kadını kıskanacak olursa da manyak durumuna düşmemek için hemen ayrılmayı tercih ediyor.
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile pazartesi günü buluşup, koalisyon konusunu konuşacak.
Normal olarak bu haberin heyecan uyandırması gerekirdi ama öyle olmadı.
Çünkü Beştepe sakini “rol çaldı”, koalisyon mu olacak, erken seçim mi olacak, kararını o verecek.
Tahmin ettiğim gibi Cumhurbaşkanı, seçime bir AKP hükümetiyle gidecek.
Çünkü Anayasa gereği bir erken seçim kararı alırsa kurulacak seçim hükümetinde CHP, MHP ve HDP’ye de bakanlıklar verilmesi gerekiyor.
Bunun sonucu devlet olanaklarının bu seçim için AKP’nin emrinde olmaması demek ki buna da alışkın değiller.
Kampanyanın önemli bölümünü devlete finanse ettirmek gibi bir alışkanlık kazandılar, bundan vazgeçemiyorlar.