Paylaş
AHMET Davutoğlu ve Kemal Kılıçdaroğlu görüşmesinden sonra iyimser bir havanın olduğu söyleniyor.
“İyimser havayı” bozmak istemem. Onun için ilk görüşmeden sonra tarafların önerileri üzerine düşündüklerimi yazmakla yetineyim.
Hürriyet’in haberine göre liderler, “pozitif gündemli, süreli koalisyon” fikri üzerinde yoğunlaşmışlar.
İyi de yapmışlar, çünkü zaten bizim ülkemizde bir koalisyon hükümetinin gürültüsüz patırtısız dört yıllık süreyi tamamlayıp, normal sürede seçime gitmesini beklemek pek gerçekçi değil.
Bizim gibi demokratik uzlaşma kültürünün gelişmediği bir siyaset ikliminde her koalisyon bozulur.
Onun için koalisyona önceden bir program dahilinde ömür biçmek, seçime gereksiz tartışmalarla gidilmesini ne önler.
En azından “Koalisyonu sen bozdun–hayır, ben değil sen” gibisinden bir kayıkçı kavgasına tanıklık etmemiş oluruz.
Bir koalisyon kurulacak olursa esasen yapılması gereken de ülkedeki normalleşmeyi sağlamak hedefini koymaktır.
Türkiye, malum şahsın keyfi yönetim anlayışı nedeniyle kurumları hırpalanmış, hukuk düzeni altüst olmuş bir ülkeye dönüştü.
Bir koalisyonun ilk hedefi bu olmalıdır ki yeniden normale yaklaşalım.
Yargı bağımsızlığını sağlayacak, kuvvetler ayrılığını güçlendirecek, demokratik kurumları işler hale getirecek bir koalisyonun, ortakların hesabına ilk seçimlerde olumlu yansıyacağını söylemek falcılık olmaz.
Elbette bir yeni demokratik anayasa da böyle bir büyük koalisyon eliyle gerçekleştirilebilir, parlamenter sistemin tıkanmasına neden olan Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu, iyileştirilebilir.
Yeter ki taraflar samimi olarak bunu yapmak üzere yola çıksınlar.
Samimiyet konusuna gelince: Dilerim ki bu görüşmeler “Dostlar alışverişte görsün” mahiyetinde değildir!
Hukuk herkese lazım olur
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir zamanlar kendi zırhlı Mercedes’ini verecek kadar çok sevdiği savcı Zekeriya Öz, savcı Celal Kara ile birlikte kaçmak zorunda kaldı.
Çünkü “Hükümete darbe yapmak için örgüt kurmak” gibi ağır müebbetlik bir suçla yargılanacaklar.
Zekeriya Öz, kudretli savcı olarak önüne gelen herkesi tutuklar, olmadık suçlar icat ederek davalar açarken söylediğim şeyi yine tekrarlayayım: Hukuk, herkese lazımdır, önünde sonunda lazımdır!
Bugün Öz ve Kara’yı suçlayanlar için de günün birinde aynı şeyi yazmak zorunda kalmamayı dilerim.
Daha önce meslekten atılan bu savcılar “cebir ve şiddet kullanarak TC hükümetini ortadan kaldırmaya, görevini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs” suçundan yargılanacaklar.
Ama herkes biliyor ki bunu yapacak ne silahları vardı, ne de orduları.
Onların suçu bakanların ve çocukların hırsızlık ve rüşvetlerini ortaya çıkarmaktı, şimdi bu nedenle darbecilikle suçlanıyorlar.
17 ve 25 Aralık’ın “darbe girişimi” olduğunu başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, AKP propaganda mekanizması pompaladı.
Oysa bu bir darbe girişimi değildi.
Normal bir demokraside böyle bir suçlama olunca, bakanlar istifa ederler ya da görevlerinden alınırlar ve yargılanırlardı. Suçlu olan hapse girerdi, suçsuz olan alnının akıyla siyasete dönerdi.
Kimse TBMM’nin görevini yapmasını engellememişti çünkü. İstifa edenlerin yerlerine yenileri atanır, hukuki süreç işlerdi.
Meclis açıktı, hükümet görevinin başındaydı, Cumhuriyet’in ordusu ve polisi silahlı bir kalkışma içinde değildi.
Bugünün savcılarının, şimdi bu “cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirme teşebbüsünü” nasıl kanıtlayacaklarını, delillendireceklerini gerçekten merak ediyorum.
Zekeriya Öz’ün daha önce yazdığı türden bir iddianameye ümitlerini bağladılarsa, o iddianamenin başına ne geldiyse, bunun başına da aynısı gelir, şimdiden söylemiş olayım.
Tekrarlıyorum: Hukuk önünde sonunda herkese lazım olur!
Cadı avı fırsatını kaçırmazlar
PAZARTESİ günü Mehmet Tezkan’ın Milliyet’teki köşesinde, gazete–dergi çalışanlarının çok aşina olduğu bir “tashih hatası” vardı.
Teknoloji ilerlediğinden beri böyle hatalar sıkça olabiliyor, çünkü artık düzeltmelerin önemli bölümünü editoryal sistemlerdeki hazır programlar yapıyor.
Ve nedendir bilinmez bazen sayfa ekranındaki zahiri görüntüde bir hata görünmez iken baskıya giden dijital sayfada hatalar çıkabiliyor.
Bunların bir kısmı sonradan baskı sırasında kâğıt üzerinde çıplak gözle görülüp düzeltiliyor, bazısı da gözden kaçıyor.
Tezkan’ın yazısında, yazı programındaki bir tireleme hatası nedeniyle “Cumhurbaşkanı” kelimesi, “Cumhurbaş – kanı” şeklinde çıkmıştı.
Sabah yazıyı okurken “Eyvah, bunu şimdi Tezkan’ı linç etmek için bahane yaparlar” diye de aklımdan geçirmiştim.
Nitekim, öyle de oldu, bu işler için aportta bekleyen iktidar medyası üzerine atladı.
Tezkan’ın “Cumhurbaşkanı’nın kanını istediği” yorumları önce internet sitelerinde boy gösterdi, akşam da televizyon ekranlarında tekrarlandı.
Bunu yazanlar, söyleyenler de hesapta gazeteci ve aynı problemler onların da başına mutlaka geliyor.
Ama onlar işin bu kısmıyla değil, muhalif gördükleri yazarları, gazetecileri linç etmek, mümkünse işinden attırmak kısmıyla ilgililer.
Amerika’daki McCarthy döneminin cadı avına benzer bir cadı avı psikolojisi içindeler, ellerinden gelse beğenmedikleri herkesi linç edecekler.
İleride Türkiye basın tarihi yazılırken yaptıkları işler nedeniyle virgül bile olamayacak tipler, bu özellikleriyle kara sayfalara uzun bölümler halinde konu olacaklar.
Paylaş