Paylaş
Konuşmanın ilginçliği seçtiği sözcüklerden kaynaklanmıyor.
Bildiğimiz şeyleri tekrarlıyor aslında ama o bildiğimiz şeyleri ifade ediş tarzı da “içindeki otokratı” bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Cumhurbaşkanı şöyle diyor:
“Beyler, Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır. İster kabul edilsin, ister edilmesin. Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değiştirilmiştir.”
Bizlere hitap ettiği tarzda hitap edecek olursak, şöyle diyebilirim:
Bayım, Türkiye’de 10 Ağustos 2014 tarihinde sadece cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa değişikliği oylanmadı, Anayasa değişmedi!
Evet bayım, siz 10 Ağustos 2014 tarihinde uyacağınıza namusunuz ve şerefiniz üzerine yemin ettiğiniz Anayasa’da yazılı görevleri yerine getirecek bir Cumhurbaşkanı olarak seçildiniz.
Şimdi o yemini unutmuş olabilirsiniz, üzerine yemin ettiğiniz kavramlar size bir şey ifade etmiyor olabilir, bu sizin sorununuz, bizlerin değil.
Seçilirken hangi göreve talip olduğunuzu biliyordunuz. Anayasa’yı biliyordunuz.
Millet de sizi o Anayasa’ya göre seçti, o Anayasa’nın sınırları içinde kalmanız için seçti.
Eğer bunu beğenmiyorsanız yapacağınız şey bellidir: İstifa eder, millete gidersiniz.
Hazır genel seçimler de var, partinizin başına geçer, Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluk elde etmeye çalışırsınız.
Millet sizin anlattıklarınızdan ikna olursa, oyunu verir, siz de Anayasa’yı istediğiniz gibi değiştirir, sonra tekrar seçime gider, istediğiniz gibi başkan olursunuz.
O gün gelene kadar bu Anayasa’ya sinirden köpürseniz bile uymak zorundasınız.
Anayasa’yı göz göre göre ısrarla çiğnemeye devam ederseniz, sonunda olacak olan şey meşruiyetinizin tartışılmaya başlanmasıdır.
Bu arada makamın saygınlığını kaybetmesinden hiç söz etmiyorum.
Halkın verdiği oya azıcık saygınız varsa, o oyun değerini bilin, sizi seçtikleri göreve alışmaya çalışın.
BUNA ‘SİVİL DARBE’ DİYORUZ
- CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Rize’deki konuşmasında, fiilen bir “yarı başkanlık sistemi” oluştuğunu ima ettikten sonra şöyle bir cümle de kurdu:
“Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun, hukuki çerçevenin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.”
“Fiili durumun, hukuki çerçevesinin yaratılmasının anayasal olarak kesinleştirilmesi” eylemine “darbe” diyoruz.
Türkiye’de de, dünyanın darbe yapılan yerlerinde de böyle oldu.
Darbeciler önce ellerindeki gücü kullanarak fiili bir durum yarattılar, sonra da o fiili duruma hukuki bir meşruiyet kazandırmak için kendilerine uygun bir anayasa yaptılar.
Bunu askerler yaptığı zaman “askeri darbe” adı veriliyor. Siviller gerçekleştirirse de “sivil darbe”!
Bir de Saray’da yapılan darbe türü var ki o mevcut hukuki durumun korunarak sadece yönetimin değiştirilmesiyle ilgili. Yani konumuzun dışında.
Şimdi Erdoğan’ın sözlerine geri dönelim:
Bu konuşmasıyla Cumhurbaşkanı aslında kendisini bir “başkan” ya da “yarı başkan” ya da “partili cumhurbaşkanı” olarak ilan ediyor.
Bu ilan ettiği şeyin Anayasa’da yeri var mı? Yok!
Bu ilan ettiği şey, TBMM’de oylanıp kabul edilmiş mi? Hayır!
Halkoyuna, referanduma sunulmuş ve onun onayı aranmış mı? Kesinlikle hayır.
Peki neye dayanarak kendisini bir tür “başkan” ilan edebiliyor ve bu ilan ettiği şeyin anayasal-hukuki çerçevesinin çizilmesi gerektiğini emrediyor?
Elinde tuttuğu güce dayanıyor!
Ortada yetkilerine sahip çıkacak bir Başbakan, hükümet ve TBMM çoğunluğunun olmamasının kendisine verdiği güce dayanıyor.
O güç ile anayasal düzeni değiştiriyor, değiştirdiğini ilan ediyor, TBMM’ye de bunu onaylamak görevi kalıyor.
Kenan Evren’in yaptığı işten ne farkı var?
O da elindeki güce dayanarak önce kendisini devlet başkanı ilan etti. Toplama bir Meclis’te istediği anayasayı yaptırdı. Halka onaylattı ve meşruiyetinin dayanağı da o anayasa oldu.
Ve tıpkı bugün olduğu gibi o gün de bu darbe girişimine direnebilecek ne bir hükümet vardı ne de bir TBMM.
Türkiye, bir kez daha darbeye tanık oluyor, aradaki tek fark bunun siviller tarafından gerçekleştirilmekte olması.
ŞEMS’E BİR HALLER OLDU!
STAR Medya Grubu’nun patronu “Şems” Ethem Sancak, kendi sözlerine erişim yasağı getirilmesi için mahkemeye başvurmuş.
Kendi gazetesinde yayınlanan, kendi sözleri için!
Hâkim bey de Şems’in isteğini ikiletmemiş ve 50 ayrı haber sitesindeki söyleşiye erişim engeli getirilmesine karar vermiş.
İlginç bir durum bu.
Kendi kontrolü altında, herkese açık yayın yapan bir gazetede yayınlanan kendi sözlerini (ki daha sonra “yanlış anlaşıldı, yanlış aktarıldı” gibi bir açıklama da yapmamıştı) sansürletmek istiyor ve yargıç da bunu sorgusuz sualsiz kabul ediyor.
Hani nerede kaldı halkın haber alma hürriyeti?
Hatırlarsınız o söyleşide Şems Ethem şöyle diyordu:
“Anam, babam, çocuklarım sana feda olsun Erdoğan. Erdoğan’ın dürüstlüğünü, yiğitliğini gördüm, gördükçe âşık oldum.”
Sancak, bu aşkı da Mevlana ile Şems aşkına benzetmiş “Böyle bir ilahi aşk iki erkek arasında olabiliyor” demişti.
Şimdi ne değişti de bu sözlerinin unutulmasını istiyor, gerçekten merak ettim.
Artık anasını, babasını, çocuklarını Erdoğan’a kurban etmekten mi vazgeçti?
Yoksa “dürüstlük, yiğitlik meselesinde bir fikri bulanıklık” mı baş gösterdi?
Paylaş