Bu kez birinciliği Yeni Şafak kazandı, Karagül Bey’i kutlarım.
Karagül, ak tolgalı beylerbeyinden aldığı işareti iyi değerlendirmiş, şöyle yazıyor:
“Türkiye, Suriye’ye müdahale etmeli!”
Ama bu müdahale artık nasıl olacak ise İran ve Rusya ile çatışmaya girmeden olacak ve böylece Suriye’nin, Türkiye karşıtı bir “garnizona” dönüşmesi engellenecekmiş.
Karagül’ün sözleri şöyle bitiyor: “Buna savaş çığırtkanlığı diyecekler, biliyorum, ama bu müdahale olmazsa, birkaç yıl sonra Türkiye’nin parçalanmasını tartışıyor olacağız. Bir yere not edin!”
Karagül de, Suriye krizinin ilk günlerinde “Üç saatte Halep’i, beş saatte Şam’ı alır, Emevi Camisi’nde sabah namazını eda ederiz” diyen öteki sivil generaller gibi!
Kaç ay askerlik yaptı, merak ettim. Ama şunu söyleyeyim ki artık Rusya ve İran ile çatışmayı göze almadan bu müdahale yapılamaz.
“Rusya’nın bu yaklaşımını gülerek karşılıyorum.”
Ertesi gün gazetecilerin “Suriye’de bir fiili durum oluşturulur mu” sorusunu da şöyle karşıladı:
“Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. 1 Marttezkeresinin yanındaydım, karşı olanlar bunu açıkça söylemediler. 1 Mart tezkeresi kabul edilip, Türkiye, Irak’ta olsaydı, Irak’ın durumu böyle olmazdı.”
1 Mart tezkeresinin ne olduğunu hatırlamayanlar için bu tezkerenin resmi adının “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için hükümete yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi” olduğunu belirteyim.
Bunlar, Rusya’yı takip ederler, devlet görevlilerinin resmi törenlerdeki duruşlarından ya da gazetelerde yayımlanan fotoğraflarının büyüklüğünden, hangi sayfada yayınlandığından bile sonuçlar çıkarabilirlerdi.
Önemli bir görevi yerine getirirlerdi, çünkü normal bir Batılının Rusya’yı sadece politik demeçleri, açıklamaları takip ederek anlayabilmesine olanak yoktu.
Bugün de hâlâ aynı şey geçerli aslına bakarsanız.
Batılı gibi düşünürseniz, Rusya’da nelerin olup bitmekte olduğunu kolayca anlayamazsınız.
Bu komisyondan yeni bir anayasa gerçekten çıkar mı diye soracak olursanız “Hiç sanmıyorum” yanıtını verebilirim.
Çıkmaz çünkü bir önceki dönemde Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu tıkayıp çalışmaların durmasına neden olan konu aynen gündemde ve partilerin pozisyonlarında da bir değişiklik yok.
Başbakan iktidar partisinin “başkanlık sistemi” konusunda ısrarlı olacağını bir kez daha açıkladı.
Diğer partilerin pozisyonunu da biliyoruz, hepsi bu sisteme karşı.
“Manisalı Lawrence” benzetmesine mi? “Cübbeli Bülo” manşetine mi?
Yoksa ismi söylenemeyecek kadar kötü bir insanmış gibi “O zat” denilerek anılmasına mı?
Tahminim şu ki herhalde en çok kendisinden “O zat” diye söz edilmesine içerlemiştir.
Çünkü öbür hitapların mucitleri, “O zat” diyenin yanında solda sıfır bile olamazlar.
“Türk tipi başkanlık sistemi” kuvvetler ayrılığına değil, kuvvetler uyumuna dayanacak!
Çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz kuralı, bizim Türk tipi başkanlık sisteminde uygulanmayacak.
Cumhurbaşkanı şöyle anlatıyor:
“Yargı organlarıyla, yasama ve yürütme arasında eskiden beri süregelen sıkıntıların temelinde mevcut Anayasa’nın güçlerin uyumunu değil, çatışmayı esas alan anlayışı var. Yeni anayasanın ruhu çatışma yerine uyum mantığıyla oluşturulacak.”
Demokrasiler ile otoriter rejimleri birbirinden ayıran en önemli şey, güçler ayrılığıdır.
İster parlamenter sistem olsun, ister başkanlık sistemi, eğer güçler ayrılığı yok ise orada bir demokrasiden söz edilemez.
Cumhurbaşkanı daha sonra şunu da söyledi:
Hürriyet Gazetesinin 19/09/2015 tarihli nüshasının 21. sayfasındaki Mehmet YILMAZ’a ait “Mizah değil aynıyla vaki” başlıklı köşe yazısında öne sürülen; bir gazetede yayımlanan haberlerde Aydın DOĞAN’a hakaret ve iftirada bulunulduğundan bahisle ceza davası açıldığı halde aynı haber nedeniyle Doğan Medya Grubu aleyhine soruşturma başlatıldığı, HSYK’yı arkasına alan bir “örgütün” ülkedeki muhalifleri korkutmak için savcılara baskı yaptığı iddiası tamamen gerçek dışıdır.
Yargı mercilerince yürütülen soruşturmaların HSYK ile hiçbir ilgisi bulunmamakla birlikte, Kurulumuza yönelik ithamlar nedeniyle yaptığımız araştırmada; Güneş Gazetesinin 3-4-6 Nisan 2015 tarihli nüshalarındaki bazı ifadeler nedeniyle sorumlu müdür hakkında ceza davası açıldığı, Doğan Medya Grubu hakkındaki soruşturmanın ise Ankara ve Konya Cumhuriyet Başsavcılıklarınca yürütülen soruşturmalarla, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca Güneş Gazetesinin 10/09/2015 tarihli nüshasındaki bir haber dikkate alınarak başlatılan bir soruşturmanın birleştirilmesi suretiyle yürütüldüğü anlaşılmış olup, 3-4-6 Nisan 2015 tarihli haberlerin Doğan Medya Grubu aleyhine soruşturma konusu yapıldığı iddiası gerçeğe aykırıdır.
Ayrıca, yazıda yer alan ülkemizde “tek adam rejimi” kurmaya çalışan bir örgütün “emrindeki” HSYK’yı arkasına alarak savcılara baskı uygulandığı şeklindeki Kurulumuza yönelik mesnetsiz ve hakaretamiz ifadelerin basın hürriyetinin sınırlarını aştığı tartışmasızdır.
Bu durumda yargı bağımsızlığının güvencesi olan Kurulumuza yöneltilen haksız ithamlarla toplumun yargıya güvenini sarsmaya matuf bu yazının yazarını, basın meslek ilkelerini okumaya ve bu ilkelerde özenle vurgulanan “haberin doğruluğunu araştırma yükümlülüğüne” uygun davranmaya davet ediyoruz.
Savcılık Dündar ve Gül için bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet ve 30 yıla kadar da hapis cezası istedi.
Dosya, 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş ki Dündar ve Gül, Selam Tevhid davası diye de bilinen ve Fethullah Gülen cemaatinden isimlerin yargılandığı dava ile birleştirilebilsin.
İlginç olan şey, savcılığın Dündar’ın bazı yazılarını da delil olarak dosyaya koymuş olması.