Paylaş
Bu komisyondan yeni bir anayasa gerçekten çıkar mı diye soracak olursanız “Hiç sanmıyorum” yanıtını verebilirim.
Çıkmaz çünkü bir önceki dönemde Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu tıkayıp çalışmaların durmasına neden olan konu aynen gündemde ve partilerin pozisyonlarında da bir değişiklik yok.
Başbakan iktidar partisinin “başkanlık sistemi” konusunda ısrarlı olacağını bir kez daha açıkladı.
Diğer partilerin pozisyonunu da biliyoruz, hepsi bu sisteme karşı.
Başbakan, meselenin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ismi etrafında yürümemesi gerektiğini söylüyor ama işin gerçeği de şu ki yapılmak istenen şey kuvvetler ayrılığına önem vermeyen bir anayasa ile tek adam yönetimi kurmak.
Şurası bir gerçek: Bugün uygulanan “Türk tipi” parlamenter sistem çalışmıyor.
Nedenleri belli: Cumhurbaşkanı’nın aşırı yetkileri var. Yürütme, yasama organını adeta esir almış durumda. Yasama organı yürütmeyi denetleyemediği gibi, onun emir erine dönüşmüş, parmak kaldırmaktan başka bir siyasi faaliyette de bulunamıyor. Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu, 12 Eylül zihniyetinin eseri. Yargı bağımsızlığından söz etmek mümkün değil.
Bu çalışmayan “Türk tipi parlamenter sistemin” yerine önerilen “Türk tipi başkanlık sistemi” de bu sorunları çözebilecek gibi kurgulanmış değil.
AKP’nin önerisi ne kuvvetler ayrılığını sağlayabiliyor, ne de yasama organını yürütmenin eylem ve işlemlerini denetleyebilecek konuma koyuyor. Yargı bağımsızlığının ve tarafsızlığının nasıl sağlanacağı ise konuşulmuyor bile.
Bu tablodan nasıl bir sonuç çıkacağı belli.
Komisyon bir süre havanda su dövecek ve sonra bu iş olmuyor diye dağılacak.
Başbakan istediği kadar “Erken seçim yok” desin, Türkiye kaçınılmaz bir şekilde erken seçime gidecek.
Başbakan’ın sözleri değil, Cumhurbaşkanı’nın niyeti önemli çünkü.
Çünkü bugünkü her araştırma ortaya koyuyor ki artık HDP’nin barajı geçebilmesi sözkonusu değil, MHP baraj sınırında, CHP bir adım bile ilerleyemiyor.
Cumhurbaşkanı’nın hayalindeki tek adam rejimini kurmak için ihtiyacı olan 400 milletvekili, bugünden yarına önemli bir değişiklik olmaz ise AKP için zaten “çantada keklik” durumunda.
Bu sonbaharda, olmadı bir gelecek yılın ilkbaharında bir seçim daha yapacağımız için şimdiden iddiaya tutuşabilirsiniz.
Ya başkası başkan seçilirse?
PSİKİYATR Dr. Ayla Yazıcı’nın www.neotempo.com internet sitesindeki söyleşide söylediği sözlerin bir bölümünü dün aktarmıştım.
Dr. Yazıcı, bu kutuplaşma ortamında bireysel kimliklerin kaybolmaya başladığına ve grup aidiyeti duygusunun arttığına dikkat çekiyordu.
Bunun saldırganlık dürtüsünü beslediğini, algılarımızın siyah ve beyaz olarak keskinleştiğini vurguluyordu.
Şu sözleri o söyleşiden:
“Böyle gerilemeli gruplar karizmatik lidere ihtiyaç duyar. Düşünmeyi, anlamayı ve eylem yapmayı lidere bırakır ve onunla özdeşleşir. Bu, bireyselliği yitirme hali. Yani Kürt grupları için söylediğimiz şey şimdi bütün Türkiye toplumunun hali oldu.”
İktidar partisine baktığımızda gördüğümüz tabloyu tarif ediyor sanki.
Düşünmek, anlamaya çalışmak diye bir şey sözkonusu değil.
Lider ne isterse o oluyor, lider herkes adına düşünüp hareket ediyor, gerisi de onun peşinde gidiyor.
Eğer birazcık bağımsız düşünme yeteneklerini kullanabilseler, Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye dayatmaya çalıştığı “Türk tipi başkanlık sisteminin” içinde ne tür tehlikeler barındırdığını da görebilirlerdi.
Günümüz koşullarında Erdoğan, rahatlıkla başkanlık seçimini kazanabileceğini düşündüğü için bu sistemi istiyor.
Peki ya yarın?
Sonraki seçimi kazanabileceğinin garantisi var mı?
AKP’li milletvekillerine şunu hatırlatmak isterim: Eğer Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli, “çatı aday” icadıyla iki turlu seçimi tek turlu seçime çevirmemiş olsalardı, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması garanti miydi?
Şimdi Erdoğan’ın peşinde bir otokrat yaratabilecek sistemi isteyenlerin durup bir düşünmelerinde yarar var.
Siyasi görüşlerinizin hiç uyuşmadığı birisinin bu yetkilerle başkan olduğu bir Türkiye’yi hayal edin.
Bizans’ın son günleri gibi
CHP’de kesin ihraç istemiyle disiplin kuruluna sevk edilmek istenen milletvekili Aylin Nazlıaka, iddiasına göre bir milletvekilinin odasında Atatürk fotoğrafını görmeyince onu uyarmış ve fotoğrafın duvara yeniden asılmasını istemiş.
Sonra bu öyküyü iki milletvekiline isim vermeden anlatırken, bir üçüncü milletvekili duymuş.
O milletvekili de yememiş içmemiş bunu gazetecilere anlatmış.
Anlatırken de Atatürk fotoğrafının çöp sepetine atıldığını eklemiş olmalı. Nazlıaka’nın iddiası böyle.
Bundan sonrası CHP içinde Bizans’ın son günlerindeki gibi “meleklerin cinsiyeti” tartışmasının başlaması.
Fotoğraf dedektifleri işe koyulmuş, harıl harıl o milletvekilini arıyorlar.
Nazlıaka, “Olay büyüdü, o milletvekilini açıklamam” diyor, bütün parti işi gücü bırakmış “Açıkla da açıkla” diye tutturuyor.
Geldiğimiz noktada iş artık Nazlıaka’nın disiplin kuruluna gönderilip gönderilmeyeceğine kadar gelmiş durumda.
Bu arada ülkede de kıyamet kopuyor.
Bir yandan başkanlık tartışmaları, diğer yandan ülkenin adeta işgal edilmiş kasabalarında savaş görüntüleri.
Ve CHP, işi gücü bırakmış fotoğrafı sonradan asan milletvekilini arıyor!
Ana muhalefet partisinin durumu bu!
AKP’nin bu ülkede her istediğini yapabiliyor olmasının nedenini hâlâ merak eden var mı?
Paylaş