Paylaş
“Türk tipi başkanlık sistemi” kuvvetler ayrılığına değil, kuvvetler uyumuna dayanacak!
Çağdaş demokrasinin olmazsa olmaz kuralı, bizim Türk tipi başkanlık sisteminde uygulanmayacak.
Cumhurbaşkanı şöyle anlatıyor:
“Yargı organlarıyla, yasama ve yürütme arasında eskiden beri süregelen sıkıntıların temelinde mevcut Anayasa’nın güçlerin uyumunu değil, çatışmayı esas alan anlayışı var. Yeni anayasanın ruhu çatışma yerine uyum mantığıyla oluşturulacak.”
Demokrasiler ile otoriter rejimleri birbirinden ayıran en önemli şey, güçler ayrılığıdır.
İster parlamenter sistem olsun, ister başkanlık sistemi, eğer güçler ayrılığı yok ise orada bir demokrasiden söz edilemez.
Cumhurbaşkanı daha sonra şunu da söyledi:
“Bugüne kadar kurulan anayasaların hepsi ithaldir, yerli değildir. İthal ürünlerle yönetildik, ithal mantıklar bize hâkim oldu. Şimdi biz yerliye, milliye dönmeliyiz. Kadim yönetim geleneğimize yaslanan bir anayasa Türk tipi anayasadır.”
“Kadim” kelimesini Başbakan çok seviyor ve sıkça kullanıyordu. Belli ki Cumhurbaşkanı’nın da hoşuna gitmiş.
Bu kelime, “eski, ezeli, başlangıcı olmayan” anlamına geliyor.
Türklerin “eski, ezeli, başlangıcı olmayan” yönetim geleneğini nerede aramalıyız?
Göktürklere kadar uzanıp, Orta Asya imparatorluklarında mı?
Atlara atlayıp Orta Asya’dan Anadolu’ya gelirken uygulanan sistem mi?
Selçuklu, Anadolu beylikleri ya da Osmanlı dönemi mi?
Hangisinde ararsak arayalım, hangisinde izini bulursak bulalım, karşımıza bir tek adam yönetimi çıkıyor.
Peki bu yönetim biçimi o kadar iyiydi de, Türkler neden tarihte bu kadar çok devlet kurup batırdılar?
21. yüzyılda Türkiye’yi yönetecek sistem bu mudur yani?
Artık ortaya çıkıyor ki Cumhurbaşkanı, “Türk tipi başkanlık sistemi” adı altında bir tek adam yönetiminin arayışı içinde.
Çağdaş yönetim biçimleriyle ilgilenmiyor, insanlığın bugünkü anlamıyla demokrasiye ulaşana kadar yaşadığı gelişmeler umurunda bile değil.
Bu isteğini de hamaset dolu sözlerle ifade ediyor ki milleti inandırabilmek daha kolay olsun: Türk tipi, kadim yönetim anlayışımız, güçlerin uyum içinde çalışması vs.
Şu yarım demokrasimiz bile artık çok ciddi bir tehdit altına girmiş bulunuyor.
Onlar ithal değil insanlığa ait kavramlar
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın “milli anayasa” isterken kullandığı cümleyi bugün ikinci kez dikkatinize sunmak istiyorum, çünkü bu Cumhurbaşkanı’nın nasıl bir devlet yönetimi istediğini gösteren, zihniyetini açığa koyan bir durumu yansıtıyor.
“Bugüne kadar kurulan anayasaların hepsi ithaldir, yerli değildir. İthal ürünlerle yönetildik, ithal mantıklar bize hâkim oldu. Şimdi biz yerliye, milliye dönmeliyiz. Kadim yönetim geleneğimize yaslanan bir anayasa Türk tipi anayasadır.”
Dünyanın değişik yerlerindeki demokratik ülkelerin anayasaları, benzer ortak değerlere dayanır.
Deyim yerindeyse hepsi “ithal”dir.
Magna Carta’dan başlayıp, Fransız ihtilali ile gelişen, insanlığın tarih boyunca geçirdiği anlayışı yansıtan “ithal” kavramlar.
Mesela “cumhuriyet” fikri böyledir. Doğumu 18. yüzyıla rastlar, “Şu millete ait bir kavramdır” da diyemeyiz. Hollanda, İsviçre ve ihtilal sonrası Fransa’da ortaya çıkan bir kavramdır.
“İnsan hakları” deseniz, tarihi daha da eskiye dayanır, bugünkü modern insan hakları anlayışı da bir millete mal edilemez, insanlığın ortak kavramıdır.
“Laiklik” de öyle. Kökenleri eski Yunan’a kadar gider ama insanlığın ortak kavramıdır, “Şu millete aittir” diye tanımlanabilecek bir şey değildir.
Kralın yetkilerini sınırlayan ve vatandaşların da bir hukuku olduğunu kabul eden Magna Carta evet İngiltere’de doğdu ama bugünkü kavramsal değerini, insanlığın tarih içindeki özgürlük, eşitlik ve hukuk mücadelesinden aldı, milli bir kavram değildir.
“Demokrasi” de milli bir kavram değildir. İnsanlığa aittir, doğduğu yerden bağımsız olarak binlerce yıllık insanlık tarihi içinde şekillenmiş, bugünkü anlamına kavuşmuştur.
Ve şimdi Cumhurbaşkanı “ithal ürünler ve ithal mantıklardan” söz ediyor.
Bunların yerine ne koyacak, onu açıklamasına olanak yok tabii.
Ama olur da referandum sürecine girilirse, milletin gözünü boyamak için bu sözleri sıkça kullanacağına, şimdiden iddiaya girebiliriz.
Eyyy Suudi Arabistan!
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, Suriyeli sığınmacılar ile ilgili olarak bir kez daha Batılı devletleri suçladı.
“Alınan güvenlik önlemleri ve kapatılan kapılar, sığınmacı ve göç akımını engellemeye yetmiyor. Almanya bizden daha mı fakir, Fransa bizden daha mı fakir, Hollanda, Belçika, bunlar bizden daha mı fakir? Onlar kapılarını kapatıyor ama biz açıyoruz.”
Cumhurbaşkanı bunu sıkça yapıyor.
Ama bir kere bile ağzını açıp Suudi Arabistan’ı, Katar’ı filan suçlamıyor.
Zenginlik bu konuda bir ölçüt ise Suudiler de çok zengin, Katarlılar da.
“Kültürel uyum” filan gibi meselelere girecek olursak, Suriyeli sığınmacıların dillerini, dinlerini bilmedikleri Batılı ülkelerde mi yoksa dilleri, dinleri ortak Arap ülkelerinde mi daha rahat bir hayat kurabileceklerini de tartışabiliriz.
Üstelik Suudi Arabistan da, Katar da Suriye iç savaşının üzerine benzin dökmekte birbirleriyle yarıştılar.
Bugün Suriye diye bir ülkenin varlığından bile söz edemiyorsak, cani diktatör Esad kadar olmasa da onların da bunda suçları var.
Cumhurbaşkanı, Suudilere yaptığı sık ziyaretlerden birinde neden bu konuyu açmıyor?
Paylaş