İnternetteki haber sitelerinde yayımlanan fotoğraflara, videolara dikkatle bakın!
Dağılmakta olan insanlara acımasızca, düşmanca saldıran polislerin görüntüleri ile dolu.Kimisi yere düşmüş insanlara cop vuruyor, kimisi küçücük kızları dövüyor.
Kendi halinde yürüyüp giden tek başına bir insana bile TOMA’dan su sıkıyorlar ki yerlerde sürünsün, yaralansın.
Kafasından biber gazı fişeği ile vurulup öldürülen Berkin’in toprağa verilmesinin üzerinden saatler geçmiş, polis aynı senaryoyu uygulamaya devam ediyor.Kimisi diz çöküp nişan almış fişek atıyor, kimisi ayakta hedef gözeterek.
Aylardır bu konu konuşulmamış sanki.
Hedef gözeterek gaz fişeği atmak ile tabancayla kurşun sıkmak arasında bir fark olmadığını sanki hiç öğrenmemişler gibi.
Ya İzmir’dekine ne demeli?
Niye?
Kimse bunun yanıtını bilmiyor.
Normal gelişim sürecini yaşamış, 14 yaşındaki bir erkek çocuğunun boyu 1 metre 55 santimetre civarında olmalı. Anne-babası çok uzunsa buna 3–5 santimetre daha ekleyebilirsiniz.
Polis olmak için asgari şartlardan biri erkekler için 1 metre 67 santimetre.
Bir gaz fişeğinin 45 derece ile atılması gerekiyor, eğer kurallara uyacaksanız.
Ortaokulda, lisede okuduğunuz gibi basit bir trigonometri hesabı ile yapacak olursak, dik kenarı 167 santimetre olan bir üçgenin köşe kenarını merkez alan bir noktadan 45 derece bir çizgi çizerseniz, bu çizginin yüksekliği 170 santimetrenin çok üzerine çıkıyor olmalı.
Bu hesabı sizler için yapabilirdim, eğitimim buna uygun, ama içimden gelmiyor.
Sosyal medyada insanlar artık korkusuzca, isimlerini de vererek Başbakan’ın konuşmalarına yanıt yetiştiriyorlar.
Meydanlarda da durum farklı değil.Biber gazına, polis copuna, TOMA’dan sıkılan kimyasallara aldırmıyor, kendilerinin de var olduklarını gösteriyorlar.
Yargıyı kendisine bağladı, seçimden sonra Baas rejimlerindekine benzer bir “istihbarat devleti” kuracak kanunu da çıkaracak ama öyle görünüyor ki artık cin şişeden çıktı, yeniden korkutulup evlerine döndürmenin olanağı yok.
Seçim kazanmak için, kendi tabanını konsolide etmek için yürüttüğü gerginlik ve kendisine oy vermeyenleri yok sayma politikası sonunda dönüp, kendisini vuran bir silaha dönüşüyor.Korku duvarındaki ilk göçüğü Gezi protestoları sırasında takındığı tavır ile yaratmıştı.
Polisin aşırı şiddeti, bugüne kadar sokaklara dökülmemiş kitleleri harekete geçirdi.
17 Aralık’tan sonra ortaya dökülen rezillikler, toplumun bir kesiminde ona duyulan saygıyı da yerle bir etti.
Bugün 14 yaşında, polisin hedef gözeterek attığı gaz fişeği ile komaya girdikten sonra kaybettiğimiz Berkin Elvan’ın cenazesi var.
“O yüreği ortaya koymaları lazım. Bu bakan da olabilir milletvekili de olabilir. Yüreğini ortaya koyacaklar. Bu mücadele istiklal mücadelesiyse bu mücadeleyi beraber vereceğiz. Konuşmamalarından rahatsızım” dedi.
Başbakan, bu durumu milletvekilleri ya da bakanların “paralel yapı” tarafından “tehdit ediliyor olmaları” ile açıkladı.
“Şimdi tabii şantaj yapılıyor. Şantajla, tehditle kafeslenen insanlar var. İşadamları olsun siyasiler olsun. Bunların sayısı çok. Partimde de var. Bu milletvekili olur, bakan olur” dedi.
Başbakan milletvekilleri ve bakanların bu konuda suskun kalmalarını “tehdit ve şantaja” bağlıyor ama sanırım başka nedeni de olmalı.
Çünkü hepsi “şantaj ve tehditle” korkup susuyorsa, onların da saklanacak hoş olmayan durumların içine girmiş olduklarını varsaymamız gerekir.
Hepsine böyle bir suçlama yapmak haksızlık olabilir, bilemiyorum!
Bu kadar suskunluğun bir nedeni sakın ortalığa saçılan bunca rezillikten milletvekilleri ve bakanların da utanmaya başlamaları olmasın?Ne de olsa onlar miting meydanlarında heyecana kolayca getirilecek durumda değiller, işin içindeler, nelerin döndüğünü bizler kadar biliyorlar.
“Ben diktatör olacağım, siz bana bu şekilde hakaret edeceksiniz ha, mümkün mü? Diktatörün olduğu yerde böyle konuşabilir misiniz, kaçacak delik ararsınız.”Yakın bir gelecekte bunu da göreceğimize ilişkin işaretler de var ama şimdilik bu bahsi geçelim.
Başbakan için bir test hazırladım. Bir boş vaktinde oyalanmak için bu testi yaparsa kendisinin diktatörlük ile suçlanmasının haksızlık olup olmadığını daha iyi anlayabilir.
Aşağıdaki sorulara vereceği yanıtlarda “evet”lerin sayısı “hayır”ların sayısından fazlaysa dönüp, kendisine bir bakmalı ve yanlışlarını düzeltmenin çarelerini aramalı.
Soruların hepsine “evet” yanıtı veriyorsa bilmeli ki “diktatör” suçlaması yersiz bir suçlama değildir.Öyle rejimlere “demokrasi”, o rejimlerin yöneticilerine de “hukuka saygılı, demokrat lider” diyemiyoruz çünkü.
Soruların hepsine “hayır” yanıtı verebileceği gün de zaten kendisini bir demokratik lider olarak alkışlarız.
1– Hukukun egemen olduğu demokratik bir ülkede başbakanlar ihale pazarlıklarının doğrudan içinde yer alırlar mı?2– Hukukun egemen olduğu demokratik bir ülkede başbakanlar vatandaşlarının nasıl giyinip, ne içtikleriyle ilgilenirler mi?
3– Hukukun egemen olduğu demokratik bir ülkede başbakanlar gazete patronlarını arayıp, beğenmediği haberleri, yorumları yazan gazetecilerin işten atılmasını isterler mi?4– Hukukun egemen olduğu bir ülkede, başbakanlar devletten ballı ihaleler verdiği müteahhitlere havuz kurdurtup gazete, televizyon satın alırlar mı?
Onun için soruyu yeniden soruyorum: Bir erkek, bir kadına neden âşık olur? Ya da bir kadın, bir erkeğe? Ya da bir erkek, bir erkeğe? Ya da bir kadın, bir kadına?
Sorumuz bu.
Aslına bakarsanız, insan psikolojisiyle ve vücuduyla ilgili birçok şey biliyoruz.
Özellikle de vücudumuzun bilim adamları tarafından keşfedilmemiş bir tarafı kalmadı.
Ruhumuz da büyük bölümüyle keşfedilmiş durumda. Kaç gram olduğunu bildiğini iddia edenler bile var. Geçin bunları, ruhumuz sanki fiziksel bir varlıkmış gibi, psikiyatrların, psikologların ellerinde, mıncıklayıp duruyorlar.
Neden âşık olduğumuzu bilemiyoruz ama!İnsan ruhunun hâlâ çözülememiş bir sırrı bu.
Âşık olunca vücudumuzda nelerin değiştiğini, hangi hormonların yükseldiğini vs. biliyoruz, onları öğrendik tabii ama temel meseleyi çözebilmiş değiliz.
Mehmet Y. Yılmaz yurtdışında olduğundan bugün ve yarın yazısını yazamayacaktır.
Havuz gazetesinin dünkü manşetlerinden birisi bununla ilgiliydi.
“Sarıgül’ün sinirlerinin erken pes ettiğini” yazıyordu.
Siyaset yapan insanların sinirlerine hâkim olmaları gerektiği tartışılamayacak bir gerçek.
Oy istemek için vatandaşın karşısına çıkıyorsanız, protesto edilmeyi de göze alıyorsunuz demektir.Sinirlenmek, vatandaşlarla karşılıklı ağız dalaşına girmek, hakaret etmek ve hatta fiziksel şiddete yönelmek onaylanacak bir davranış değildir.
Vatandaşların beğenmedikleri durumları protesto etmeleri bir demokraside haklarıdır.
Protesto fiziksel bir eyleme dönüşse bile, siyasetçiye düşen öylece durmaktır, karşılık vermek değil. Zaten onlarca koruma ile dolaşıyorsunuz, fiziksel bir müdahale ile karşılaşıldığında onlar görevlerini yapar, sizin bir eylemde bulunmanız gerekmez.
Havuz gazetesi Sarıgül’ü gördü ama bugüne kadar aynı tavırlar içindeki Başbakan’ı görmezden geldi.