Çünkü belli oldu ki iktidardan indiği gün onu bekleyen bir tek şey var: Önce Yüce Divan, sonra da doğru Silivri.Bu kez daha önce yattığı hapis gibi de olmayacak tabii.
O hapishanede “siyasi suçluydu”, bu kez Yüce Divanlık olursa “adi suçtan” yatacak!
Bugüne kadar bildiğimiz şey, Erdoğan’ın kişisel karizmasının, AKP’yi taşıdığı idi.
Ama şimdi karizma öylesine çizildi ki bir süre sonra kimin kimi taşıdığından değil, Erdoğan’ın, AKP’yi kendisi ile birlikte dibe doğru çektiğinden söz eder olacağız. Ortaya çıkan rezilliklerin kısa sürede sonuç vermemesini sağlayabilmesi belki mümkün ama böyle bir siyasetçinin uzun süre herkesi kandırabilmesi de mümkün değil.
Gelecek seçimlere kadar MİT Kanunu’yla, kendisine bağlı HSYK ile idare edecek tabii.
Memleketi daha dar bir otoriter rejim ile sıkacak ki bütün bu yolsuzluk iddialarından söz edilmesini önleyebilsin.
Bu memlekette iyi kötü bir demokrasi geleneği olmasaydı, bunu başarabilirdi de!
Konuşmalarına “selamünaleyküm” diye başlıyorlar, “hamdolsun” ile devam ediyorlar, birbirlerini “Allah’a emanet” ediyorlar.
Ama konuştukları konular, birbirlerine söyledikleri sözler, ki aralarda ağır argo sözler de söyleyebiliyorlar, konuşmaya başlayıp bitirdikleri gibi olmuyor.Ana tema, iktidar gücünü nasıl paraya çeviririz meselesi.
Öğreniyoruz ki Başbakan’ın oğlu, İstanbul’da arsalar peşinde. Bunun için kullandığı bir aracı da var. Neresi değerlenecek ise bu adama bildiriliyor, o da arazileri kapatıyor.
Kurtköy’de 160 dönüm arazi kapatılmış, Başbakan o bölgenin önünü açacağını söylemiş filan.
Bunun için yönetmeliklerin değiştirilmesinden söz ediyorlar.
Evlerde milyonlarca Euro, dolar toplanıyor.İşadamı söz verdiğinden daha azını vermek istiyor (ki on milyon dolar verecek), belli ki üstünü daha sonra tamamlayacak ama nasıl olsa kucağa düşecek denilerek bu para bile beğenilmeyip, alınmıyor. Miktarın ne olabileceğini siz hesaplayın artık!
Villalar yapılıyor, Başbakan’ın kızı villaları yapacak adama binaların arasının kaç metre olacağı ile ilgili istekler sıralıyor ve sonra bu villaların “arada bir tatil için gelen arkadaş ile ilgili olduğuna” inanmamız bekleniyor.
Ormanları da severim elbette ama nispeten bireyci (ve kimilerine göre bencil) bir insan olduğum için bazen ağaçlar yüzünden ormanı göremediğim de olur.
Eski, müdavim okuyucularım bilirler, bazı ağaçları daha çok severim. Deyim yerindeyse onlarla aramda bir aşk ilişkisi olduğunu bile söyleyebilirim.
Rumelihisarı’nda, bir lokantanın ortasında kalan, bir yangında ana dallarından birini de kaybeden bir çınarım var mesela.
Yapraklarını en son o döker, en erken o canlanır.
Uzun yıllar oturduğum evin pencerelerinden ona bakardım. Onunla çok şey paylaştım. Bana hiç ihanet etmedi, hep benim ona bakmamı bekledi, bir yere kımıldamadı.
Ağaçlar asla bırakıp gitmezler sizi. Onları sevdiğiniz sürece orada dururlar, varlıklarını hissettirirler, “ihanet” sözlüklerinde olan bir kelime değildir.Hayatımın en kötü günlerini yaşadığım zamanlarda, anneannemi, babamı, Ömer’i kaybettiğim günlerde yanımdaydı. Onun bir kolu yanık haline ve yaşama azmine bakarak ben de dayanma gücü kazandım.
Küçük yapraklarının taze yeşilliğine bakınca insanın da içine zorluklarla mücadele gücü gelir. Teslim olmamayı, yaşama bağlanmanın değerini ondan öğrendiğimi bile söyleyebilirim.
Yolsuzluk operasyonu sabahı başlayan telefon konuşmaları ertesi güne kadar aralıklarla devam ediyor.
Konuşmalardan öğreniyoruz ki evde aklımızın almayacağı kadar çok para var ve dağıta dağıta bitirilemiyor, hâlâ artakalanlarla da gayrimenkul satın alınmasına karar veriliyor.
Başbakan bu telefon konuşmasının “montaj ve dublaj” olduğunu söylüyor.
“Dublaj” yani birilerinin Başbakan ve oğlunun hem seslerini, hem telefon konuşmalarındaki üsluplarını taklit ederek onlar gibi konuşuyor olması pek akla yakın değil.
Geriye kalıyor “montaj” meselesi.
Başbakan’ın bu sözü söylemesinden beri önce sosyal medyada, sonra AKP medyasında yoğun bir çaba sarf ediliyor.
Çaba konuşmanın gerçekte olamayacağını göstermeye, montaj yapıldığını doğrulamaya yönelik.
Havuz gazetesi de yayınlanan kaydı, TRT’nin ses teknisyenlerine dinletmiş, onlar da kaydın montaj olduğunu açıklamışlar.
Keşke bu sözlere inanabilseydik, ama inanamıyoruz.
Bir tek nedeni var, çünkü bu kaydın gerçekten dürüst bir şekilde, bağımsız yargı tarafından değerlendirilmeyeceğini, bağımsız uzman kuruluşların bu konuyla ilgili raporlarının dikkate alınmayacağını biliyoruz.
Yargı artık Başbakan’ın arka bahçesi oldu, istediği hâkimi ve savcıyı istediği yere tayin edebilir ve istediği kararı bir günde bile çıkarabilir.
Bu nedenle kayıtlar montaj olsa bile halkın en az yarısında bir kuşku kalacak ve Başbakan bu kuşkuyla yaşamak zorunda olacak.
Oysa bağımsız bir yargı olsa, bu olayı kimsede kuşku kalmayacak bir şekilde çözebilirdi.
Söz konusu saatlerde Başbakan ve oğlunun kullandığı telefonların görüşme kayıtlarını incelemek, Başbakan’ın oğlu ile birlikte olduğu söylenen kişilerin cep telefonu sinyallerinin o saatte nereden geldiğine bakıp gerçekten birlikte olup olmadıklarını tespit etmek çok kısa zamanda çözülebilecek bir durumdu.
Bu konudaki samimi görüşüm şudur: İnşallah bu telefon konuşması kayıtları gerçekten de montaj olsun.Bir Başbakan’ın bu tür ilişkiler içinde olduğunun ortaya çıkması, aynı zamanda inandığım birçok şeyin çökmesi anlamına geliyor çünkü.
O düzeydeki siyasetçilerin böyle ilişkiler içinde olmalarına peşin hüküm olarak inanmam, inanmak istemem.
Ama gerçek hayat, inançlarımın saflık olabileceğini de düşündürüyor bana.Geçmişte söylediği sözler yüzünden artık kimsenin inanmadığı çobanın öyküsünü hatırlıyorum.
“Kabataş’ta başörtülü bacımı dövdüler, elimizde görüntüleri var” dedi. Ortada bir şey yok. Kadının söylediklerinin yalan olduğu ortaya çıktı, ama Başbakan hâlâ aynı yalanı meydanlarda haykırıp duruyor.
“Camide içki içtiler, elimizde görüntüleri var” dedi. Böyle bir görüntüyü hâlâ gösterebilmiş değil, bunun doğru olmadığını söyleyen imamın başına gelmeyen de kalmadı. Ama hâlâ aynı yalanda ısrar ediyor.
Uludere’de bir istihbarat hatası sonucunda insanlar bombalandı, öldürüldü. “Yaşananların aydınlanması için tüm imkânlarımızı kullanıyoruz” dedi, olayın üzeri örtüldü, hiçbir şey aydınlatılmış değil.
KPSS sorularını çalan çetenin yakalanması için en güvendiği adam olan MİT Müsteşarı’na talimat verdiğini söyledi, ortada hâlâ hiçbir şey yok.
Cümleyi mişli geçmiş zamanda kurmuş olmamın nedeni, bu kurulun adını ilk kez duyuyor olmam değil, varlığından uzun süredir haberdarım.
Cümlenin mişli geçmiş zamanda kurulmasının nedeni bu kurulun, yayınladığı son kitaptan sonra “bir varmış, bir yokmuş” olma olasılığı.
Bu kurul Avrupa Konseyi ile ortaklaşa çalışmalar yürütmüş; amaç Türkiye’de kamu kesiminde ahlaki değerleri güçlendirmek.
Bunun için bir de kitap basılmış, “Etik Rehber” ismiyle.
Rehberdeki bazı öneriler dikkatimi çekti, buyurun birlikte okuyalım:
“Bir kamu görevlisinin yetkisini kendisinin ve yakınlarının çıkarları doğrultusunda kullanması etik davranış ilkelerine aykırıdır.” (Siz de okudunuz mu Muammer bey?)
“Kamu görevlilerinin bağış ya da yardım yapılmasına aracılılık yapması etik değildir.”Başta Başbakan olmak üzere, tüm Bakanlar Kurulu’nun ve hepsinin çoluk çocuğunun dikkatle okumaları gereken bir kural bu!