Paylaş
Havuz gazetesinin dünkü manşetlerinden birisi bununla ilgiliydi.
“Sarıgül’ün sinirlerinin erken pes ettiğini” yazıyordu.
Siyaset yapan insanların sinirlerine hâkim olmaları gerektiği tartışılamayacak bir gerçek.
Oy istemek için vatandaşın karşısına çıkıyorsanız, protesto edilmeyi de göze alıyorsunuz demektir.
Sinirlenmek, vatandaşlarla karşılıklı ağız dalaşına girmek, hakaret etmek ve hatta fiziksel şiddete yönelmek onaylanacak bir davranış değildir.
Vatandaşların beğenmedikleri durumları protesto etmeleri bir demokraside haklarıdır.
Protesto fiziksel bir eyleme dönüşse bile, siyasetçiye düşen öylece durmaktır, karşılık vermek değil. Zaten onlarca koruma ile dolaşıyorsunuz, fiziksel bir müdahale ile karşılaşıldığında onlar görevlerini yapar, sizin bir eylemde bulunmanız gerekmez.
Havuz gazetesi Sarıgül’ü gördü ama bugüne kadar aynı tavırlar içindeki Başbakan’ı görmezden geldi.
Bunları hep görmezden geldi ama ne yazık ki Başbakanımızın durumu da eleştirdikleri davranışlardan hiç de farklı değil.
Mesela size derdini anlatmaya çalışan vatandaşa “Ananı da al git” dememeniz gerekir.
Koruma ekiplerinizi de iyi eğitmiş olmalısınız.
Siz geçeceksiniz diye yolların kesilmesi nedeniyle işine gücüne geç kalan vatandaşlar bir protesto nidası çıkarırlarsa, mesela “yuh” çekerlerse, duymazdan gelmek ve başınızı önünüze eğerek oradan uzaklaşmak en doğru yoldur.
Korumalarınız, otomobillerinden inip o vatandaşı döver ve bir de üstüne arabaya atıp karakola götürürlerse bundan siz de mahcubiyet duymalısınız.
Mahcubiyet duymak da yetmez, bizzat o vatandaşı arayıp özür de dilemelisiniz.
Korumalarınız yol kenarında size bakan vatandaşların dudaklarını okuma huyundan da vazgeçmelidir.
Mesela geçtiğimiz aylarda Beşiktaş’ta olduğu gibi arabalarından inip, üstelik de kalp hastası vatandaşı dövmemelidirler.
O vatandaşa, o yumrukları ha siz atmışsınız, ha korumalarınız. İkisi de aynı şeydir, yumruk attırmamalısınız, atmamalısınız. Böyle bir olay olursa o korumaları görevden almalı, vatandaşa nedensiz şiddet uyguladılar diye savcılığa da teslim etmelisiniz.
Korumalarınız, bir heavy metal konseri bekleyen metalci gençlerin el hareketlerini küfür olarak da algılamamalıdır.
Gencecik çocukları karakola çektirip eziyet etmek koskoca Başbakanlara yakışan bir davranış değildir.
O çocukların saçları uzun, giysileri de sizinkilere benzemiyor diye eziyet görmelerinden ilk önce utanması gereken kişi siz olmalısınız ki korumalarınız vatandaşlara düşman gözüyle bakmasın, her vatandaşın temel haklarına saygı duysun.
Öyle değil mi, havuzcu arkadaşlar?
Kazanabilirsiniz ama ikna edemezsiniz
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, miting konuşmalarında “Bunların ağzında sabah akşam kaset var” dedi.
İstiyor ki ortalığa saçılan dinleme kayıtları yayınlanmasın, telefon konuşmalarından yayılan rezillik konuşulmasın.
Eğer doğru dürüst bir soruşturma yapılması ihtimali olsaydı, ben de onun gibi konuşurdum.
Nasıl olsa soruşturulur, gerçekler ortaya çıkar, varsa suçlular cezalarını bulurlar diye düşünürdüm. Ama ilk günden itibaren bu olanak ortadan kaldırıldı.
Poliste başlayıp, savcılığa ve oradan HSYK’ya uzanan yer değiştirmeler, görevden almalar, artık düzgün bir soruşturma yapılması ihtimalini ortadan kaldırdı.
Polisi ve yargıyı istedikleri gibi dizayn etmiş olmalarına rağmen, iddiaların soruşturulması yönünde bir girişimleri de yok.
Belli ki yine de akıllarının bir köşesinde “Ne olur, ne olmaz, bakarsın adamımızdır diyerek oraya getirdiğimiz savcı ve yargıçlar, gerçek görevlerini hatırlar” kuşkusu varlığını devam ettiriyor.
Bir yandan da tehdit ediyor. Dava açacağını, kasetleri dinletenlerden yüklü tazminatlar kazanacağını söylüyor.
Kazanır tabii! HSYK’yı ele geçirip, istediğim yargıcı görevlendirme olanağım olsaydı, ben de onun kadar emin konuşurdum.
Şurası bir gerçek ki böyle davalardan istediği kadar açıp kazansın, yine de kamu vicdanını ikna edemeyecek.
Bu şansı, polise, savcılara ve mahkemeye müdahale ettiği ilk gün kaybetti.
Dostlar denetimde görsün!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül, Devlet Denetleme Kurulu’na talimat vermiş, 5 ayrı konuda inceleme yaptırtacakmış.
Bu konulardan bir tanesi şu:
“Kamu yönetiminin etkin ve düzenli çalışmasını ve yolsuzlukla mücadele kültürünün yozlaşmasına yönelik yaklaşım ve uygulamaların önlenmesini ve hukuka uygun davranışların pekiştirilmesini sağlayacak bir çerçeve içerisinde; yolsuzlukla mücadeleye dair mevcut mevzuat ve kurumsal yapıların etkinliğinin gözden geçirilmesi, denetim yapı ve süreçlerinin yolsuzlukla mücadeledeki zafiyetlerinin irdelenmesi.”
DDK’nın bu konuyla ilgili incelemesi ne kadar sürer, inceleme bittikten sonra yazılan rapor açıklanır mı, yoksa sade suya tirit bir özet mi yayınlanır, bilemiyorum.
Şuna dikkat çekmek isterim ki raporun saptayacağı sorunların çözümü için bir tek adres var: TBMM.
TBMM ise bir tek adamın ağzına bakar hale getirildi, milletvekili çoğunluğunun oradan bir işaret almadan kılını kıpırdatması mümkün değil.
Ve o kişi, bugün yolsuzluklarla suçlanan Başbakan’dan başkası da değil.
Şu anda yürürlükte bulunan kanunlar, yönetmelikler, aslına bakarsanız yolsuzlukları önlemeye yeter de artardı bile.
Ama Türkiye’ye hâkim olan tek adam yönetimi kanunları görmezden geldi, arkasından dolandı ve ardından bu rezillikler ortaya çıktı. Aynı otorite, yargıyı da kendisine bağladı.
Bundan sonra DDK’nın yazacağı rapor sadece “dostlar alışverişte görsün” kadar değer ifade edebilecektir.
Paylaş