Biz sürekli uyutulurken rüyalarımızı başkaları görüyordu...
Bir kentin duvarları da konuşabilseydi...
Ne meçhul cinayetlerin, ihanetlerin, pusuların ve de savaşların perde arkasını anlatacaktı bize...
Yaşanılanların şahitleridir o duvarlar...
*
Uzaklarda bir yerde “Evimi başıma yıkıp giden ey” şarkısı çalıyor...
Yanı başımızdaki Suriye’de, Irak’taki savaşlar yüzünden kaç bin insanın evini başına yıkıp gidenler bir yerlerde keyif çatıyor...
Sayısını bilemediğimiz mülteciler bir kentin duvarları önünde kuru bir ekmekle oruç açıp iftar ediyor...
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Evet, belki her şey değişecek ama insanın ne kadar değişeceğine dair yığınla şüphe var...
*
Stefan Zweig geçmişe yolculuğunda ısrar ettiğinde bir şeylerin değişmediğini sanıyordu...
Sonuçta gördü ki insanların sözleri değişiyor ama huyu değişmiyor...
Yani, insan olayların akışına göre başkalarına karşı duygu, duruş değişiklikleri yaşıyor, kendini eğitiyor, imkânlarını değiştiriyor ama huyunu hiç değiştirmiyor...
İnsan ölene dek yanında taşıyor...
*
Ormanda savaş naraları atanlar senin adamların mıydı?
Şeytan demiş ki:
Elbette.. Benim adamlarım çoktur!
Hayret içinde kalan Don Kişot:
Peki, neden Allah Allah diye bağırıyorlardı?
Şeytan gülerek:
Ne sandın ya! Şeytan şeytan diye mi bağıracaklardı?
Ve eklemiş:
Denize yağmur yağıyordu...
Suyun suya hasret kalan türkülerine gök gürültüsü eşlik ediyor, griye dönüşen bir denizin kenarında oturmuş gökyüzündeki kara bulutların geçişini seyrediyordu...
“Kar yağmış yollara” diye başlayan şarkıyı ne zaman duysa yüreğini alıp içindeki uzaklara kaçıyordu...
Kuşi’yi düşünüyor ve söylediklerini dün gibi hatırlıyordu...
Diyordu ki:
- Önce güven sonra aşk!
*
Savaşlar yüzünden ahlaki değerlerin uzağına düşüldüğü bir çağdayız...
Batı, tıbbın, yeni tekniklerin nimetlerini ve özgürlükçü düşünceleri yayarak, ama aynı zamanda katliamlara, yağmalamalara ve sömürgeleştirmelere girişerek, aynı anda her yönde ve her alanda dünyayı fethe çıkmıştır.
*
Maalouf, “Neden biz bu kadar geri kaldık? Batı şimdi neden bu kadar ileride? Bunu nasıl başardı?” sorularının cevaplarını ararken içinde olduğumuz durumu da şöyle özetliyor:
Kapitalizm, komünizm, faşizm, psikanaliz, çevrecilik, elektrik, uçak, otomobil, atom bombası, telefon, televizyon, bilgi işlem, penisilin, doğum kontrol hapı, insan hakları ve de gaz odaları...
Evet, bütün bunlar, dünyanın mutluluğu ve felaketi, hepsi de Batı’dan geldi.
*
Orhan Pamuk ise yıllar önce televizyon programıma konuk olduğunda demişti ki:
Biz geleneksel İslam kültürüyle Batı kültürü arasında bir yerdeyiz. Bu ikisini birleştirmeye çalışıyoruz.
Zaman zindan içinde;
Biz mapusta gürül gürül yatardık
Yılan çıyan içinde...
*
Evlerine çekilmiş milyarlarca insan yılansız, çıyansız, yalansız ve ihanetlerin uzağındaki bir umudun kıyısında çaresizce bekliyor...
Evrensel illeti yaşayan insan, evrensel bir insani duruş geliştiremedi...
İnsanı anlama konusunda evrensel bir bakışın tarifini Tarık Buğra’ya sorduğumda demişti ki:
Bir insanı açıklamak, birçok insanı açıklamak demektir...
Avrupa medyasında ise çok farklı bir şey yok.
Almanya’da bazı gazeteciler işsizlik parası almaya başlamış...
Ve bazı medya şirketlerinin personel çıkarmak yerine kısa çalışma önerisinde bulunduklarını da Garbis Keşişoğlu’nun yazılarından öğreniyoruz...
*
Almanya’da kısa çalışma ücretlerinin büyük bir kısmını devletin aylarca üstlendiğini yazan Keşişoğlu:
Haftalık Der Spiegel dergisi, 10 milyon Euro tasarruf hedefiyle kısa çalışma dönemine girdi ve ayrıca personeli erken emekliliğe yönlendiriyor.
İtalya’da gazetelerin sadece sokaklarda satılması ve abone sisteminin bulunmaması büyük problem oluşturdu.
Almanya’nın Bild ve Die Welt gazeteleri yakın teması önlemek için tüm çalışanları evden çalışmaya yönlendirdi.
Yani, yakınçağdayız...
Ve bize göre “dijital” devrin zirvelerindeyiz...
Koronavirüs birçok sektörün de miladı oldu...
Karanlık bir tüneldeyiz sanki...
Melek Mosso’nun şarkısında söylediği gibi:
Hiç ışık yok!
Lakin, her karanlık gecenin de bir sabahı var...
*