Ağaçlar...
Hayvanlar...
Ve insanlarımız yandı...
Hataylı bir kadının çığlığı herkesin isyanını özetliyor:
Torunlarımızın geleceğini yaktılar!
*
“Kökünüz kurusun” diyoruz...
*
Adresleri de kahvehanelerdi...
Kahve bir araya gelebilmenin bahanesiydi...
Dünyanın en etkili gazetesiydi...
Ve spekülasyonların birçoğu, buralardaki fısıltılardan yayılıyordu...
Yıllar sonra yerini sosyal medya adreslerine bıraktı...
Aynı koro, fısıltılarına sosyal medyada devam ediyor...
*
Sosyal medyayı kullanan herkesi aklı başında insanlar sanıyoruz...
Lakin herkesin bir şeyleri çok farklı...
Kavuşmak, olmak, varmak, gitmek istediği...
Her sabah barış umutlarıyla kalkıyoruz ama olasılıktan gerçekliğe geçiş bir türlü gerçekleşmiyor...
Çünkü, herkesin farklı gizli bir gündemi var...
Barışarak değil, savaşarak kazanılan zaferlere son verilmedikçe barış bir hayal olarak kalacak...
*
Barışı sürekli dinamitleyenler var...
İçimizi karıştırıp savaş çıkarmak isteyenler var...
Az gelişmiş ülkelerin kendilerine sürekli kahraman arayışı bitmez...
*
Sosyal medyaya bakıyoruz da sayılarını bilemeyeceğimiz kadar kahramanlaştırılan, kutsallaştırılan kişilerin yalanlardan ibaret hikâyeleri pazarlanıyor...
Lüks araçlardan oluşan konvoylarla yollara düşenler kendilerine kuru kalabalık bulmakta zorlanmıyor...
Birkaç adamın yürüdüğü görüntülere duygusal bir türkü montajı ve sloganlardan oluşan sözlerle kolay kahraman olunuyor...
Ve bir daha anlıyoruz ki her yanımız bahar bahçe değil...
*
Kahramanlaştırılanların ne iş yaptıklarına bakıyoruz... Resmi bir işleri yok...
Türkiye’nin ise bugüne kadar Avrupa ülkesindeki yargılama sürecindeki hiçbir kişi ve kuruluş ile ilgili açıklama yaptığını hatırlamıyoruz.
Yargıya müdahaleyi şiddetle reddeden Avrupalılar, işlerine geldiği gibi davranma alışkanlıklarına her geçen bir yenisini daha ekliyor...
Bir yandan siyasi iradenin yargıya müdahalesinin kabul edilebilir olmadığını sürekli vurguluyor, diğer yandan işine gelen kişi ve kuruluşların yargılama sürecine siyasi iradenin müdahil olmasını ve bazı kişilerin serbest bırakılmasını istiyor...
*
Bu ülkenin yargı bağımsızlığı yok mu?
Bu kadar gürültüyü çıkartan AB, FETÖ’nün kaçak işinsanlarını, darbeci askerlerini, propagandistlerini sahiplenen kendi birliğinin ülkelerine, İngiltere ve ABD’ye bir şey demiyor...
Diyemiyor...
Aksine, hepsine sahip çıkıyor...
Fransa, Avusturya’nın Türkiye’ye karşı AB müzakerelerinin sona erdirilmesi, yaptırımların uygulanması konusundaki isteklerine Almanya hayır diyerek noktayı koydu...
Almanya Başbakanı Merkel gerginliğin ‘barışçıl bir şekilde çözülmesini’ teklif ederek tartışmaya kapattı...
*
AB liderleri eşitsizliğin ve adaletsizliklerinin faturasını Türkiye’ye çıkarmaya uğraşıyor...
Ve içerideki siyasi güçlerini koruyabilmek uğruna dışarıdaki sorunları derinleştirerek kendi kamuoyunu oyalamakla ekonomik krizlerini yönetiyor...
Yunanistan, Rum kesimine olağanüstü silah, uçak satışları yapıyorlar...
Doğu Akdeniz’de girdikleri ittifaklarla petrol ve gaz kaynaklarına ortak olmaya çalışıyorlar...
*
Türkiye’deki Hıristiyan azınlıklar ve Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesinden endişeli olduğunu ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’ya söylüyor...
Elpidophoros, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki duruşuyla ilgili de bir hayli endişeli imiş...
*
Çifte standart duygusunun zirvelerinde geziniyor birileri...
Başpiskopos, Yunanistan’ın Atina, Rodos, Selanik ve Batı Trakya’daki camilerin bazılarının kiliseye, müzeye çevrilmesinden ve birçoğunun yıkılmasından hiç endişe etmiyor...
Ve Ege Denizi’ndeki tüm adalara askeri birliklerinin yerleştirilmesinden de...
*
ABD bir yandan bize müttefik olduğunu söylüyor...
Yüz yıldan beri İslam coğrafyasını eğitimsiz, okulsuz, kitapsız bırakan ve dünyaya açılan tüm pencerelerini kapatanların kim olduğunu yazmıyor...
Bu ülkelere sattıkları silahların kaç trilyon dolar olduğunu...
Ve kimlerin sattığını da...
*
Silahlarla büyüyen kaç neslin kara cahil bırakıldığını ve tüm farklılıkları gizlice silahlandırıp örgütleyip birbirleriyle savaştırdıklarını da hiç yazmıyor...
Ülkeleri karıştırıp, bölüp sonra da kendilerine göre yönetenlerin kim olduklarını da...
Din, mezhep, ırk farklılıklarının üzerinden çatıştırma stratejileriyle coğrafyayı ateş çemberine çevirirken, kendileri petrol, gaz, altın kaynaklarına nasıl çöktüklerinden de hiç bahsetmiyor...
*