-Ben Sayın Demirel ile aynı koalisyon hükümeti içinde hiç olmadım. Zincirbozan bizim için ilginç bir deneyim oldu. 4 ay gece gündüz beraber yaşadık, bir binanın içinde. Orada ciddi bilimsel çalışmalar yaptık. Fikir tartışmalarımız oldu. Birbirimizi daha yakından tanıdık. Ailelerimizi gördük, bizi ziyarete geliyorlardı. Daha sonra da zaman zaman görüştük, evinde hiç ziyaret etmemiştim.
Rakip siyasetçilerin askeri rejimler sırasında yasaklı konumundayken, bir toplama kampında yakınlaşıp dostça ilişkiler kurmaları, tabii ki hem Türkiye’nin, hem de siyasetçilerin ayıbı.
Oysa demokrasinin üzerine askeri darbe gelmeden yakınlaşıp uygar diyaloglar sürdürebilseler, cuntalar “Yönetim boşluğu” var gerekçesiyle rejime karşı eylem koyamazlar. En azından 12 Eylül 1980 askeri müdahalesindeki gibi, “Uzlaşıp bir cumhurbaşkanı seçemediler” benzeri gerekçeler bulamazlar.
Kapalı evler
Demirel ile Baykal’ın “Zincirbozan yakınlaşması”nın üzerinden 24 yıl geçtikten sonra birbirlerine “ev ziyareti” yapabilmeleri ise, açıkçası yakınlaşmanın pek içten olmadığını ve güncel siyasi gerginliklerin sonunda bu yakınlaşmanın canlandığını gösteriyor.
Düşünün demokrasi kurban edilmiş ve sizler siyasetçi olarak bir toplama kampına atılmışsınız. Dört ay gece gündüz beraber olmuşsunuz.
Bir de parti lideri olduğunuzu düşünün. Seçimi büyük bir zaferle sonuçlandıracağınıza inanmamanız imkansızdır.
Herhalde bu “Çevre” bazı politikacıları gaza getirip parti kurduruyor. Herhalde “Sadece senin adın oyların yüzde 20’sini çekmeye yeter. Bir de parti kurup örgüt çalışması yaparsan, tek başına iktidara gelmesen de koalisyon ortağı olursun” diyenler,
aklı başında sandığımız insanlara bile parti kurduruyordur.
Ama herhalde huzursuz seçmen kitlelerinin beklentileri de, yerleşik partilere karşı kendi partilerini kuran siyasi girişimcileri tahrik ediyordur... Örneğin birileri, “Değişim”in, “Globalleşme”nin veya “Kapitalistleşme”nin ve benzer olguların
rahatsız ettiği kitlelere, yerleşik partilerin
seslendirmekten bile utanacakları vaatlerle yaklaşmanın getireceği oyları da mutlaka hesap ediyorlardır.
Bunlara bir örneği Fransız politikacısı Pierre Poujade’dan (1920-2003) verebiliriz.
4’üncü Cumhuriyet Fransa’sında siyasi krizler özellikle esnaf ve zanaatkarı etkileyen ekonomik bunalımlar ile vergi artırımlarına yol açarken, kendisi de esnaf olan Poujade önce 1954’te vergi memurlarına direnci simgeleyen bir örgüt (Union de Defense des Commerçants et Artisans), sonra da ulusalcı bir parti (Union et Fraternite Française) kurdu.
Bu senaryonun yazıcıları, İstanbul ve Ankara’daki sabotaj ve suikastlar ertesinde Türkiye Irak’a askeri müdahalede bulunursa, Amerika’nın nasıl reaksiyon vereceğinin alternatiflere dayalı olarak yorumlanmasını istemişler. Bu arada toplantıya katılan bazı Türk görevliler, Amerika, Kuzey Irak’taki PKK liderlerini Türkiye’ye teslim ederse, bunun seçimde AK Parti’nin işine yarayacağını söyleyip, uyarılarda bulunmuşlar.
Tabii ki çok tatsız bir durum bu. Felaket senaryosunun içeriği kadar, Hudson Enstitüsü’nün böyle bir senaryoya Türkiye’yi konu etmesi de, bu senaryonun tartışılmasına bazı kamu görevlisi Türklerin katılması da, en azından hem akılsızlık, hem densizlik.
Bush’a suikast
Ama bunlar böyle işte. Hollywood filmlerindeki ve televizyon dizilerindeki Amerika’yı konu alan siyasi senaryoları hatırlayın. Amerika’da vizyona giren “Death of a President” (Bir Başkanın Ölümü) adlı İngiliz yapımı filmde, Başkan Bush bir suikast sonucu öldürülüyor ve Başkan olan Cheney de Suriye’yi işgal emri veriyordu.
Aslında bunlar bizim senaristleri de etkiledi. Televizyon kanallarındaki gerçek mi hayal mi olduğu anlaşılamayan terörizm ve siyasetin birbirlerine karıştırıldığı dizileri hala tartışmıyor muyuz?
Ancak bilelim ki, sade Amerika değil, kendilerini süper güç olarak gören diğer devletler de, başka ülkeler hakkında kağıt üzerinde kalmaktan öteye, ayrıca uygulanan senaryolar yazarlar. Toplumları ayaklandırmak, suikastlar düzenlemek, darbe yaptırmak, sahte belgelerle kamuoyunu yanıltmak, bu senaryolarda yer alabilir. İran’da Musaddık (1953), Şili’de Allende (1973) böyle devrilmemişler miydi? Macaristan (1956) ve Çekoslovakya’daki (1968) özgürlük hareketleri, böyle sona erdirilmemiş miydi?
Son olarak Erdoğan kendisini "Barzani ağzıyla konuşuyor" diye suçlayan Baykal’ı, "Karakterinin gereğini yerine getiriyor” diye cevapladı. Baykal da , "Beni bırakın herhangi bir vatandaşımızın karakteri, ahlakı, dürüstlüğü konusunda söz söyleyemeyecek olanların başında bizzat Başbakan vardır” sözleriyle cevabını iletti.
Türkiye’de yazılı hafıza olmadığı için, yeni kuşaklar bu tür atışmaların ilk kez olduğunu düşünüyor ve herhalde karamsarlığa kapılıyorlardır. Oysa yaşı 30 civarındaki Türkler bile, “Biz bu filmi defalarca gördük” diyerek, bu tür atışmaları yarım kulakla dinliyorlardır.
Biz bugün yeni kuşakların karamsarlığını gidermeye yardımcı olur ümidiyle, yakın geçmişteki bir seçim öncesinde (1979’un 14 Ekim seçimleri) siyasi liderlerin birbirleri hakkında neler söylediklerini hatırlatalım.
Hükümetin başı
- Hükümetin başı bölücülük yaptı. Türk devletini ülkeye sadakatle bağlı Doğu’daki vatandaşlara jurnal etti. Bölücü maceracılara cesaret, cüret ve gerekçe verdi. Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel
- Kanlı elleri ve faşist militanları ile bu hükümeti yıkmaya çalışıyorlar. Başbakan ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit
İşçiler büyük çoğunlukla İşçi Partisi eğilimliydiler. Hemen hepsi “Daily Mirror” okurdu. Fabrikaya ben “The Times” gazetesi ile geldiğimde takılırlardı. Kraliyet kurumunu da alaya alırlardı. Örneğin o sırada Kraliçe hamileydi. İşçiler haftalıklarını aldıklarında, ücret fişinin vergi bölümünü gösterip, “Doğacak bebeğin bezinin parası bizden kesilmiş” diyerek gülüşürlerdi.
“Tory” diye de bilinen Muhafazakar Parti’ye karşı olduklarını hep vurgularlardı. ”Tory” kelimesini “Lavatory”ye ( tuvalet) dönüştüren nükteler yaparlardı.
Gelenekler
Bu ortamdan cesaret aldım ve yanımda çalışan bir işçi arkadaşıma “Seçimde İşçi Partisi’ne mi oy verdin?” diye sordum.
Birden yüzü asıldı. Bana İngiliz toplumu hakkındaki ilk dersimi verdi,
- Acaba 22 Temmuz seçimleri yapılabilecek mi?
- Acaba Irak sınırını geçip savaşa mı gireceğiz?
- Acaba Türkiye’de darbe ihtimali mi var?
Milletvekili seçilmesi şimdiden kesin, büyük partilerden birinin ilk sıra adayı olan bir politikacı Ufuk Güldemir’in cenazesinde şöyle diyordu:
- Günlerin bu kadar uzun olduğunu hiç görmemiştim. Şu 22 Temmuz adeta hiç gelmeyecekmiş kadar uzakta. Her doğan günün yeni krizlere gebe olduğunu izlemek insanı yoruyor.
Dış yatırımcı fonlarının yöneticileri, Türkiye hakkında bilgi edinmek için bana geldiklerinde hep aynı şeyi söylerim. Derim ki:
Biz böyleyiz
Bu tarayıcı ile, İstanbul’da birkaç kilometrekarelik alandaki araç telefonlarıyla yapılan konuşmaların bazılarını dinledim. Garip bir durumdu bu. İnsanların mahremiyetine giriyordunuz ama dinlediğiniz kişilerin kim olduklarını da bilmiyordunuz.
“Körlerin röntgenciliği” gibi bir şeydi bu.
Bu 48 saatlik deneyimden çıkardığım genelleme şu oldu.
Ortalama İstanbullu bir Türk, sabah 8 ile akşamüstü 6 arasında para kazanmak, işini yapmak, senet ödemek veya tahsil etmek, çalıştığı işyerindeki durumunu sağlamlaştırmak için koşuşturuyor. Akşamüstü iş saati sona erdikten sonra da, eğlenmek, aşkını yaşamak, arkadaşları veya ailesi ile buluşmak, gerekirse evde bekleyenlere yalan söylemek için yaşıyor insanlar.
Siyaset ve hayat
Örneğin birkaç kez, Boğaz Köprüsü’nden aracı ile geçen erkeklerin, eşlerine “
Çünkü Ortadoğu halkları, gerçeklerden çok komplo teorileri ile gelişmeleri anlamaya çalışır. Topraklarından petrol fışkırmasına rağmen yoksulluktan kurtulamayan halk kitleleri, ülkelerini kötü yönetenleri eleştirecek yerde siyonistlerin ve emperyalistlerin kendilerini geri bıraktığına inanırlar.
Osmanlı’da da, cumhuriyette de öz eleştiri geleneğine sahip olan biz Türkler ise, ne yazık ki son dönemlerde, kendimizi Ortadoğu rüzgarına fazlaca kaptırıp, komplo teorileri ile kendi hatalarımızı görmezden gelmeyi seçmeye başladık.
Bu eğilimin en somut yansıması ise, kökü içeride olan sorunlarımızın kaynağını dışarıda aramamız değil mi?
Şimdi bu komplo teorileri daha mikro düzeylere indirgendi ve mesela genel seçime dayanan gelişmeler de böyle yorumlanmaya çalışılıyor.