Paylaş
Bir de parti lideri olduğunuzu düşünün. Seçimi büyük bir zaferle sonuçlandıracağınıza inanmamanız imkansızdır.
Herhalde bu “Çevre” bazı politikacıları gaza getirip parti kurduruyor. Herhalde “Sadece senin adın oyların yüzde 20’sini çekmeye yeter. Bir de parti kurup örgüt çalışması yaparsan, tek başına iktidara gelmesen de koalisyon ortağı olursun” diyenler,
aklı başında sandığımız insanlara bile parti kurduruyordur.
Ama herhalde huzursuz seçmen kitlelerinin beklentileri de, yerleşik partilere karşı kendi partilerini kuran siyasi girişimcileri tahrik ediyordur... Örneğin birileri, “Değişim”in, “Globalleşme”nin veya “Kapitalistleşme”nin ve benzer olguların
rahatsız ettiği kitlelere, yerleşik partilerin
seslendirmekten bile utanacakları vaatlerle yaklaşmanın getireceği oyları da mutlaka hesap ediyorlardır.
Bunlara bir örneği Fransız politikacısı Pierre Poujade’dan (1920-2003) verebiliriz.
4’üncü Cumhuriyet Fransa’sında siyasi krizler özellikle esnaf ve zanaatkarı etkileyen ekonomik bunalımlar ile vergi artırımlarına yol açarken, kendisi de esnaf olan Poujade önce 1954’te vergi memurlarına direnci simgeleyen bir örgüt (Union de Defense des Commerçants et Artisans), sonra da ulusalcı bir parti (Union et Fraternite Française) kurdu.
Poujade, Çin Hindi’ndeki yenilgiyi işleyerek Fransız milliyetçiliğine de oynadı. Esnaf,
zanaatkar, çiftçi ve küçük üreticiye de “Sizlerden vergi alınmayacak” vaadinde bulundu.
1956 Ocak seçimlerinde, Poujade’ın partisi büyük bir sürpriz yaparak oyların yüzde 12’sini
aldı ve parlamentoya 52 milletvekili gönderdi.
Ama kimse onu ciddiye almadı. Daha sonra Fransa’da 5’inci Cumhuriyet’i kuran De Gaulle
onunla görüşmedi. Partisi eridi. O partinin içinden çıkan Jean-Marie Le Pen, Poujade’ın bir armağanı olarak hâlâ Fransız aşırı-sağını temsil ediyor.
Ama siyaset terminolojisine de “Poujadism” (okunuşu Pujadizim) diye bir kavram girdi. O günden beri, “vergi almayacağım”, “her şeyin fiyatını indireceğim”, “bütün kamu hizmetleri bedava olacak” benzeri vaatlerle seçmen önüne çıkmaya ve milliyetçi duyguları kaşımaya “Poujadizm” deniliyor.
Değişime ve gerçeklere karşı çıkmanın bir başka örneği de 19’uncu yüzyıl İngiltere’sindeki “Luddism”dir. Bu olayda sanayileşmenin el tezgahlarını yok etmesine karşı direnen Ned Ludd önderliğindeki eylemciler tekstil fabrikalarına saldırıp makineleri tahrip edince, duruma askeri birlikler müdahale etmiştir.
Bugün de teknolojik gelişmeye veya globalleşmeye karşı çıkanlara “Neo-Luddite” denilir İngiltere’de.
Yerleşik siyasette kendilerine yer bulamayanların Pujadizm yapmaları doğaldır. Ama köklü partilerin oy endişesi ile bunlarla yarışa girip, “Ben senden daha çok gerçek ötesi vaatlerde bulunabilirim” demeleri doğal değildir. Siyasi akıl tutulmasıdır.
Biraz acele etmiyor muyuz?
NTV Washington muhabiri Ümit Enginsoy’un haberine göre, Türk Deniz Kuvvetleri, ABD’den, savaş gemilerine karşı kullanılan gelişmiş Harpoon füzelerinden 51 adet satın almaya hazırlanıyormuş. Füzelerin satış bedelinin de yaklaşık 159 milyon dolar olması bekleniyormuş.
“Irak’a girelim mi-girmeyelim mi?”
konulu tartışmanın sonuna kadar Amerika’dan silah alımını durdursak daha doğru olmaz mı?
Veya en azından “Felaket senaryosu”nun finaline kadar bekletsek bu alımları.
Ali Saydam endişeli
CHP’nin seçimlere dönük reklam kampanyasını üstlenen “Güzel Sanatlar Saathci&Saatchi”ye Genel Başkan Deniz Baykal’ın ne kadar
hareket alanı tanıyacağı, Ali Saydam’ın merak konusu olmuş. Akşam’daki köşesinde, geçmişte yaşadığı serüveni özetle şöyle yazmıştı:
-Yıllar önce Bülent Tanla elimizden tuttuğu
gibi bizi Ankara’ya CHP merkezine götürmüştü. Tanla bu görüşme için ısrarlıydı. ‘Stratejik
siyasi iletişim kültürünü’ partiye yerleştirmeye çalışıyordu. Ankara’ya geldik. Bir dakika
bile beklemeden Baykal’ın toplantı masasına alındık. Bizi yalnız bekliyordu. Bir saat değil,
tam üç saat sürdü görüşme!... Tabii ‘görüşme’ denebilirse... ‘Birlikteliğimizin’ 2 saat
50 dakikasında Sayın Baykal konuştu. Bize
‘siyasi iletişim’ dersi verdi... Kendisine siyasi iletişim hizmeti verme şansımız yoktu, yani...
Paylaş