Mehmet Ali Birand

AKP’nin attığı adımlar yetersizdir ve cılızdır

13 Kasım 2009
İktidarı, attığı adımlardan dolayı eleştirmeyelim. Bu adımların yetersiz ve cılız olduğundan, PKK sorununun çözümü için daha cesur davranamadığından dolayı eleştirelim. Unutmayalım ki, Türkiye’yi atılan bu adımlar bölmez. Asıl hiçbir adım atılmadığı taktirde bu ülke bölünür. Bir defalığına ülkemizin geleceğini düşünerek hareket edelim. Sırf AKP’yi vurmak için Kürt sorunu üzerinden siyaset yapmayalım.

Türkiye’nin eline inanılmaz bir fırsat geçmiş durumda.

           

Eğer bu fırsat iyi kullanılabilirse, ülkenin önü açılacak, insanlarımız rahatlayacak, zenginleşecek ve Türkiye bölgenin gerçek lideri konumuna girecek.

           

Bu açılımı AKP gerçekleştiriyor diyerek karşı çıkmak, bu ülkeye ihanet etmek olur.

           

AKP’nin bir çok politikasını ben de sevmiyorum.

           

Yazının Devamını Oku

CHP, açılımı yavaşlatmayı başardı

12 Kasım 2009
Kürt Açılımının salı günkü ilk provası, bugün nelerin yaşanacağını gösterdi. AKP’nin ümidi, CHP’nin makul ölçülerde muhalefet yapmasıydı. Ancak Baykal, tüm beklentileri suya düşürdü. AKP’lileri hayal kırıklığına uğrattı. Bu durumda, Erdoğan ya daha da büyük risk alıp yoluna devam edecek veya vites küçültmek zorunda kalacak.

TBMM salı günü Türkiye’nin  en önemli, en hayati sorununu ele aldı. Öylesine hayati bir sorun ki, çözümlenebildiği taktirde, ülkenin önü açılacak, insanları zenginleşecek ve barışa kavuşacaklardı.

 

Ne yazık ki, TBMM’de yaşananlar, böylesine önemli bir ortama uygun değildi.

 

Elimizi ayağımızı bağlayan teröre karşı ortak bir tavır alması gereken mecliste, mahalle kavgası gibi bir manzara vardı.

 

Çok üzücü manzaralar yaşandı.

 

Yazının Devamını Oku

Başbakan, eskilere göre asker karşısında daha mı dik?

11 Kasım 2009
Erdoğan’ın Türk Silahlı Kuvvetleri karşısındaki tutumunun, eski Başbakanlara oranla çok daha farklı olduğu besbelli ortada. Bu açıdan toplum ikiye ayrıldı. Bir bölümü Erdoğan’ı alkışlıyor. Cesaretini övüyor ve yapılması gerekeni yaptığını belirtiyor. Diğer bir kesim ise, genel koşulların farklılaştığına dikkat çekip,” 12 mart veya 12 eylül dönemlerinde Başbakan olsaydı, acaba böyle konuşabilir miydi?” diyor. Kim ne derse desin, ortadaki resim Türkiye’nin derin bir değişim içine girdiğini gösteriyor. Yeter ki, yaklaşımlar fazla abartmadan, belirli sınırlarda tutularak götürülsün.

Başbakan’ın son TRT söyleşisi, ben dahil herhalde nice gazetecinin ağzının sularını akıtmıştır.

Fehmi Koru, Derya Sazak, Prof. Mustafa Erdoğan, Prof. Fuat Keyman`ın soruları ve söyleşinin genel havası da çok güzeldi. Kimse aksini söyleyemez, her soruyu da sordular. Başbakan’a şirin görünme telaşları olmadığı gibi, hiçbiri lafını da  gevelemedi. Her biri tebriği haketti.

Başbakan da çok ilginç bir performans sergiledi. Verdiği her yanıt manşetlikti. Tabii, özellikle TSK ile ilişkiler hakkındaki söyledikleri , sivil iktidar - asker ilişkilerinde bir yol ayrımının perçinlenmesi gibiydi.

Herşey, 27 nisan 2007 gecesi  Genelkurmay’ın internet sitesine konan ve AKP’ye oy verilmemesini isteyen elektronik mesajla başladı.

Yazının Devamını Oku

Türkiye, bölgenin yükselen yıldızı, ancak…

10 Kasım 2009
Uzun yıllardan beri böylesine elverişli bir konjonktür yaşanmadı. Öyle bir Uluslararası ortam içindeyiz ki, doğru atılan her adım, birkaç misliyle bize geri dönüyor. Doğrusu, Dış İlişkilerdeki pırıltı da hemen hergün çıkan yazı ve yorumlara da yansıyor. Ancak ne yazık ki, bu başarılar, yanlış üslup, gereksiz jestler ve iç gerginliklerle gölgeleniyor. Başbakan, kendi yarattığı bir başarı hikayesini, yine kendi yıpratıyor.

İktidarların bazıları çok şanssızdır.

           

Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar başarılı kararlar alırlarsa alsınlar, toplumlara yaranamazlar. Bazıları da Uluslararası konjontürün kurbanı olurlar. Ne kadar parlak politika üretirlerse üretsinler, Uluslarası gelişmeler önlerini kapar.

           

Erdoğan, neresinden bakarsanız bakın, şanslıların başında geliyor.

           

İçerde ve dışardaki konjonktür, ona yardımcı oluyor.

           

Yazının Devamını Oku

Bu yaptığınız insanlık dışıydı…

7 Kasım 2009
Türkiye Cumhuriyeti Devleti açıkça bir insanlık suçu işledi. Kanser hastalığı terminal evreye giren bir mahkumun, bürokratik engeller yüzünden, aylardan beri evinde ölmesine bile izin verilmedi. Nedeni de, Adli Tıp Kurumunun 42 üyesinin bir türlü rapor verememeleriydi. Daha da ayıbı, bu kurulun başındaki isim, üstüne vazife olmamasına rağmen Toplum yararı” adına böyle davrandıklarını söyledi. Bu tutum tepkisiz mi kalacak? Utanın, utanın...

 

Sevgili okurlarım, kelimenin tam anlamıyla bir insanlık suçu ile karşı karşıya kaldık. Bu suçu da Türkiye Cumhuriyeti Devleti işledi..

 

Yazarken bile sinirleniyorum.

 

İster katil, ister hırsız olsun. İnsan insandır ve suçu ne olursa olsun Devlet onun sağlığını korumak zorundadır. Oysa bakın, Güler Zere’nin başına neler geldi. Milliyet’te hafta içindeki haber içler acısıydı:

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye kabuk değiştiriyor

6 Kasım 2009
Son dönemde yaşananlar, Türk dış politikasının ilginç bir denemeye başladığı izlenimi yaratıyor. Orta Doğu, ABD ve Rusya ile gelişen ilişkiler, Ermeni açılımı gibi girişimlerle yeni dengeler kuruluyor. Türkiye, eskiye oranla bölgesindeki duyarlılıkları daha fazla dikkate alıyor. AB ile ilişkiler ise, bir türlü beklenen ivmeyi kazanamıyor. Fransa ve Almanya’nın tavrı, kimsede heyecan bırakmazken, Ankara da süreci hızlandırıcı adımlar atmaya hevesli görünmüyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde son derece ilginç gelişmeler yaşanıyor. Aslında sadece AB ile değil, Türkiye’nin dış ilişkilerinde genel olarak, bir  kabuk değiştirme denemesi ile karşı karşıyayız. Ben bunu “Türkiye’nin batıdan ayrılıp, doğuya kayması” olarak nitelemiyorum. Başbakanı da, “Hayır, yön değiştirmiyoruz. Olması gerekeni yapıyoruz” diyor. Ne denirse densin, ortada açıkça yaşanan bir değişim var.

 

Ne demek istediğimi, örnekleyerek anlatmam daha kolay olacak.

 

Soğuk Savaş döneminde, Türkiye’nin dış ilişkileri tek yönlüydü.

 

Batı kampındaydık ve bizimle birlikte olanlara müttefik adı takmıştık. Müttefiklerimizle ilişkilerimizde genel olarak sorun çıkarılmazdı. Karşı cephedekiler ise Komünist kampın üyeleriydiler. Onlara düşman muamelesi yapılırdı.

 

Yazının Devamını Oku

Kuzey Irak Kürtleri de bizi anlamalı…

5 Kasım 2009
İstanbul’da Kuzey Irak Kürdistan bölge temsilcilerinin katıldıkları önemli bir toplantıdan söz etmiş, Irak Kürtlerinin Türkiye’ye bakışlarının nasıl değiştiğini anlatmıştım. Bugün de madalyonun öbür yanına bakmak istiyorum. İki toplum arasındaki ilişkilerin giderek yumuşadığı ve yepyeni bir sürece girildiği şu sıralarda, nasıl bizler Kürtlerin duyarlıklarına dikkat etmemiz gerekiyorsa, Kürtlerin de bizim duyarlıklarımıza dikkat etmeleri gerekiyor. Bakın neden...

Dünkü yazımda sizlere, İstanbul’da American University ve Atlantic Counsel’ın birlikte düzenledikleri Türk- Kuzey Irak yakınlaşmasını konu alan konferansından söz etmiştim. Bu konferanstaki atmosferi anlatmış ve Kuzey Irak Kürtlerinin, Türkiye’den beklentilerine değinmiştim.

           

Gerçekten de, çok farklı sözler duyduk. Konferansa katılanların duyarlıklarını anladık. Ancak, madalyonun bir de öbür yanı var. Ben hem konferans sırasında bu konuya değindim, hem de burada açıkça anlatmak istiyorum.

           

Türkiye ile Kuzey Irak’ın birbirilerine muhtaç olduklarına inananlardanım. Kuzey Irak yarın, şu veya buradan gelen bir saldırı veya baskı ile karşı karşıya kalırsa, Türkiye’den daha etkin bir yardım eli bulamaz.

           

Sırtını İran’a dayayamaz. Sünni veya Şii’lerden de destek gelmez.

           

Yazının Devamını Oku

Kürtlerin İstanbul çıkartması…

4 Kasım 2009
Şu son iki gün süreyle İstanbul’da çok farklı görüşlerin konuşulduğu, şimdiye kadar hiç alışılmamış tartışmaların yayınlandığı programlar vardı.Bunlardan biri, Kuzey Irak Kürt yönetiminden gelen üst düzey bir heyetin anlattıklarıydı. Diğeri de, CNN TÜRK’teki Tecrübe Konuşuyor programındaki tartışma, Türk medya tarihinde bir ilki oluşturdu. Programdan sonra öylesine farklı tepkiler geldi ki, yapılan konuşmaların yarattığı şaşkınlık hemen her mesajın ortak noktasıydı. Çok kızanlar da oldu, çok alkışlayanlar da...

Keşke, Pazartesi ve Salı günleri İstanbul’da, ne yazık ki çok kısıtlı bir konferanstaki konuşmaları ülkenin hemen tamamı dinleyebilseydi.

           

Atlantic Council ve American University tarafından organize edilen konferansa, büyük çoğunluğu Kuzey Irak’tan gelen Kürt yönetimi yetkilileri ve daha az sayıda Türk katıldı. Konu, Türkiye ile Irak Kürtleri arasındaki ilişkilerin bundan böyle nasıl gelişeceği idi.

           

David L. Phillips’in gerçekleştirdiği bu toplantının en ilginç yanı, Kuzey Irak’tan gelen üst düzey yetkililerin bizlere anlattıklarıydı. Onları dinledikçe, uzun yıllar boyunca birbirimizi nasıl tersten okuduğumuzu çok daha iyi anladım. Daha da önemlisi, Türkiye ile Kuzey Irak Kürtlerinin sonunda gerçek kimliklerini bulduklarını gördüm.

           

Kuzey Irak Kürtleri, çok açık ve seçik şekilde, bölgede güvenebilecekleri, bir felaket durumunda sırtlarını dayayabilecekleri tek ülkenin Türkiye olduğunu anlattılar.

           

Yazının Devamını Oku