Mehmet Ali Birand

Beyaz Saray’dan kimse eliboş çıkmaz

8 Aralık 2009
Bu yazıyı, Başkan Obama ile görüşmesine az bir süre kala tamamlayabildim. Saat farkı nedeniyle daha fazla bekletemezdim. Dolayısıyla, görüşmenin sonucunu öğrenemeden yazıyorum. Sizler ise, şu anda sonucu benden daha iyi biliyor olacaksınız. Ancak şu kadarını da ben biliyorum: Başbakan duyduklarından sonra “Keşke şu sıralarda Washington’a gelmeseydim” demiş veya toplantıdan istediklerini elde edip ayrılmış olabilir.

2002 yılının ocak ayındaydık ve Washington’da Irak’tan başka birşey konuşulmuyordu. Yönetimin tüm dikkati Saddam Hüseyin’e dönmüş ve Amerikanın savaş çarkları Bağdat’a dönmüştü. Kimsenin başka bir konuya ayıracak vakti yoktu.

 

İşte o soğuk ocak günü, Başbakan Ecevit, Beyaz Saray’a girdi. Bizler de, Beyaz  Saray’ın bahçesinde ve toplantının bitmesini bekliyorduk .İçerde, Başkan Bush son derece net şekilde “Amerikanın hedefinde Irak’ın bulunduğunu” söylüyor ve Türkiye’den önemli, katkılar beklediğini anlatıyordu.

 

Ecevit, duyduklarına inanamıyordu. İnanmak istemediğinden dolayı da, dışarı çıktığında, bölge sorunlarının tartışıldığını açıklamakla yetindi.Oysa Başkan Bush’a anlatması gereken çok şey vardı. Örneğin Kıbrıs, PKK’ya karşı mücadele ve İMF konusunda destek istiyordu.

 

Bush oralı bile değildi. Varsa yoksa Irak...

 

Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin en güçlü pazarlık kartı: TSK

7 Aralık 2009
WASHİNGTONWashington’a gelen ilk NATO lideri olarak Erdoğan geldi. Bugün yapılacak olan Obama görüşmesinin temel konusu, Afganistan’a ek Türk askeri yollanması. Obama, sadece asker değil, “savaşacak asker” istiyor. Şu anda ABD borsasında en değerli hisse, Türk Silahlı Kuvvetleri. Türkiye’nin de elindeki en güçlü pazarlık kartı. Ancak Başbakan’ın işi güç. Zira Türkiye, askerinin Taliban avına çıkmasını istemiyor. Ancak, Obama ’ya HAYIR demekte sanıldığı kadar kolay değil.

Başbakan’ın heyeti dün Washington’a indi ve şu aralarda Obama yönetiminin en gözde konuğu durumuna girdi. Bütün gözler, Erdoğan’ın üstünde.

           

Bugün Beyaz Saray’da bir pazarlık yapılacak.

           

Pazarlığın temelinde, Başkan Obama ’nın  Erdoğan’dan istediği ek Türk askeri var.

           

Şu sıralarda Türkiye’nin elindeki en değerli pazarlık kartı, Silahlı Kuvvetleri. Belki içerde eleştiriliyor, hatta emeklileri savcıların önüne çıkarılıyor, ancak NATO’nun Afganistan mücadelesi açısından TSK son önemli.

           

Yazının Devamını Oku

Kırmızı ışıkta durmayan

5 Aralık 2009
İşimize geldiğinde hukuk arayışına giriyoruz. Başımız sıkıştığında, hemen yargının bağımsız olması gereği üzerine nutuklar atıyoruz. Sonra, herşeyi unutup, en basit kuralları dahi çiğniyoruz. Kırmızı ışıta durmayanın hukuk arayamayacağını bile unutuyoruz.

Bu sözün telif hakkı Prof. Doğu Ergil’e aittir. Sağduyu dolu bir insandan ancak bu kadar derin bir söz çıkar. Bir takım beyinsizlerin tüm hırpalama çabalarına rağmen, bir türlü yıkamadıkları bir isimdir. Dağ gibi duruşuyla hala hepimize ders veriyor.

 

Gerçekten de, ne kadar doğru bir saptama, değil mi?

 

Kırmızı ışıkta durmayan, hukuk talep edemez.

 

Kırmızı ışık son derece temel bir kural.

 

Yazının Devamını Oku

Avrupa, ilgi sahamızdan uzaklaşıyor

4 Aralık 2009
Eminim sizlerin de dikkatinizi çekmiştir. Hem Avrupa bizden, hem de biz Avrupa’dan uzaklaşıyoruz. İsvviçre’nin minare kararı bu gidişin en önemli sembolü oldu. Hem iktidarın, hem de kamuoyunun ilgi sahası, giderek başka yönlere kayıyor. Artık, Avrupa ile eskisi gibi ilgilenilmiyor. Ne iktidarın çabası var, ne de insanlarımızın. Avrupa konusu neredeyse unutuldu. Türkiye giderek Avrupa’nın ilgi sahasından uzaklaşıyor. Bunun bir nedeni, Ankara’nın önceliklerinin değişmesi, diğer bir nedeni ise, Brüksel’in Türkiye’yi tam üyelikten soğutma çabasında başarı kazanmasıdır.

Bir süredir benim olduğu kadar, birçok gözlemcinin de dikkatini çekiyor olmalı. Bilmem farkında mısınız, Avrupa bir süredir günlük yaşamımızdan kayboluyor.  Avrupa bizdekn, biz de Avrupa’dan uzaklaşıyoruz. İsviçre’nin minare kararı, bu boşanmanın bir başka göstergesidir.

 

Kısa bir süre öncesine kadar, Avrupa’dan hemen hergün söz ederdik. Hemen her gün medya’da tartışılır, olumlu veya olumsuz makaleler yazılır, seminerler organize edilirdi.

 

Avrupa Birliği, Türkiye’nin 1 inci lige çıkışının Ak Parti iktidarının  meşruiyetinin  bir güvencesiydi. AB’ye tam üyelik için çaba harcayan bir iktidarın, aynı zamanda Türkiye’yi din devletine dönüştüremeyeceğine inanılırdı. AB,  bu iktidarın bir hedefiydi. Tam üyelik  müzakerelerine başlamak, ülkenin ekonomisini daha  hareketlendirmiş ve yabancı yatırımları arttırmıştı.

 

Bugün, artık Avrupa Birliği konuşulmuyor.

 

Yazının Devamını Oku

Biz siyasetçilerin konuşmalarına karışıyor muyuz?

3 Aralık 2009
Başbakan hiddette sınır tanımadı. Köşe yazarlarını yerden yere vurdu. Ne bölücülükleri kaldı, ne devlet, ne barış düşmanlıkları kaldı. Bu konuşma şekli ve söylenenler açılım fikriyatı ile demokrasiye vurgu yapan T.C. Başbakanına hiç yakışmadı. İktidarın hala fikir ve söz özgürlüğüne bir türlü alışamadığını gösteriyor. Oysa, Mehmet Tezkan doğruyu yazmıştı. Gerçekten de, bu ülkede siyasetçiler ne zaman az konuşsalar, huzur ortamı o kadar yaygınlaşıyor.

Başbakan yine durdu durdu ve dilinin kurbanı oldu. Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan’ın siyasetçilerin fazla konuşmalarının ülkede gerilimi arttırdığına dikkat çeken köşe yazısı, Başbakan’ı adeta çıldırtmış.

 

Açtı ağzını, yumdu gözünü.

 

Tipik bir Erdoğan klasiği izledik.

 

Köşe yazarlarını devlet düşmanı, barış düşmanı olarak niteledi.

 

Yazının Devamını Oku

Türk kaptanı, Kenyalı rehber kadar olamıyor…

2 Aralık 2009
Bu konuya değinmeden edemeyeceğim. Kenya’da gördüklerim içime oturdu. Bu ülkeyle bir ortak noktamız var. Biz deniz turizminden yararlanıyoruz, Kenya Safari turizminden para kazanıyor. Ayrıldığımız nokta, Kenya’da turizmden para kazanan en fakir şöför dahi toprağını koruyor, bizimkiler ise denizleri kıyıları pisletiyor.

Kenya ile Türkiye’nin ortak bir yanı var.

 

Her iki ülke, turizmden büyük paralar kazanıyor.

 

Biri (Kenya) yüzbinlerce dönümlük özel korunan bir  bölgede yaşayan hayvanları gösteriyor.

 

Gergedan, Fil, Aslan, Kaplan, Leopar, Çita, İmpala... Aklınıza ne gelirse, insanoğlu tabiatı mahvetmeden önce, bu hayvanlar nasıl istedikleri gibi dolaşıp avlanıyorlarsa, bugünde aynı şekilde yaşıyorlar... Daha doğrusu, Kenya bu hayvanların insanlar tarafından öldürülmeden yaşamalarını sağlıyor... Onların hayatlarına karışmıyor...  Sadece insanlara karşı koruyor. Karşılığında da, heryıl milyonlarca insan, bu yaşamı  görmek için Kenya’ya geliyor. Üstelik, bu tip turizm ucuz da değil. Gelişi-gidişi, yatması-kalkması epey pahalı. Buna rağmen, insanlar artık dünyada eşi kalmayan bu manzarayı izlemek için geliyorlar.

 

Yazının Devamını Oku

Beş gün başka bir dünya’da yaşadım…

1 Aralık 2009
Kendimi çok farklı hissediyorum.Tam beş gün süreyle, bambaşka bir dünyada, bambaşka canlılarla yaşadım. O dünyada ne Recep Tayyip Erdoğan vardı, ne GS-FB maçı, ne de Kürt veya Ermeni açılımı. Uzun süredir ilk defa, gerilimsiz bir dünyanın tadına vardım..

Meğer Recep Tayyip Erdoğan’dan söz etmeden de yaşanabiliyormuş...

 

Meğer Kürt açılımının doğru mu, yanlış mı olduğu konusunda kavga etmeden, korkuyla Türk-Kürt sürtüşmesinin beklenmediği bir hayat da varmış...

 

Bayram tatilinden yararlanıp, eş dost bir grup olduk ve Kenya’ya gittik.

 

Bu yazıyı da son günümüzde yazıyorum.

 

Yazının Devamını Oku

28 Şubat’tan bugüne yaşanan büyük değişim…

26 Kasım 2009
Türkiye büyük bir hızla kabuk değiştiriyor. Dün 28 Şubat’ı (1997) yaşadık. Asker, brifinglerle kamuoyunu yanına çekti ve Erbakan-Çiller koalisyonunu istifaya zorlarken, Genelkurmay’da yalan yanlış iddialarla Andıç’lar hazırlanırken kimselerin kılı kıpırdamadı. Nice TV kanalları bu yalanları yayınladılar. Askerin tutumu çok normal bulundu, hatta alkışlarla karşılandı. Birde bugünkü duruma bakın. Yapılan tartışmalar ve askerin görev sınırları hakkındaki görüşler, büyük değişimin işaretleri değildir de nedir?

Eminim sizlerin de dikkatinizi çekmıştir.

 

Türkiye gerçekten kabuk değiştiriyor, hızla değişiyor. Bir hatırlatma yapmak için bu yazıyı yazdım.

 

28 şubat ( 1997) dönemini şöyle bir düşünün.

 

Erbakan-Çiller koalisyonu ile birlikte ülkede iriticanın yeniden hortladığı korkusuna kapılınmıştı. Hele Erbakan’ın Başbakanlık köşkünde, bazı tarikat liderlerini toplayıp yemek daveti vermesi, “irtica geliyor” çığlıklarının artmasına yol açmıştı. Balans ayarı için Sincan’da tankların dolaştırıldığı bir dönemdi.

           

Yazının Devamını Oku