2002 yılının ocak ayındaydık ve Washington’da Irak’tan başka birşey konuşulmuyordu. Yönetimin tüm dikkati Saddam Hüseyin’e dönmüş ve Amerikanın savaş çarkları Bağdat’a dönmüştü. Kimsenin başka bir konuya ayıracak vakti yoktu.
İşte o soğuk ocak günü, Başbakan Ecevit, Beyaz Saray’a girdi. Bizler de, Beyaz Saray’ın bahçesinde ve toplantının bitmesini bekliyorduk .İçerde, Başkan Bush son derece net şekilde “Amerikanın hedefinde Irak’ın bulunduğunu” söylüyor ve Türkiye’den önemli, katkılar beklediğini anlatıyordu.
Ecevit, duyduklarına inanamıyordu. İnanmak istemediğinden dolayı da, dışarı çıktığında, bölge sorunlarının tartışıldığını açıklamakla yetindi.Oysa Başkan Bush’a anlatması gereken çok şey vardı. Örneğin Kıbrıs, PKK’ya karşı mücadele ve İMF konusunda destek istiyordu.
Bush oralı bile değildi. Varsa yoksa Irak...
Başbakan’ın heyeti dün Washington’a indi ve şu aralarda Obama yönetiminin en gözde konuğu durumuna girdi. Bütün gözler, Erdoğan’ın üstünde.
Bugün Beyaz Saray’da bir pazarlık yapılacak.
Pazarlığın temelinde, Başkan Obama ’nın Erdoğan’dan istediği ek Türk askeri var.
Şu sıralarda Türkiye’nin elindeki en değerli pazarlık kartı, Silahlı Kuvvetleri. Belki içerde eleştiriliyor, hatta emeklileri savcıların önüne çıkarılıyor, ancak NATO’nun Afganistan mücadelesi açısından TSK son önemli.
Bu sözün telif hakkı Prof. Doğu Ergil’e aittir. Sağduyu dolu bir insandan ancak bu kadar derin bir söz çıkar. Bir takım beyinsizlerin tüm hırpalama çabalarına rağmen, bir türlü yıkamadıkları bir isimdir. Dağ gibi duruşuyla hala hepimize ders veriyor.
Gerçekten de, ne kadar doğru bir saptama, değil mi?
Kırmızı ışıkta durmayan, hukuk talep edemez.
Kırmızı ışık son derece temel bir kural.
Bir süredir benim olduğu kadar, birçok gözlemcinin de dikkatini çekiyor olmalı. Bilmem farkında mısınız, Avrupa bir süredir günlük yaşamımızdan kayboluyor. Avrupa bizdekn, biz de Avrupa’dan uzaklaşıyoruz. İsviçre’nin minare kararı, bu boşanmanın bir başka göstergesidir.
Kısa bir süre öncesine kadar, Avrupa’dan hemen hergün söz ederdik. Hemen her gün medya’da tartışılır, olumlu veya olumsuz makaleler yazılır, seminerler organize edilirdi.
Avrupa Birliği, Türkiye’nin 1 inci lige çıkışının Ak Parti iktidarının meşruiyetinin bir güvencesiydi. AB’ye tam üyelik için çaba harcayan bir iktidarın, aynı zamanda Türkiye’yi din devletine dönüştüremeyeceğine inanılırdı. AB, bu iktidarın bir hedefiydi. Tam üyelik müzakerelerine başlamak, ülkenin ekonomisini daha hareketlendirmiş ve yabancı yatırımları arttırmıştı.
Bugün, artık Avrupa Birliği konuşulmuyor.
Başbakan yine durdu durdu ve dilinin kurbanı oldu. Milliyet Gazetesi yazarı Mehmet Tezkan’ın siyasetçilerin fazla konuşmalarının ülkede gerilimi arttırdığına dikkat çeken köşe yazısı, Başbakan’ı adeta çıldırtmış.
Açtı ağzını, yumdu gözünü.
Tipik bir Erdoğan klasiği izledik.
Köşe yazarlarını devlet düşmanı, barış düşmanı olarak niteledi.
Her iki ülke, turizmden büyük paralar kazanıyor.
Biri (Kenya) yüzbinlerce dönümlük özel korunan bir bölgede yaşayan hayvanları gösteriyor.
Gergedan, Fil, Aslan, Kaplan, Leopar, Çita, İmpala... Aklınıza ne gelirse, insanoğlu tabiatı mahvetmeden önce, bu hayvanlar nasıl istedikleri gibi dolaşıp avlanıyorlarsa, bugünde aynı şekilde yaşıyorlar... Daha doğrusu, Kenya bu hayvanların insanlar tarafından öldürülmeden yaşamalarını sağlıyor... Onların hayatlarına karışmıyor... Sadece insanlara karşı koruyor. Karşılığında da, heryıl milyonlarca insan, bu yaşamı görmek için Kenya’ya geliyor. Üstelik, bu tip turizm ucuz da değil. Gelişi-gidişi, yatması-kalkması epey pahalı. Buna rağmen, insanlar artık dünyada eşi kalmayan bu manzarayı izlemek için geliyorlar.
Meğer Recep Tayyip Erdoğan’dan söz etmeden de yaşanabiliyormuş...
Meğer Kürt açılımının doğru mu, yanlış mı olduğu konusunda kavga etmeden, korkuyla Türk-Kürt sürtüşmesinin beklenmediği bir hayat da varmış...
Bayram tatilinden yararlanıp, eş dost bir grup olduk ve Kenya’ya gittik.
Bu yazıyı da son günümüzde yazıyorum.
Eminim sizlerin de dikkatinizi çekmıştir.
Türkiye gerçekten kabuk değiştiriyor, hızla değişiyor. Bir hatırlatma yapmak için bu yazıyı yazdım.
28 şubat ( 1997) dönemini şöyle bir düşünün.
Erbakan-Çiller koalisyonu ile birlikte ülkede iriticanın yeniden hortladığı korkusuna kapılınmıştı. Hele Erbakan’ın Başbakanlık köşkünde, bazı tarikat liderlerini toplayıp yemek daveti vermesi, “irtica geliyor” çığlıklarının artmasına yol açmıştı. Balans ayarı için Sincan’da tankların dolaştırıldığı bir dönemdi.