12 Eylül Referandumu giderek siyasileşiyor.
Anayasayı değiştirmekten çok, Erdoğan’a bir güvenoyuna dönüşüyor.
Herkesin de bir gerekçesi var.
Gerekçesi olmayanlar, zorlayarak dahi olsa, gerekçe yaratıyorlar.
- Bir kesim, taslağın tamamen Ak Parti’nin önünü açmak, yargı engelini yok etmek için ortaya konduğunu belirtiyor. Yapılan hesaplara göre, laik sistemi koruyan Asker unsurunun ortadan kaldırılmasından sonra, şimdi de sıra yargıda. Böylece başta Anayasa Mahkemesi’ne olmak üzere, iktidar partisi kendi yargıçlarını getirecek ve istediği kararları geçirtebilecek.
Eğer bir Erdoğan hayranı, onun her yaptığını sorgusuz kabul edenlerdenseniz, bu yazıyı okumayın. Sinirlenirsiniz. Eğer katıksız bir Erdoğan karşıtı iseniz de, boş yere okuyup benden nefret etmeyin. Eğer bu iki gurubun ortasında iseniz, o zaman gelin ikilemimizi birlikte çözmeye çalışalım.
Önümüzdeki 8-9 ay içinde Türkiye yakın tarihinin en önemli sınavından geçecek.
Önce bir referandumda oy kullanacağız, ardından bir genel seçim gelecek.
Her ikisinde de, Erdoğan için oy kullanılacak. Referandumda insanlar, Anayasa değişikliğinden çok, Başbakan’a EVET veya HAYIR oyu verecekler.
Eğer bu iki engeli atlatırsa, Erdoğan üçüncü defa seçilirse, Türkiye’yi en uzun süre yöneten kişi olacak. Ak Parti, isterse Türkiye’yi temelinden değiştirme olanağına kavuşacak.
1974 Kıbrıs harekatı bu ülkenin dış ilişkilerinde bir milat, bir dönüm noktasıdır.
Büyük çoğunluğunuz o tarihlerde belki de doğmamıştınız, ancak 1974 öncesindeki yılları çok kısaca anlatayım, nereden nereye geldiğimizi daha kolay algılayacaksınız;
Türkiye, özellikle dış ilişkiler açısından, 1950-60 yıllarında adeta bir rüya aleminde yaşardı.
Herkesin bizi sevdiğini, dünyanın en önemli ülkesi olduğumuzu sanardık.
Silahlı Kuvvetlerimizin, önünde durulmaz bir güç olduğunu, TSK sayesinde, Avrupa’nın Sovyet istilasından korunabildiğini. Kadınlarımızın, dünya erkeklerinin gördüklerinde dayanamadıkları güzellikte olduğunu sanardık.
Daha doğrusu, bize böyle söylenirdi.
Coca Cola’nın davetliler listesi bu yıl da yine ağır sikletlerle doluydu.
Hüsnü Özyeğin, her zamanki gibi, son derece dikkatli ve programın sadece en ilginç bölümlerine katıldı. Gözlemleriyle, hepimizin dikkatini en can alıcı noktalara çekti.
Tuncay Özilhan ve eşi, daha önce yaptıkları bir safari dönüşünde bize katıldılar. Özilhan, iş temaslarından pek başını kaldıramadı. Ancak her defa ki gibi, yine mutluluğunu bize de yansıtmasını bildi.
Mahmut Uslu, birbirinden renkli spor hikayeleriyle, gurubun paylaşamadığı kişilerin başında geliyordu.
Bu yazıyı kitap çıkar çıkmaz hazırlamıştım, ancak gündem öylesine bir fırtına estirdi ki, bir türlü sizinle paylaşamadım.
Hasan Cemal’in son kitabı, şimdiye kadar yazdıklarının içinde en iyisi.
Bunu sakın ola ki, bir meslektaş dayanışması veya eş-dost alışverişi gibi algılamayın.
Cemal, benim 1980’lerden itibaren, Askerin siyasete karışmasının sakıncalarını işleyen, başyapıt olarak gördüğüm Emret Komutanım kitabım ve ardından gelen Demirkırat Belgeseliyle bugüne kadar üstünde en çok durduğum, en fazla yazı yazdığım bir konuyu işlediğinden dolayı, kitabını satır satır okudum. Ayrıntılı bir şekilde inceledim, notlar aldım ve doğrusunu söyleyeyim, çok keyif aldım. Hayran kaldım. Daha önceki kitaplarından daha da fazla alkışladım.
Kandil’deki PKK kampının kapatılması yeni değil.
Yıllardan beri tartışılan ve Türkiye’nin tek başına işin içinden çıkamayacağı sonucuna vardığı bir konudur.
Şu günlerde tekrar gündeme girdi.
Nedeni de, PKK’nın hemen her gün bir yerleri vurması ve her sabah yeni bir şehit haberiyle uyanmamız.
Kupa bitti, ancak hala konuşuluyor.
Konuşulan konuların tamamı bilanço ile ilgili.
Hollandalılar nasıl kaybettiklerinin nedenlerini anlatıyor ve hakemleri yerden yere vuruyorlar.
İspanyollar ise, hala sokaklarda kutlamalara devam ediyorlar.
Galiba kaç defa gitsem, yine alışamayacağım ve her defasında “ Bunun dünya’nın en büyük gösterisi olduğunu” yazacağım.
Coca Cola’nın davetlisiydik. Kupa finalini bu sayede izleyebildim.
85 bin kişilik o muhteşem stadı mı anlatayım?
İnsanların heyecanını, gecenin inanılmaz heyecan veren atmosferini mi?
Yoksa, BJK yönetimi tarafından İspanyol kasabı diye alay edilip geri gönderilen Del Bosque’nin İspanya milli takımını dünya şampiyonu yapmasının ardından havalara atıldığı sahneleri mi?
Neyi anlatacağımı bilemiyorum.
Bildiğim birşey varsa, o da efsane isim Mandela’nın stadyuma gelince 85 bin kişi tarafından ayakta alkışlanışıydı. Kupa finalinin en duygusal anı işte orada yaşandı. Artık yürümekte dahi zorlanan, ancak buna rağmen, stada gelen Güney Afrika’nın babası herkesi ağlattı.
Düşünebiliyor musunuz, bu koskoca ülkenin özgürlüğe kavuşmasının sembolü olan kişi, dünyanın en büyük olayında halkının karşısına belki de son defa çıkıyordu.