Mehmet Ali Birand

Referandumda neden “Evet” oyu kullanacağım?

22 Temmuz 2010
12 Eylül referandumu için cepheler ayrılmaya başladı. Herkesin kendine göre bir hesabı var, ancak tüm tartışmalar sonunda “Erdoğan’a EVET” veya “Erdoğan’a HAYIR “ oylamasına dönüşüyor. Ben farklı düşünüyorum. Erdoğan hakkındaki kararımı Genel Seçimlerde kullanabilirim. İçeriğinden tam anlamıyla memnun olmasam, daha fazlasını istesem dahi, ideal değişiklik için daha uzun yıllar bekleyeceğime, azına bile şimdilik EVET oyu vereceğim.

12 Eylül Referandumu giderek siyasileşiyor.
 
Anayasayı değiştirmekten çok, Erdoğan’a bir güvenoyuna dönüşüyor.
 
Herkesin de bir gerekçesi var.
 
Gerekçesi olmayanlar, zorlayarak dahi olsa, gerekçe yaratıyorlar.

- Bir kesim, taslağın tamamen Ak Parti’nin önünü açmak, yargı engelini yok etmek için ortaya konduğunu belirtiyor. Yapılan hesaplara göre, laik sistemi koruyan Asker unsurunun ortadan kaldırılmasından sonra, şimdi de sıra yargıda. Böylece başta Anayasa Mahkemesi’ne olmak üzere, iktidar partisi kendi yargıçlarını getirecek ve istediği kararları geçirtebilecek.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan hem alkışlanıyor, hem korkuluyor…

21 Temmuz 2010
Türkiye, önce bir referandumdan geçecek, ardından da bir genel seçime gidecek. Son derece önemli bir karar vereceğiz. Hepimizin kafasında aynı soru var. Erdoğan ile tamam mı, yoksa devam mı? Erdoğan’ın, alkışlanacak yanları kadar, korkutan yanları da var. İkiye bölünmüş durumdayım. Sanki iki ayrı M.Ali Birand var. Biri alkışlıyor, diğeri korku duyuyor. Ne temelden reddebiliyorum, ne de temelden benimseyebiliyorum. Siz hangi taraftasınız ?

Eğer bir Erdoğan hayranı, onun her yaptığını sorgusuz kabul edenlerdenseniz, bu yazıyı okumayın. Sinirlenirsiniz. Eğer katıksız bir Erdoğan karşıtı iseniz de, boş yere okuyup benden nefret etmeyin. Eğer bu iki gurubun ortasında iseniz, o zaman gelin ikilemimizi birlikte çözmeye çalışalım.
 
Önümüzdeki  8-9 ay içinde Türkiye yakın tarihinin en önemli sınavından geçecek.
 
Önce bir referandumda oy kullanacağız, ardından bir genel seçim gelecek.
 
Her ikisinde de, Erdoğan için oy kullanılacak. Referandumda insanlar, Anayasa değişikliğinden çok, Başbakan’a EVET veya HAYIR oyu verecekler.

Eğer bu iki engeli atlatırsa, Erdoğan üçüncü defa seçilirse, Türkiye’yi en uzun süre yöneten kişi olacak. Ak Parti, isterse Türkiye’yi temelinden değiştirme olanağına kavuşacak.

Yazının Devamını Oku

35 yıl sonra, Rumlar Kıbrıs’ı gerçekten kaybediyor…

20 Temmuz 2010
Kıbrıs harekatı 36 yıl önceydi. Rumlar bilerek yapmadılar, ancak bu olay Türkiye’yi o güne kadar yaşadığı hayal dünyasından çıkardı ve uluslararası gerçeklerin kaynadığı kazana attı. Türkiye’yi her şeyiyle değiştiren Kıbrıs Harekatı, bu ülkenin bazı açılardan yeniden doğuşunu sağladı. 36 yıldır barış getiremedik, yani istediğimizi elde edemedik. Ancak ilk defa, Rumların -bilerek veya bilmeyerek- Adanın yarısını kaybetme yolunda olduklarını söyleyebilirim.

1974 Kıbrıs harekatı bu ülkenin dış ilişkilerinde bir milat, bir dönüm noktasıdır.
 
Büyük çoğunluğunuz o tarihlerde belki de doğmamıştınız, ancak 1974 öncesindeki yılları çok kısaca anlatayım, nereden nereye geldiğimizi daha kolay algılayacaksınız;
 
Türkiye, özellikle dış ilişkiler açısından, 1950-60 yıllarında adeta bir rüya aleminde yaşardı.

Herkesin bizi sevdiğini, dünyanın en önemli ülkesi olduğumuzu sanardık.

Silahlı Kuvvetlerimizin, önünde durulmaz bir güç olduğunu, TSK sayesinde, Avrupa’nın Sovyet istilasından korunabildiğini. Kadınlarımızın, dünya erkeklerinin gördüklerinde dayanamadıkları güzellikte olduğunu sanardık.

Daha doğrusu, bize böyle söylenirdi.

Yazının Devamını Oku

Kupa’nın büyülü dünyası…

17 Temmuz 2010
Bugün size siyaset yerine, Kupa finali için gittiğim Güney Afrika’yı ve gurubumuzu anlatmak istiyorum. Siyaseti nasılsa her gün okuyorsunuz, ancak başka dünyalar hakkındaki yazıları kolay kolay bulamıyorsunuz. Bakın 5 günlük turumuzda neler yaşadık.

Coca Cola’nın davetliler listesi bu yıl da yine ağır sikletlerle doluydu.

           

Hüsnü Özyeğin, her zamanki gibi, son derece dikkatli ve programın sadece en ilginç bölümlerine katıldı. Gözlemleriyle, hepimizin dikkatini en can alıcı noktalara çekti.

           

Tuncay Özilhan ve eşi, daha önce yaptıkları bir safari dönüşünde bize katıldılar. Özilhan, iş temaslarından pek başını kaldıramadı. Ancak her defa ki gibi, yine mutluluğunu bize de yansıtmasını bildi.

           

Mahmut Uslu, birbirinden renkli spor hikayeleriyle, gurubun paylaşamadığı kişilerin başında geliyordu.

           

Yazının Devamını Oku

Siyasette boşluk bırakırsanız, asker doldurur

16 Temmuz 2010
Bu yazıyı kitap çıkar çıkmaz hazırlamıştım, ancak gündem öylesine bir fırtına estirdi ki, bir türlü sizinle paylaşamadım. Hasan Cemal’in son kitabı, şimdiye kadar yazdıklarının içinde en iyisi. Bunu sakın ola ki, bir meslektaş dayanışması veya eş-dost alışverişi gibi algılamayın.

Bu yazıyı kitap çıkar çıkmaz hazırlamıştım, ancak gündem öylesine bir fırtına estirdi ki, bir türlü sizinle paylaşamadım.

 

Hasan Cemal’in son kitabı, şimdiye kadar yazdıklarının içinde en iyisi.

           

Bunu sakın ola ki, bir meslektaş dayanışması veya eş-dost alışverişi gibi algılamayın.

           

Cemal, benim 1980’lerden itibaren, Askerin siyasete karışmasının sakıncalarını işleyen, başyapıt olarak gördüğüm Emret Komutanım kitabım ve ardından gelen Demirkırat Belgeseliyle bugüne kadar üstünde en çok durduğum, en fazla yazı yazdığım bir konuyu işlediğinden dolayı, kitabını satır satır okudum. Ayrıntılı bir şekilde inceledim, notlar aldım ve doğrusunu söyleyeyim, çok keyif aldım. Hayran kaldım. Daha önceki kitaplarından daha da fazla alkışladım.

 

Yazının Devamını Oku

PKK terörü, sadece Kandil’i kapatmakla bitmez

15 Temmuz 2010
Hep gündemdeydi, ancak terör olayları arttıkça, son günlerde Kandil dağına yönelik operasyon gündemin en ön sırasına oturdu. Bu köşe’de daha önce okumuştunuz, Kandil’e yönelik girişim hiçte kolay değil. Anahtar da Washington’un cebinde. Ancak asıl soru, Kandil temizlenirse, PKK terörünün önü alınabilir mi? Bu iş böylesine kolay mı, yoksa bizim de atmamız gereken adımlar var mı? Kandil’in yanısıra başka ne gibi önlemler gerekiyor?

Kandil’deki PKK kampının kapatılması yeni değil.

           

Yıllardan beri tartışılan ve Türkiye’nin tek başına işin içinden çıkamayacağı sonucuna vardığı bir konudur.

           

Şu günlerde tekrar gündeme girdi.

           

Nedeni de, PKK’nın hemen her gün bir yerleri vurması ve her sabah yeni bir şehit haberiyle uyanmamız.

Yazının Devamını Oku

Bu kupa kime ne kadar kazandırdı…

14 Temmuz 2010
Dünyayı konuşturan Kupa, dokunan herkese para kazandırdı. Dönen toplam paranın yaklaşık 7 milyar dolara vardığı belirtiliyor. Kişi olarak, cebine en çok para giren kişiler ise, İspanya takımı futbolcuları oldu. Her biri 600’er bin euro kazandılar. Hemen ardından Güney Afrika geliyor. Bu defa, etrafta dolaşan paraya bizler elimizi süremediğimiz gibi, hakemlerimiz de kupaya 36 yıldır isimlerini yazdıramıyorlar. Darısı 2014 Rio’daki kupanın başına...

Kupa bitti, ancak hala konuşuluyor.

Konuşulan konuların tamamı bilanço ile ilgili.
 
Hollandalılar nasıl kaybettiklerinin nedenlerini anlatıyor ve hakemleri yerden yere vuruyorlar.
 
İspanyollar ise, hala sokaklarda kutlamalara devam ediyorlar.
 

Yazının Devamını Oku

Dünyanın en muhteşem show’unu izledim

13 Temmuz 2010
Dünya Kupası artık, tartışmasız şekilde, dünyanın en büyük gösterisi konumunda. İspanya’nın kupayı almasının yanısıra, bu muhteşem olaydan asıl kazançlı çıkan Güney Afrika oldu. Siyahların yönetimine geçtikten sonra, böylesine başarılı bir şampiyonaya imza atmanın gururunu yaşıyorlar.

Galiba kaç defa gitsem, yine alışamayacağım ve her defasında “ Bunun dünya’nın en büyük gösterisi olduğunu” yazacağım.

Coca Cola’nın davetlisiydik. Kupa finalini bu sayede izleyebildim.

85 bin kişilik o muhteşem stadı mı anlatayım?

İnsanların heyecanını, gecenin inanılmaz heyecan veren atmosferini mi?

Yoksa, BJK yönetimi tarafından İspanyol kasabı diye alay edilip geri gönderilen Del Bosque’nin İspanya milli takımını dünya şampiyonu yapmasının ardından havalara atıldığı sahneleri mi?

Neyi anlatacağımı bilemiyorum.

Bildiğim birşey varsa, o da efsane isim Mandela’nın stadyuma gelince 85 bin kişi tarafından ayakta alkışlanışıydı. Kupa finalinin en duygusal anı işte orada yaşandı. Artık yürümekte dahi zorlanan, ancak buna rağmen, stada gelen Güney Afrika’nın babası herkesi ağlattı.

Düşünebiliyor musunuz, bu koskoca ülkenin özgürlüğe kavuşmasının sembolü olan kişi, dünyanın en büyük olayında halkının karşısına belki de son defa çıkıyordu.

Yazının Devamını Oku