Mehmet Ali Birand

Ankara, İsrail ile kavgayı söndürmek istiyor

8 Eylül 2010
Tatil bitti ve yeni sezon başladı. Diplomasi de işbaşı yapıyor. Nerede kalmıştık? Türkiye’nin İsrail ve İran politikalarından dolayı, Washington ile arası açılmaya başlamış. Erdoğan-Davutoğlu ikilisi, Türkiye’nin geleneksel eksenini kaydırmakla suçlanır olmuşlardı. Bugünkü durumu, dış politikayı yapan kişi ve kişilerle konuştum. Son durumun bir resmini çektim. Bakın, önümüzdeki döneme nasıl başlıyoruz?

Yeni bir döneme giriyoruz.

Yaz öncesinde başlayan krizli dönemde hangi aşamadayız?

Hepimizin dikkatini çekiyor.

           

Başbakan uzunca bir süredir, İsrail hakkında hiçbir şey söylemiyor. Bir kaç ay önceki sert sözler, şiddet ve tehdit dolu söylemler bitti. Aynı şekilde, Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, karşı taraftan ters bir konuşma gelmediği sürece, sesini çıkarmıyor.

           

Merak ettim. Durum yatışmaya mı başladı, yoksa gerginlik sürecek mi?

 

Yazının Devamını Oku

Kılıçdaroğlu CHP’yi AB’ye yaklaştırıyor

7 Eylül 2010
Referandum tartışmaları arasındaki en ilginç gelişme, Kılıçdaroğlu’nun KRİTER dergisine verdiği demeçti. CHP lideri, partisini geleneksel çizgisine geri çekeceğinin ve AB bayrağına sahip çıkacağının işaretini verdi.

Bizde de, Avrupa’da da tatil dönemi kapandı. Komisyon dükkan kepenklerini açtı. Yavaş yavaş tatil mahmurluğu da yok olacak ve önümüzdeki sezon Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri, bu defa ağırlıklı olarak gündeme oturacak.

 

Yeni döneme girerken, geçtiğimiz sezonun dökümünü yapmakta yarar var. Önümüzdeki aylarda bizi ne bekliyor? Herkes merak içinde. Avrupa ile yolun sonuna mı yaklaşıyoruz, yoksa müzakereler  taktik nedenlerle mi sürüklenerek yürüyor?

 

Üstelik bu yıl sonu çok kritik. Kıbrıs sorunu çözülmezse ne olacak?

 

Hem Ankara’da AB dosyasını yönetenler, hem de Avrupa’dan Ankara’yı izleyenlerle konuştum. Karşıma oldukça gerilimli bir manzara çıktı...

 

Yazının Devamını Oku

TSK’ya gerçek bir modernizasyon gerekiyor…

4 Eylül 2010
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin nasıl bir modernizasyona ihtiyacı olduğunu en iyi kendileri bilir. Genelkurmay’ın arşivleri bu yöndeki raporlarla doludur. Ancak şimdiye kadar kimseler, böylesine önemli ve temelden değişiklik gerektirecek bir hareketi başlatmayı göze alamamıştır. Modernizasyon için cesaret ve para gerekir. Bugünkü gibi büyük, ancak insan gücünün (er) eğitimi düşük bir ordu yerine, sayısı az, buna karşılık en ileri teknolojiyi kullanan, profesyonel bir ordu kurulması kaçınılmazdır. Er veya geç hem bu teknik değişimi, hem de genel yaklaşım değimini yaşayacağız.

TSK, 1950’lerden başlayan ve 1990’da noktalanan soğuk savaş yıllarında, üç ayrı darbe yaparak, anayasalar hazırladı, kendine görevler edindi. Ülkenin nasıl yönetilmesinden tutun, kimler tarafından ve hangi ilkeler çerçevesinde yönetileceğini saptadı.

İşi oldukça kolaydı. Zira içerde hiçbir sivil iktidar buna itiraz etmedi, edemedi. Sivil Toplum örgütleri ayaklanmadı.

Dışarıdan da, özellikle Washington’dan hep tam destek aldı.

TSK , yıllar içinde, kendine  temel üç görev alanı çizdi.

1 - Sınırları korumak ve ülkeyi savunmak. (Gerçek görevi)
2 -Laik sistemi ortadan kaldırmayı hedef alan irtica ile mücadele. (Kendi kendine biçtiği görev)
3-Toprak bütünlüğünü koruma,  Kürt milliyetçiliği ve PKK terörüyle mücadele. 

Bu şekilde, özellikle 1980’den itibaren, güvenlik sorunlarının çerçevesini genişlettiği gibi, güvenlik nedeniyle hemen her konuda kendini söz sahibi konumuna getirdi. Bazı alanlardaki özelleştirmelerden  yabancıların gayrimenkul almalarına, siyasette nelerin konuşulup nelerin konuşulmamasına, TRT yayınlarından tüm özel haberleşme ve özel medya’nın çalışma ilkelerine kadar yüzlerce konunun, şu veya bu şekilde “Askere Sorulması Gereği” günlük hayatımıza girdi.

Yazının Devamını Oku

TSK ve iktidar artık bir karar vermeli ve bu kavga bitmeli (5)

3 Eylül 2010
Türk Silahlı Kuvvetleri ile iktidar ve kamuoyunun önemli bir bölümü arasındaki bu sürtüşmeye artık bir son vermek gerekiyor. Şimdi durup, gerçekçi bir değerlendirme yapmak, kimin nerede hata yaptığını saptamak ve TSK’yı yeniden inşa etmek zamanı gelmiştir. Hem kafalar değişmeli, hem protokoldeki yeri, ancak en önemlisi eğitim şekli yeniden düzenlenmelidir. Bu şekilde, hiçbir şey olmamış gibi hareket edemeyiz. Eğer MIŞ gibi yapar, “Bugünler de geçer, bundan sonraki iktidarları biz yine adam ederiz” deyip sipere yatılırsa, yazık olur. Sivil iktidar da tutumunu gözden geçirmeli. Askerine el uzatmalı ve yeni bir süreç başlatılmalı. Bugünkü durumun devamı, siyasi iktidarıyla sürekli çekişen, medyası ile kavgalı bir ordu dışa karşı caydırıcı olamaz. Ya bugünkü gidişe TSK kendi kendine bir ayar yapmalı, temele inen bir reform hareketi başlatmalı, aksi halde ilerde bir çatışma göze alınmalı.

Dünyanın hiçbir  ülkesinde siyasi iktidarla sürtüşen,  medya ile kavgalı bir ordu, dışa karşı caydırıcı olamaz. Son iki yıldır yaşananlara bakarak , Türk Silahlı Kuvvetlerinin içerde ve dışarıda etkinliğini yitirmeye başladığını söylemek mümkündür.Önü alınmadığı taktirde de, ülkemiz güvenliğinin tehlikelerle karşı karşıya kalacağını bilmemiz gerekir.                                                   
 
TSK’nın kendi kendine, temele inen bir reform hareketi başlatması artık kaçınılmazdır.

TSK, genel yaklaşım ve tutumuna gerçekçi bir değişiklik getiremez, “Biz bugüne kadar yaptıklarımızdan, belirlediğimiz görevimizden ve ilkelerimizden vazgeçmeyiz. Sivil iktidarlar kendini düzeltsin” yaklaşımıyla yoluna devam ederse, ilerde çok daha tehlikeli sürtüşmelerle karşı karşıya kalabiliriz. O zaman da, aynı reformları siviller yapmaya kalkarlar ki, işin faturası çok daha ağır olur.

En büyük hata, iki yıldır yaşananları tümüyle bir TSK-AKP hesaplaşması gibi veya laik-dinci mücadelesi gibi görmek olur. Sürtüşmenin temelinde bu unsurların da iz düşümü var tabii, ancak asıl önemlisi TSK’nın ülke yönetimindeki yerinin yeniden düzenlenmesi ihtiyacıdır. Artık son 80 yılın yaklaşımıyla yaşanamayacağı açıkça ortaya çıkmıştır. Askerimiz kendi kendine “Toplumun önemli bir kesimi neden bize beklediğimiz desteği vermedi ? Neden sokaklara dökülmediler?” sorunu sormalı ve yanıtını da gerçekçi şekilde araştırmalıdır.

İşte o zaman, neden böylesine derinlere inecek bir reform hareketine ihtiyaç duyulduğunu anlayacaklardır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, bu ülkenin göz bebeğidir. Bu sevgi ve saygının devamı da, kendilerini günün koşullarına göre yeniden gözden geçirmelerine ve ülkenin gerçeklerine uygun bir düzenleme yapmalarına bağlıdır. 

Yazının Devamını Oku

Gül, başkaldıran subaylarını cezalandırdı...(4)

2 Eylül 2010
Asker-sivil ilişkilerindeki en önemli dönemeçlerden birinin yaşandığı son krizde başrolü, Cumhurbaşkanı Gül oynadı. En kritik anda, en önemli hamleler ondan kaynaklandı. Toplantı öncesinde ilkeleri o koydu ve sonuna kadar da ısrarlı oldu. Başkomutan Gül, kendine başkaldıran subaylarından intikam aldı”diyebiliriz. Ancak, Başbakan da, sonuna kadar Gül’ün yaklaşımını destekledi. Asker cephesinde ise, Başbuğ’un neden Iğsız Paşa konusunda ısrarcı olduğunu inceledim. Ortaya çıkan sonuç ilginçti. Öte yandan da, Erdoğan’ın tam öldürücü adımını atacağı sırada, Savcı’nın araya girmesinin anlamını araştırdım. Hatanın nereden kaynaklandığına baktım. Sonuçta ortaya çok ilginç bir manzara çıktı.

Son Şura toplantısı bence asker- sivil iktidar çekişmesinin son raundu idi.
Erdoğan , iktidarı süresince asker- sivil ilişkilerinde tutumuyla çok etkili oldu , ancak son krizde en kritik rolü , Başkomutan konumundaki , Cumhurbaşkanı Gül oynadı. Başbakan Erdoğan da, sonuna kadar destek verdi.
 
Yaşananlara şimdi geriye dönüp baktığımda “...Başkomutan’ın, başkaldıran subaylarından intikam alışı...” diye niteleyebilirim. Genelkurmay Başkanı ile Başkomutan açıkça restleştiler, ancak sonunda kazanan Gül oldu. Başbakan bu duruşu sergilemese, Gül de istediğini elde edemezdi.
 
Cumhurbaşkanı, toplantılardan çok önce ilkelerini ve beklentilerini Genelkurmay Başkanı'na açıkladı. Iğsız Paşa’nın ilerde KKK’na atanmasını istemedi. Hem kendinin, hem de iktidarın , Koşaner sonrasında, Genelkurmay Başkanlığı için tercihi Necdet Özel idi.                                     

Kendine göre birçok ilkeli gerekçesi vardı, ancak asıl gerekçe, “Sivil iktidarların, Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlarının atamalarında söz sahibi olması gerektiği, geleneklere dayandırılan atama yöntemi döneminin bittiği ...” idi.

Beklenmeyen gelişme, Iğsız’ın yerine önerilen Atilla Işık’ın “kişisel gerekçelerle” aniden istifası oldu. Bu gelişme Çankaya’da , “ TSK’ nın resti , Başbuğ’ un karşı atağı” olarak algılandı.

Yazının Devamını Oku

Asker Erdoğan ve Gül’ü iyi okuyamadı…(3)

1 Eylül 2010
Erdoğan ve Gül , sadece askeri değil, laik kesimin tümünü çok şaşırttılar. Hiçbirimiz onları tam olarak anlayamadık. Ne iş adamları, ne medya, ne muhalefet partileri bu ikiliyi anlayabildi. okuyamadık. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ancak AKP’nin liderleri diğer dindar kesimin liderlerinin hiçbirine benzemiyordu. Yıllar boyunca, onun da eski liderler gibi davranacağını sandık. Alışık olduğumuz kuralların devam edeceğini, O’nun da yıllardır süren sisteme biat edeceğini sandık. Kimimiz biat etmesini, kimimiz oyunu bozacağı günleri bekledi. Ancak, olmadı. Erdoğan, kendi kafasındaki dünyayı aynen uyguladı. Kimi zaman hata etti, kimi zaman aşırı tepkili bir lider imajı verdi. Ancak yolun sonunda istediğini elde etti. Kaybedenler, onu anlayamayanlar oldu.

TSK’nın, AK Parti’ye yaklaşımını iki açıdan gözlemleyebiliriz.

Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yöneten komutanların büyük hatalarının, başından bu yana Ak Parti liderlerini (Erdoğan ve Gül), doğru tanıyamamaları-doğru okuyamamaları olduğunu söyleyebiliriz.  Aslında sadece asker değil, medyası, iş adamı, akademisyeniyle laik kesim tümüyle aynı hataya düştü.
 
Veya diğer açıdan da “Asker, Erdoğan’ı çok iyi okudu, teşhisini yaptı, başına gelecekleri anladı ve durdurabilmek, için savaş açtı” denilebilir.

Asker, alışkanlıklardan kaynaklanan bir nedenle, diğer başbakanlar gibi, Erdoğan’ın da kendilerine boyun eğeceğini, hiç değilse uzlaşı arayacağını sandı.
 
Her iki olasılıkta da (yani, ya anlamadılar veya anlayıp direnme kararı verdiler) mücadele etmeyi tercih ettiler.

Özetle, ilk günlerden itibaren, Erdoğan-Gül ikilisinin kararlılığını anlamadılar veya anlayamadılar veya  önemsemediler veya ciddiye almadılar.

Yazının Devamını Oku

Bodrum belediyeleri: Altın yumurtlayan kazları kaçırmak üzeresiniz

24 Temmuz 2010
• Bodrum yarımadasında toplam kaç belediye var bilmiyorum. Hiç birini de hedeflemiyorum. Hepsine yönelik vermek istediğim bir mesaj var. Bu mesajı da, Bodruma yatırım yapmışlar adına veriyorum: Beyler, ellerinize bir kaz sürüsü geçirdiniz ve yıllardan beri yoluyorsunuz. Buna karşılık bu kazların gönlünü alacak hiçbir şey yapmıyorsunuz. Aksine hayatı pisletiyor, zorlaştırıyorsunuz. Bir gün bakacaksınız, kazlar kaçmış ve sizler Kooperatifçilerle baş başa kalmışsınız...

Ben de Bodrum’da yazlığı olanlardan biriyim ve emin olun kendimi bir yolunan bir kaz gibi görüyorum.

           

Biz kazlar, yılda en çok dört ayımızı geçirdiğimiz Bodrum yarımadasına, toplam milyarlarca dolarlık yüz binlerce ev yaptırdık. Kimimiz yemeden içmeden kesti, ailesini mutlu etmek için, dağ başında dahi olsa bir küçük yer edindi, kimi büyük paralar verip lüks yerler yaptırdı. Bunları yaparken de, yarımada’daki belediyeler tarafından resmen yolunduk. Kimi bin lira, kimi yüz binlerce lira.

           

Belediyeler, gelirlerinin büyük bölümünü üstümüzden elde etti. Durum hala da farklı değil. Bizlerin orada olması, yaz aylarında yüz binlerce kişinin oralara akmasına ve milyarlarca lira para harcamasını sağlıyor.

           

Bu kazların ise, istedikleri bir tek şey var: Dört ay süresince temiz bir yoldan geçmek, kesilmeyen elektrik ve toplanan çöpler...

           

Yazının Devamını Oku

Ergenekon soruşturmacıları da rahatsızlar…

23 Temmuz 2010
Hemen herkesin merak ettiği soruların başında, Ergenekon davalarının ne zaman bitebileceği konusu geliyor. Zira alınacak sonuca göre, kimin haklı kimin haksız olduğu anlaşılacak. Son durum ne? Yeni iddianame hazırlığı var mı? Ergenekon soruşturma ve yargılama sürecine dahil olmuş kişilerin ruh halleri ne? İktidar ve Asker’in bu davaya yaklaşımları nasıl? Fethullah Gülen taraftarları gerçekten polisi kontrolleri altına aldılar mı? Bu soruların yanıtlarını öğrenmek istiyorsanız, bu yazıyı mutlaka okuyun.

Ergenekon davasında şu veya bu şekilde rol alan ve kendi deyimleriyle “kelle koltukta” mücadele edenlerin, şu sıralarda pekte rahat ve mutlu olduklarını söyleyemeyiz. Bu davanın kendi geleceklerini yani meslek hayatlarını büyük oranda etkileyeceğini çok iyi biliyorlar ve doğrusu rahatsızlar. Zira tünelin sonunda karşılaşacakları manzara konusunda kötümserler.

 

Özellikle de, kamuoyunun, bu davanın çok uzaması durumunda tüm ilgisini kaybedeceği ve davanın gerçekten de bir yalan rüzgarı olduğu kanısına varabileceğinden kaygılılar.

           

Belki de bu kaygı ve kuşkuların da etkisiyle, Ergenekon’un operasyon süreci, olağanüstü bir durum ortaya çıkmadığı taktirde şimdilik durdurulmuş durumda. Yani, bir süre önce olduğu gibi, her soruşturmanın yeni bir soruşturmaya yol açması, ardından yeni gözaltılar ve yeni iddianameler hazırlanması süreci kesildi. Olağanüstü bir gelişme olmazsa, yeni soruşturma olmayacak. Savcılar, ellerindeki ek iddianameleri hazırlamakla yetinecek.

           

Peki bu davalar ne zaman biter?

           

Yazının Devamını Oku