Mehmet Ali Birand

Biz utandık siz ne yapıyorsunuz?

18 Eylül 2010
Bu hafta Türk yakın tarihinin en büyük ayıbı olan Menderes-Zorlu-Polatkan üçlüsünün idamlarının 49'uncu yıl dönümünü andık. Hepsinden defalarca özür diledik. Benim asıl merak ettiğim, bu üç insanı yangından mal kaçırır gibi idam ettiren ve isimleri hiçbir zaman ortaya çıkmayan “genç subaylar cuntasının”, bugün hayatta kalanları var ise ne hissettikleridir. Bütün dünya ayaklanmış, bütün Türkiye “asmayın, ayıptır” demiş ancak, onlar yine de bu cinayetleri işlemekten geri kalmamışlardır. Gerçekten merak ediyorum, neredeler? Utanıyorlar mı?

EN BÜYÜK UTANCIMIZ

Bu haftayı Türk yakın tarihinin en büyük ayıbını anarak geçirdik. Başta Adnan Menderes olmak üzere Demokrat Partili bakanlardan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve  Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın 27 Mayıs ihtilalcileri tarafından idam edilmelerinin 49'uncu yıl dönümüydü.

O günleri yaşamış bir insanım.

O günlerde 27 Mayıs İhtilalini heyecanla desteklemiştim. Ardından idamlarla birlikte nevrim döndü ve yapılanlardan iğrendim.

Bu üç insanın idamına bugün isimlerini dahi bilmediğimiz bir grup teğmen yüzbaşı-albay karar verdi. Milli Birlik Komitesi'ne baskı yaptılar ve yangından mal kaçırır gibi bu üç kişiyi astılar.  Belki o gün vatana sevgilerini böyle gösterdiklerini sanıyorlardı. Oysa  bugün  hayatta kalanları herhalde utançlarından sokaklara çıkamıyor, kimselerle konuşamıyordur.

Hepimiz bu büyük ayıbı daha uzun zaman yaşayacağız. Onlardan ne kadar af dilesek de kendimizi affettiremeyeceğiz.

NİYE YUNAN ADALARINI KISKANIYORUM...

Yıllar boyunca Yunan adalarını uzaktan seyrettik. Bizim için düşmanın bağrımıza batırdığı bıçak gibiydiler.  Tek  ilgimiz  "Silahlanıyorlar mı?", "Havaalanı var mı?", "Kıta sahanlığı olur mu?" sorularına yanıt aramakla sınırlıydı.

Yazının Devamını Oku

Kan üzerinden pazarlık yapılıyor...

17 Eylül 2010
PKK, 20 Eylül’e kadar sürecek bir ateş-kes ilan etti. Herkes devam etmesini istiyor, ancak PKK’nın koşulu, TSK’nin operasyonları durdurması. TSK ise “elinde silahla dolaşma, baskın yapma, mayın döşeme” diyor. Aslında bu iki beklenti arasında çok büyük bir mesafe yok. Peki, bu adım atılamaz mı? PKK, ateşi keser ve militanlarını yurt içinde silahla dolaştırmazsa, TSK da operasyonlarını askıya alamaz mı? Yoksa karşılıklı ölümlerden hala bezmedik, hala bıkmadık mı?

Kürt sorunu son derece önemli bir sürece giriyor.
 
PKK, tek taraflı bir ateş-kes ilan etti.

Buna rağmen kahpece vuruyorlar. İşte Hakkari’deki son olay bunun en tipik örneği. En masum insanları öldürüyorlar ve bunun adına da “ateşkes” diyorlar. Bu sözde ateşkes de 20 Eylül’de bitecek. Hakkari olayı sanki 20 Eylül sonrasında yaşanabileceklere bir imada buluyormuş gibi. Yani bu tarihten  sonra göreceksiniz neler olacakmış der gibi davranıyorlar.

Kısacası 20 Eylül’den sonra yine eskisi gibi çılgın bir cinayetler dönemine mi girilecek, yoksa silahlar susturulabilecek mi?

Yani,
 

Yazının Devamını Oku

Türkiye, Dink dosyasını yeniden açmalı…

16 Eylül 2010
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’nin ayıbını yüzüne vurdu. Türkiye de bu ayıbı kabul etti. Doğrusunu yaptı. İtiraz etmesi durumunda komikleşecektik. Peki bundan sonra ne olacak? Cezayı ödeyip yoluna devam mı edecek, yoksa aynı duruma düşmemek için gereken önlemleri mi alacak? Bu davanın altında yatan Yargıtay’ın kararı unutulacak ve yeniden aynı durumlarla mı karşılaşacağız? Bakın, neler yapılması gerekiyor.

Hrant Dink cinayeti bu ülkenin ayıbıdır, yüzkarasıdır.
 
Göz göre göre öldürüldü.

Polis öldürüleceğini öğrenmişti, biliyordu ve hiçbir önlem almadı. Sırf Ermeni asıllı olduğu ve bir kesimimizin duymaktan hoşlanmadığımız sözler sarf ettiğinden dolayı katledildi.

Devlet, Dink’e daha önceden takmıştı. Sarf ettiği bazı sözlerin “Türklüğe hakaret” olduğunu ileri süren savcılar, ünlü 301’inci maddeden dava açtılar.

Şimdi sıkı durun: Mahkeme Dink’i beraat ettirdi. Bu cezayı kim tersine çevirdi biliyor musunuz: Yargıtay.

Yargıtay, mahkemenin kararını değiştirip “Türklüğe hakaret” unsuru olduğunu belirtti ve mahkum olmasını sağladı.

Ne garip bir tutum değil mi?

Yazının Devamını Oku

Erdoğan, bundan sonra uçar mı?

15 Eylül 2010
Şimdi herkes aynı soruyu soruyor: “Bu zafer Erdoğan’ın başını döndürür mü? Artık tutulamaz bir şekilde uçar, ayakları yerden kesilir mi?” Pazar akşamı yaptığı konuşmada Başbakan, çok soğukkanlı davranacağını ve kampanyadaki sertliklerin geride kaldığını söyledi. Yumuşak yaklaşımı da çok kişiyi sevindirdi. Ancak 2007 seçimlerinden sonra da aynı konuşmayı yaptığına dikkat çekenler, Başbakan’ın değişeceğine pek inanamıyorlar.

Kim ne derse desin, zafer kazanmak herkesin hoşuna gider. Hele bu zafer siyaset alanında sağlanır ve sonuç çok ezici olursa,  ister istemez insanın başını döndürebilir. Siz soğukkanlı davranmaya çalışsanız dahi, etrafınızdakiler size öyle bir gaz verirler, öylesine pompalarlar ki, dengeleriniz sarsılabilir.

           

Çok sert bir kampanya yaşandı.

           

İktidar ile muhalefet arasındaki tüm köprüler atıldı.

           

Neredeyse, birbirlerinin elini sıkamayacak bir noktaya geldiler.

           

Yazının Devamını Oku

Bu işin artık tevil götürecek yanı yok…

14 Eylül 2010
Çok tartıştık ve birbirimizi çok kırdık. İktidarı çok sert şekilde eleştirdik. Baskıdan ve tehditlerden söz ettik. Sonucu ise, toplum saptadı. Referanduma yüzde 78 katılımla, yüzde 42’ye karşı yüzde 58 ile iktidar partisinin önerdiği değişiklik önerisini kabul ederken, aslında Erdoğan’a güvenoyu vermiş oldu. Bu sonuca gerekçe aramaya ve kaybedilmiş oyların sorumluluğunu başka nedenlere bağlamaya gerek yok. Herkes kendi hesabına bakmalı.

Çok sert bir referandum tartışması yaşadık.

           

Olduğunca kaba, sert, sinirli ve kırıcıydı.

           

Muhalefet, iki açıdan yüklendi.

           

Biri, bu oylamayı kişiselleştirdi. Erdoğan’ın şahsına yönelik suçlamalar yaptı. Anayasa değişikliği paketine o kadar ilgi göstermedi. Bu pakete yönelik eleştirilerden çok, Başbakan’ın tutumuna saldırdı.

           

Yazının Devamını Oku

Ya oyunu kullan veya sesini kes otur…

11 Eylül 2010
Yarın ki referandumu beğenmiyor olabilirsiniz. İçeriğine itirazınız olabilir. Bunun, iktidarın bir oyunu olduğuna inanabilirsiniz. O zaman sandığa gidin ve HAYIR oyunuzu kullanın. Veya tam tersine, bu referandumun ülke demokrasisine çok büyük katkıda bulunacağına inanırsınız, o zaman EVET oyu kullanın. Ancak ne olursa olsun, oyunuzu verin. Vatandaşlık görevinizi yerine getirin. Eğer şu veya bu nedenle oy kullanmayacaksanız, o zaman sesinizi kesin.

Yarın referandum var. Ancak ne yazık ki buna referandum dahi diyecek durumda değiliz. Muhalefet, başarılı bir şekilde olayı bir “Erdoğan’a EVET veya HAYIR” oylamasına dönüştürdü.
 
Anayasa değişikliği bir yana bırakıldı ve “Erdoğan’ı istiyorsanız EVET oyu verin, istemeyenler HAYIR desinler” tartışması yaşandı.
 
Türkiye ikiye bölündü. Zaten son anketler oylamanın baş başa gittiğini gösteriyor.
 
Aylardan beri yaşanan tartışma, konuyu muhalefet-iktidar kavgasının ötesine taşıyamadı.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’dan Ahmedinecad’a: Bana takiye yapmayın…

10 Eylül 2010
Türkiye, hem İsrail hem de İran konusunda, Washington’daki ters görüşleri dengelemek üzere harekete geçmiş durumda ve Obama yönetimiyle epey de mesafe alınmış, ancak bir de işin medya ve düşününce kuruluşları yanı var ki, o alanda henüz soru işaretleri çok. Peki, Türkiye gerçekten İran’a inanıyor mu? Bakın, Başbakan Erdoğan bu konuda İran Cumhurbaşkanına ne demiş?

Türkiye’nin, ABD ile ilişkilerindeki sarsıntı sadece İsrail ile ilgili değil. Bir de İran konusu var.
 
Ak Parti’nin tepesi ve Türk Dış Politikası'nın patron konumundaki kişi ve kişilerle yaptığım konuşmalarda, durumun vahametinin farkında olduklarını gördüm. Washington’da bazı çevrelerin oyununun bozulduğunu, kışkırtma politikasının kurbanı olunduğunu söylüyorlar, ancak eninde sonunda, Türk- ABD ilişkilerinin zedelendiğini de Kabul ediyorlar.
 
Bu durumun tehlikeli olduğunu kabul ettikleri gibi, özellikle Obama Yönetimi nezdinde ince ayar yapmaya devam ettiklerini de saklamıyorlar. Yani, “Kardeşim ben koskoca bir Türkiyeyim, bana kimse karışamaz. Amerika dahi olsa ben aldırmam’’ şeklinde bir yaklaşım yok.
 
Obama  ve Hillary Clinton  ile son kişisel ve telefon görüşmelerine özellikle dikkat çekip, tamiratın başladığını ve bunun özellikle Irak üzerinden gerçekleştirildiğine dikkat çekiyorlar. Yönetimin güvenini kazandıklarını ileri sürüyorlar, ancak ABD ve Avrupa’da ki güvensizliğin henüz tümüyle ortadan kaldırılamadığını da saklamıyorlar.

Yazının Devamını Oku

ABD ve İsrail, PKK konusunda çok dikkatliler…

9 Eylül 2010
Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin gerilmesi, ardından da İran’a destek vermesi, Washington’un Ankara’ya bakışını etkilemişti. Bu durumda da, her iki ülkenin PKK’ya yaklaşımı dikkatle izlenir oldu. Acaba, Türkiye’ye ders vermek için PKK’ya göz kırpıyorlar mı? Devletin tepesindekilerin bu konudaki görüşleri çok net. Bakın neler diyorlar…

Türkiye Cumhuriyeti'nin dış ilişkilerini yöneten üst düzey kişi ve güvenlik konularını yakından izleyen yetkililerle yaptığım konuşmanın son bölümü, PKK konusuna ayrılmıştı.
 
Hepimizin kafasındaki sorulara  yanıt aradım.
 
Türkiye, İran ve İsrail ile ilişkilerde takındığı tutum nedeniyle, Washington’dan kaynaklanan bir eleştiri yağmuruna tutuldu. Erdoğan- Davutoğlu ikilisi, Türkiye’nin geleneksel dış politikasının eksenini kaydırmakla suçlandı. ABD medyasında, Türkiye’ye destek veren kimi gazete ve yazarlarından öylesine sert yorumlar, Obama yönetiminin önemli isimlerinden, katı tepkiler çıktı ki, Ankara’nın tüyleri diken diken oldu.
 
Böyle bir olasılıkta da ilk akla gelen, ABD ve İsrail’in Türkiye’ye bir ders vermek için kolları sıvayacaklarıydı.

Yazının Devamını Oku