Bir ülke düşünün ki, devletinin en gözde, en ağırlıklı makamına getirdiği kişinin görev süresini, adeta bilinçli olarak askıda tutsun. “5 yıl mı olacak, yoksa 7 yıl mı olacak” tartışmasını adeta isteyerek uzatsın ve belirsizliğin devamını sağlasın. Siyaset dünyasında, tek mi çift mi, oynar gibi bir halimiz var.
Medya için de, tartışılacak başka birşey bulunamadığı zaman gündeme getirilen, siyaset dedikodusuna dönüşen bir konu.
Sizlere bıkkınlık vermedi mi?
Kime sorsanız başka bir yanıt alıyorsunuz.
Başbakan Erdoğan’ın geçen Cumartesi günkü basın buluşmasında ortaya attığı bir değerlendirme çok çarpıcıydı. Konu, Öcalan’ın Kürt sorunu ve PKK terörü bağlamındaki etkinliğiydi.
Başbakan’a sorulan soruları, sağdan sola veya soldan sağa da okusanız, aynı sonuç çıkıyordu.
Kürt Sorunu ve PKK terörünü yaşanabilir boyutlara indirebilmek için atılması gereken adımlar kimle konuşulmalıydı?
Kim muhatap alınmalıydı?
PKK ile konuşulamayacağına göre, BDP’nin ısrarla gösterdiği adres olan Öcalan ile devlet artık görüştüğüne göre, anahtar İmralı da mıydı?
Başbakan, çoğumuzu şaşırtan bir yanıt verdi.
Öcalan’ın kamuoyunda sanıldığı gibi, etkin olmadığını söyledi.
Türkiye, 20 yılı aşkın süredir, PKK terörüyle mücadele için yaklaşık 100 milyar dolar harcadı. Tamamı da silaha, baruta gitti. Ülke ekonomisine girmedi.
Eğer hiçbir şey değişmez ve terör eskisi gibi sürerse, önümüzdeki 20 yılda, yapılan hesaplara göre, 125 milyar dolar harcanacak ve toplam ölü sayısı 60 bin kişiyi aşacak.
Günah değil mi?
Bugün bu ülkenin ellerini kollarını bağlayan, ayaklarına zincir vurduran tek sorun, Kürt sorunu ve ona bağlı olarak da, PKK terörüdür.
Başbakan’ı özlemişiz.
Dört günlük bir aradan sonra, çıktı ve hepimizin ağzının payını (!) verdi.
Tophane'deki saldırı nedeniyle yazılan yazılara ateş püskürdü. Tüm tepkileri, AK Parti’ye karşı bir komplo ve saldırı olarak niteledi.
Kusura bakmasın, ancak ben kendi açımdan, Tophane’de yaşananları komplo açısından ele almadım. Bütün bunların altında AKP’yi de görmedim. Fırsattan istifade, iktidar partisini vurma niyetim de yok.
Türkiye, değişiyor veya dönüşüyor. Ne olursa olsun, ortada bir şeyler var. Hiçbir şey olmadığını söylemek, başkalarının zekasıyla alay etmek anlamına gelir.
Türkiye’nin bugünkü dış politikası, bundan 10 yıl önce uyguladığı politikalardan çok farklı.
Acaba bu değişim ideolojik gerekçelerden mi kaynaklanıyor, yoksa günün koşulları mı Türkiye’yi değişime zorluyor?
Eskiden Türk dış politikası tek düzeydi.
Genelde falcılıktan pek hoşlanmam. Ancak, falcılığın gizemli bir yanı vardır. Tahminlerinin doğru çıkıp çıkmayacağını kimseler bilemez, buna rağmen yine de merakla dinlenir.
Ben de bugün kendimi yarı falcı gibi hissediyorum. Elimdeki verilere bakıp, Türkiye’nin önümüzdeki 10 veya 15 yıl sonrasını tahmin etmeye çalışacağım. Çok zor, zira elimdeki verilerin her an değişebileceğini, yapacağım hesapların bozalabileceğini biliyorum. Ancak, ne olursa olsun değişmeyecek olanlar da var. İşte ağırlığı bu noktalara vererek Türkiye’nin falına bakacağım.
* * *
GÜNLÜK YAŞAM EPEY DEĞİŞECEK...
Türk toplumu hep dindar idi, ancak bunu günlük yaşama yansıması pek belirgin değildi. İlerde, çok daha dindar, daha doğrusu dindarlığın yaşamın günlük ritmini çok daha fazla etkilediği bir Türkiye ile karşı karşıya geleceğiz.
Başta ABD olmak üzere, batı başkentlerinin büyük bölümünde aynı konu tartışılıyor: Türkiye nereye gidiyor? Batıdan uzaklaşıyor mu , öncelikleri değişiyor mu ?
En son German Marshall Fund’ın yaptığı anket, bu tartışmaların ne kadar yaygınlaştığının bir işaretidir. Bizler ne kadar “Türkiye bir yere gitmiyor. Önceliklerini değiştirmiyor. Sadece genel yaklaşımlarına ince ayar yapıyor” desek dahi, kimselere inandıramıyoruz.
Şimdi gelin, aynı soruyu kendi kendimize soralım.
Bence yanıt çok net.
Evet, Türkiye büyük bir hızla değişiyor, eskiye oranla farklılaşıyor, yepyeni değer yargıları, yepyeni yaklaşımlar ve öncelikle ediniyor.
Uzun süredir, Türkiye’nin eksen kayması tartışılıyor.
Her defasında da, başta Erdoğan ve Davutoğlu olmak üzere, Ak Parti (AKP) iktidarının yetkilileri, bu iddiaları sert şekilde yalanlıyorlar. Hatta, zaman zaman kızıyorlar.
Verdikleri yanıt “Türkiye’ nin ekseni kaymıyor... Türkiye hiçbir yere gitmiyor. Olduğu yerde duruyor. Önceliklerimiz hep aynı.” şeklinde.
Ancak, Erdoğan veya Davutoğlu ne kadar ısrar ederse etsinler, batı dünyasını ikna edemiyorlar.
Davutoğlu’na sorduğunuz zaman, örneğin Obama yönetimi ile önemli bir sorun olmadığını, gelişmeleri anlayışla karşıladıklarını, İsrail konusunda dahi Türkiye’nin görüşünü anladıklarını, buna karşılık ABD Kongresi'nde ki yanlış anlamaların sürdüğünü, bunu da çözmeye çalıştıklarını söylüyor.