Paylaş
Çok sert bir referandum tartışması yaşadık.
Olduğunca kaba, sert, sinirli ve kırıcıydı.
Muhalefet, iki açıdan yüklendi.
Biri, bu oylamayı kişiselleştirdi. Erdoğan’ın şahsına yönelik suçlamalar yaptı. Anayasa değişikliği paketine o kadar ilgi göstermedi. Bu pakete yönelik eleştirilerden çok, Başbakan’ın tutumuna saldırdı.
Devlet’in tüm olanaklarını kullandığını söyledi...
Ak Parti’nin muhalif medyayı susturduğu ve sadece kendi sesini duyurduğu belirtildi.
Erdoğan’ın son derece sert konuşması ve EVET kampanyasına katılmayanları neredeyse vatan haini ilan etme noktasına getirmesinin etkili olduğu vurgulandı.
Şantaj ve tehditlerle insanlara oy verdirildiği üzerinde duruldu.
Bütün bu iddiaların belirli oranda doğru yönleri olabilir. Ancak sonuca baktığınız zaman, durumun çok daha farklı olduğu ortaya çıkıyor.
Türk toplumunun yüzde 78’i oylamaya katılmış ve yüzde 58-42 gibi bir farkla EVET demiştir.
Bu işin artık tevil götürecek bir yanı yok.
Kalkıp bu sonuca gerekçeler bulmanın, nedenler aramanın hiç gereği de yok.
ERDOĞAN’IN KİŞİSEL BİR BAŞARISI OLDU
Muhalefetin diğer bir hatası, uyguladığı taktik idi.
Referandum paketinin içeriği ile uğraşmak ve bunu halka anlatmak yerine, kampanyayı kişiselleştirdiler.
Erdoğan’ı hedef aldılar. Başbakanı yerden yere vurdular ve kavgayı direk şekilde AKP lideriyle yaptılar.
Kampanyanın sonuna doğru, artık kimse paketi tartışmıyordu. Verilecek oyun Erdoğan’a bir güvenoyu olup olmayacağı tartışılıyordu.
EVET diyenler, Erdoğan için oy verdiler.
HAYIR diyenler, Erdoğan’a artık yeter demek, hiç değilse bir sarı kart göstermek için oy kullandılar.
Sonuç ortada.
Türk kamuoyu, Erdoğan’a tam bir güvenoyu verdi.
Bütün bunlara baktıktan sonra, muhalefetin gerekçe üretmeyi bırakıp, kollarını sıvaması ve tüm stratejisini değiştirmesi gerektiğini işaret ediyor.
Olayın tevil götürecek yanı yok.
* * *
ASIL KAZANAN BDP OLDU...
Bu referandumu zafere dönüştüren kişi Erdoğan olduysa, sonuçlara bakıldığında, diğer kazananın da BDP olduğunu görüyoruz.
Boykot kararını kendi bölgesinde çok açık şekilde kabul ettirdi. Kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, PKK tehdidinin etki yaptığı, baskı ve şantaj nedeniyle insanların korktukları söylensin, rakamlara baktığınızda ortada bir gerçek görüyorsunuz. O gerçek de, Kürt kökenli vatandaşlarımızın büyük bir bölümünün BDP’nin istediği şekilde hareket ettiğidir. Daha doğrusu, BDP-PKK koalisyonunun bir güç gösterisi yaptığını ve buraların kendilerinden sorulması gerektiğini ortaya koyduklarını söyleyebiliriz.
Şimdiye kadar, başta iktidar tarafından olmak üzere, BDP sürekli ötelendi, diyalog kurulmadı ve devlete biat etmeleri istendi.
Şimdi bakıyoruz ki, ne Kürt sorunu, ne de PKK sorunu, BDP muhatap alınmadan çözülemeyecek.
Ne kadar tepki gösterirseniz gösterin, ancak eninde sonunda BDP’nin kapısını çalmak zorundayız.
Erdoğan’ın bu sonuçları incelerken herhalde ilk olarak ele alacağı konu, Kürt Açılımı'nı yeniden harekete geçirmek ise, bunun BDP ile diyalog kurularak gerçekleştirilmesi olacaktır.
Güneydoğu’da yaşananlar, bu ülkenin kanayan yarasıdır. Ne Anayasa değişikliği, ne de seçimler böylesine önemli değildir. Belki seçimlere kadar pek önemli bir gelişme yaşanamayabilir, ancak seçimlerden sonra ilk iş yeni bir Açılım ve Diyalog arayışına girilmesi olmalıdır.
BDP’nin de kendine çeki düzen vermesi gerekiyor.
Birkaç başlı bir yönetim, birbirinden çok farklı sesler ve uzun vadeli bir strateji
saptamadan bu görevi yerine getiremez.
Yarından itibaren tekrar “muhatap Öcalan ve PKK’dır” deyip kendini aradan çıkararak, çözüm çalışmalarını yokuşa sürmeyi bırakmalı ve sorumluluğu yüklenmeliler.
Sanıyorum, bu referandumun hepimize öğrettiği en önemli gerçek budur. Yani, her iki tarafın da yaklaşımlarını değiştirmeleri ve terörle değil, diyalogla bir çözüm arama çabasına girilmesi gereği...
Paylaş