Paylaş
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu son derece saygın ve bilgili bir insandır. Onun, Diyanet Başkanlığı gibi, son derece duyarlı bir kurumun başında bulunması da bir şanstır. Bilgi ve yeteneklerini kimsenin tartışmadığı bir bilim adamıdır.
Bardakoğlu’nun geçen haftasonu gazetelere yansıyan bir konuşmasını okudum. Diyanet’in uygulamaya koyacağı yeni bir projeden (Cami dışı Din Hizmetleri) söz etmiş. Gazetelerin, bu konuşmayı kuşa çevirip yayınlamış olacaklarını bildiğimden dolayı, mesafeli davranıyorum. Projeyi daha ayrıntılı dinledikten sonra daha kesin bir fikir sahibi olabiliriz. Ancak, bu kadarıyla dahi, bende kuşku yarattı.
Bardakoğlu'nu, iyi anlayabildiysem, İmamların sadece namaz kıldıran kişi değil, aynı zamanda insanlara akıl veren, yaşamlarında karşılaştıkları güçlükler veya sorunlar karşısında nasıl davranmaları gerektiğini anlatan, fikir veya akıl veren bir rol oynamalarını istiyor. Bir konu veya sorun karşısında zora düşen bir kişi, aile, mahalleli veya köy halkı, İmam efendiye baş vuracak ve akıl alacak. Bunu sağlayabilmek için yeni bir mekanizma oluşturuluyor.
Benim ilk aklıma takılan “Bazı açılardan yararlı görülebilirse de, Kanaat Önderliği gibi son derece iddialı bir işlev, İmamlarımızın kapasitelerinin ötesine geçmiyor mu?” sorusu oldu.
Diyanet’in kadrolarında beş parmak aynı değil. Zaten olamaz da ...
İmam var... İmam var.
Kimi pırıl pırıl, bugünün dünyasını hazmetmiş, aydın, uygar...
Kimi ise, her şeyi Kuran’ın satırları arasında görüyor. Dünya’yı sadece din penceresinden görüyor. Günlük yaşamı, tümüyle İslam’ın emirlerini yorumlayarak yönlendiriyor.
İşte en büyük sakınca da bu...
Toplumu bugün olduğundan daha kurutmak, daha içine kapatmak, daha dünyadan koparmak istiyorsak başka... Ancak düşlerimizdeki Türkiye’yi yaratmak istiyorsak, bu tip Kanaat Önderlerine ihtiyaç duymamalıyız.
Din adamlarımız toplumu yönlendirme açısından çok önemlidir, kabul ediyorum. Ancak onlara, bilgi ve kapasitelerinin ötesinde görev yüklememek gerekir.
Şu toplumu abuk sabuk tiplerden korusunlar, kendilerine hoca diyen ve Kuran’ı yorumlayarak para ve şöhret kazananların etkisinden kurtarsınlar, yeter.
Daha fazlasına hiç gerek yok.
* * *
İNŞALLAH, JANDARMA NE YAPTIĞINI BİLİYORDUR...
Şu Savarona işi gittikçe karışıyor.
Dünyanın sayılı zenginlerinden Tevfik Arif, beraberinde kendi ülkelerinde çok iyi tanınan birçok Rus iş adamı, kiraladıkları Savarona yatındaki kadınlı kızlı eğlenirlerken, Antalya jandarması tarafından basıldı.
Suçları, gazetelerden öğrenebildiğimiz kadarıyla, “Fuhuş Amaçlı İnsan Ticareti” imiş.
Anlamakta zorlanıyor insan... Milyarlık yatırımlar yapan bu adam mı, İnsan Ticareti yapıyor?
Tevfik Arif de anlayamamış olacak ki, “...Size ne kardeşim, paramı verip yat kiraladım , arkadaşlarımla eğleniyorum. Size ne zararım oldu ki...” demiş.
Antalya Jandarması, inşallah ne yaptığını iyi biliyordur.
Eğer sırf “Savarona'da seks yapılıyor” diye baskın yaptılarsa, bu ülkeye çok zarar vermiş olacaklar. Zira bu kafayla, Türkiye’deki tüm otellere baskın yapılıp, sahiplerinin hapse atılması gerekir.
Ayrıca, Tevfik Arif’in gerçekten Fuhuş Amaçlı İnsan Ticareti yaptığını ispat edemezlerse, Türkiye’yi çok daha ağır maddi ve manevi zarara sokmuş olacaklar.
Jandarmanın bu konulara açıklama getirmesi gerekir.
* * *
HER YERDE KOMPLO VAR ...
Geçen haftasonu iki komplo haberi okudum.
Eğer hiç değinmezsem, çatlarım.
İlki, YÖK Başkanı Prof. Yusuf Ziya Özcan’dan kaynaklandı. Neden söyledi, hangi çerçeve içinde söyledi anlayamadım, ancak bu toplumun kafasına “Amerika veya İsrail’den alınan tohumlardan üretilen domates yersek ölebiliriz...” korkusunu soktu.
Dehşet senaryosu çizdiği konuşmasındaki sözleri aynen şöyle :
“...Artık genetik programlama diye birşey var. Tohumun içine genetik mekanizma yerleştirirler, hiç bilmediğimiz hastalıklara kapılabiliriz. 20 yıl içinde o tohumdan yiyen insanlar ölür. Bu yolla bir milleti yok edebilirsiniz...”
Son derece zor ve olasılığı, üzerinde tartışılmayacak kadar küçük bir senaryo, ancak YÖK Başkanı’nın ağzından çıkınca insanlar paniğe düşüverdiler. Zaten komplo teorileriyle yaşayan bu toplumun kafasını biraz daha karıştırdı.
Diğeri de, Prof. Dr. Ahmet Işıkara’dan geldi.
Marmara depremini, Amerikan ve İsraillilerin derin delikler açarak tetikledikleri söylentilerinin yayıldığı bir sırada, Başbakan Ecevit bu komploya inanmış ve Işıkara’ yı arayıp incelenmesini istemiş!
Allahtan, Işıkara sağlıklı bir bilim adamı olduğu için “Siz bu deli saçmalıklarına önem vermeyin efendim” deyip, konuyu kapatmış.
Ecevit ailesinin komplo merakını biliriz.
Rahşan Hanım da, hatırlarsanız, Türkiye’de kat ve arsa alan yabancıların sayısının çok arttığını, birgün ülkeyi ele geçireceklerini söylemiş ve bunu önleyebilmek için, kısıtlama getirilmesini istemişti. Dünyada herkes, zengin yabancıların kendi ülkelerine gelip kat ve toprak alması için kampanyalar açarken, bizde, bu komplocu kafalar durumu tersten okuyorlar.
Paylaş