Paylaş
ABD’YE RAĞMEN BÖLGE LİDERİ OLUNAMAZ...
Türkiye, özellikle 2008’den itibaren, Gül’ün Dışişlerini bırakıp Çankaya’ya çıkması ve yerine Ahmet Davutoğlu’nun gelmesiyle birlikte, dış politika uygulamalarını değiştirmeye başladı.
Davutoğlu’nun dizayn ettiği ve Başbakan’ın onayladığı bu yaklaşımla, Ankara kabuklarını kırdı, eski kemikleşmiş yaklaşımlarını değiştirdi. “Sıfır Sorun” politikası olarak adlandırılan yeni yaklaşımla, Türkiye bölge sorunlarında çok daha aktif bir tutum aldı.
Artık eskisi gibi, büyük ağabeyler ne derlerse onu yapan, karışık sorunlara bulaşmaktan kaçınan, sadece kendini düşünen, ne kokan ne de bulaşan bir ülke olmaktan çıktı.
Karakteri olan, kendine özgü ilkeleri bulunan, son derece faal, son derece cesur, tabular yıkan, alışılmışın dışında bir politika başlatıldı.
Her yenilik gibi, Davutoğlu’nun yaklaşımı hem içeride, hem de bir kesim ülke kamuoyunda büyük alkış topladı. Uzun yıllar sonra Türkiye ilk defa sahneye çıkıyor, ağırlığını hissettiriyordu. Bu yeni politikalar, özellikle Orta Doğu ve Orta Asya’dan, Türkiye’ye büyük yatırımların akmasına, Türk iş adamlarına yeni iş sahaları açılmasına yaradı.
Tabii ki, her şey harika değildi. Zaman zaman abartılı ve sonuçtan çok, işin içinde bulunulduğu gösterisine yönelik işler de yapıldı. Genel bir strateji eksikliği ve günlük yaşam nereye iterse oralara kayıldığı gözlendi ve sert eleştiriler de oldu.
Yeni dış politika “İslamcı” değildi.
“Eksen kayması” denilemezdi.
Ne zaman ki, Washington’un nasırına basıldı, yani; önce İsrail ile kavgaya girildi, Mavi Marmara Gemisi olayı gibi son derece kötü yönetilen ve gereksiz bir yol kazasıyla biten facia yaşandı... Ardından da; Türkiye, İsrail ve ABD’nin baş düşmanı konumundaki İran’ı nükleer güç konumuna sokabilecek olan projede Tahran’ın yanında yer aldı...
İşte o andan itibaren, Türk-ABD ilişkileri çökmeye başladı.
O andan itibaren, Ak Parti iktidarı yerden yere vurulmaya, İslamcılığı ve Eksen Kayması suçlamaları yayılmaya başlandı.
WASHİNGTON İLE KAVGA EDEREK LİDER KONUMUNDA KALINMAZ
Türkiye’nin bu tutumu, Arap sokaklarını kabarttı. Erdoğan’ın posterleri ve Türkiye çığlıkları tüm İslam alemini kapladı, ancak aynı ülkelerin başkentleri ise, aksine Washington’u gözler oldular.
Özetlemek gerekirse, ortada bir dengesizlik var.
Bugünkü politikalar genel yaklaşım olarak doğru olsa dahi, uygulamada ve söylemlerde önemli sorunlar yaşıyoruz.
Durum, bir süre içinde düzeltilemezse, Ak Parti iktidarına ve Türkiye’ye bir fatura çıkacaktır. Ankara’da bu politikaları oluşturanlarımızın, Amerika ve İsrail ile kavga ederek, bölgede lider konumuna gelinemeyeceğini bilmesi gerekir.
Eğer bu gerçeği görebilir, Başbakan ve Dışişleri Bakanı söyledikleri sözlere bir ayar getirebilir ve genel yaklaşımlarda daha dikkatli davranılabilirse, Türkiye rotasında kalabilir.
Aksi halde, ülke olarak uluslararası ilişkilerde bir yol kazasına ve ya bir zorunlu inişe kendimizi şimdiden alıştırmalıyız.
X x x
FATURALAR HAZIRLANIYOR...
Amerika’nın bir süper güç olarak, elinde inanılmaz imkanları vardır. Hem kendinin kullanabileceği, hem de başka ülkeleri ve piyasaları etkileyebileceği aletlere sahiptir.
Türkiye, askeri gereksinimlerini karşılamak açısından tümüyle ABD’ ye bağımlıdır.
Piyasalar, ABD’nin ağzına bakar. Washington ile ilişkileri bozuk ülkelere ya yatırım yapılmaz, para verilmez ve ya çok yüksek faizler uygulanır.
Hangi konuda adım atmak isteseniz, yanınıza ABD’yi almazsanız, başarı kazanamazsınız.
PKK ile mücadele ABD desteği olmadan çok daha zor ve kanlı olur.
Birleşmiş Milletler’de, Washington’suz adım atmak imkansız gibidir.
Avrupa Birliği ile ilişkilerde, ABD ile çatışan ülke sesini daha güç duyurur.
Washington, artık eskisi gibi iktidar devirmiyor. Sesini dahi yükseltmeden, sizinle ilişkilerini normal gösterirken vidaları öylesine sıkar ki, hiçbir sorununuzu çözemezsiniz.
Şu anda -koşullar değişmediği taktirde- Washington’da Türkiye’ye çıkabilecek faturalardan bazılarını sırlayabilirim:
- Türkiye’nin Filistin sorunuyla ilgili arabuluculuk faaliyeti tümüyle iptal edilmiş durumda.
- Kongreden -İsrail’e yaklaşım değişmediği sürece- Türkiye’ye önemli bir silah satış paketine onay verilmesi söz konusu değil.
- Ermeni tasarısı bugünkü koşullarda, önümüzdeki süreçte büyük olasılıkla geçirilecek ve Türkiye soykırım ile suçlanacak.
- PKK ile mücadele ve Kürt sorununun çözümü konusunda Türkiye’nin istediği ek desteklere yanıt dahi verilmeyeceği belirtiliyor.
- İHH’nın bir terör örgütü olarak kabul edilmesi için, 300 temsilciler meclisi üyesinin yaptığı başvurunun gündeme gelmesi ve kabul edilmesi bekleniyor.
- İsrail ve Yahudi Lobisi, Türkiye’den geçecek petrol boru hatlarına karşı çıkmaya hazırlanıyorlar. İsrail de, Türkiye ile arasındaki tüm anlaşmaları, eskiden soğuk ilişkiler içinde olduğu Yunanistan ile imzalıyor.
Bu listeyi daha çok uzatabilirim.
TÜRKİYE’Yİ ŞİMDİLİK, KONUMU VE EKONOMİK GÜCÜ KURTARIYOR
Washington’da ki temaslarımda bir başka noktayı da gözlemledim.
ABD’nin bölge politikalarını etkili biçimde uygulayabilmesi için Türkiye’ye gereksinimi var.
İsrail de Türkiye’ye ihtiyaç duyuyor. Hiç değilse, düşmanlaşmış bir Türkiye ile karşı karşıya kalmayı arzulamıyor.
Türk ekonomisi, öylesine kazandırıyor ki, fonların girişi dahi engellenemiyor. Ülkenin ekonomik gücü ve konumu pazarlık gücünü de arttırıyor.
İşte bu unsurlar, Ankara’nın hesabının kısa bir süre içinde ve tümüyle kesilmesini engelliyor.
Ancak, bıçak kemiğe dayandığında, Türkiye’nin uzun vadede ABD’ye daha fazla ihtiyacı olduğunu da unutmamak gerekir. Ankara’nın en zayıf noktası, ekonomisi ve siyasetinin kırılganlığıdır. Ne zaman, ne olacağı bilinemez.
Washington, şimdilik bekliyor.
Ankara’nın politikalarında ince ayar yapıp yapmayacağı, önümüzdeki genel seçim sonuçları ve sonrasında yaklaşım farklılığı olup olmayacağına, bakıp bir karar verecek.
2011 bu açılardan çok önemli bir yıl olacak.
YARIN
ANKARA, WASHİNGTON’DAN GELEN TEHLİKEYİ GÖRÜYOR, ANCAK...
• Bir haftadır, Türk-Amerikan ilişkilerinde çalan alarm zillerini anlatıyorum. Bu tehlikeyi sadece ben görmüş değilim. Washington’dan yolu geçen, Obama yönetimiyle kısa bir süre temas edenlere sorun, aynı yanıtları vereceklerine eminim. Başbakan ve Dışişleri Bakanı da durumun farkında, ancak kafalarından ne geçtiğini, bu tuzaktan nasıl kurtulacaklarını bilemiyoruz. Oysa, onların attıkları her adım bizi de etkileyecek. Ne düşündüklerini öğrenme hakkımız yok mu?
Paylaş