Son derece gereksiz ve çok tehlikeli bir tırmanma içindeyiz.
Kürt sorununda seçim sonrası önemli gelişmeler bekleniyordu. Anayasa değişikliği sırasında, Kürt vatandaşlarımızın sorunlarının önemli bir bölümünü giderecek tatminkar çözümler getirilecekti.
Öcalan ile bu konuda resmi temasların yapıldığı da biliniyor. PKK lideri, ümitli olduğunu da söylüyordu.
Sonra ne oldu?
Bu iş giderek çığırından çıkıyor.
Seçim meydanları kıpırdadıkça, liderler de toplumların dikkatini çekebilmek, medyada yer alabilmek için, projelerini anlatmak yerine, birbirlerini yerden yere vuruyorlar.
Kamuoyu, kavgayı seviyor.
Medya da, polemik olunca liderin toplantısını manşete çıkarır.
Başbakan ne kadar “Kürt sorunu kalmamıştır... Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır” dese de bir sorun olduğu açık.
Dikkat edecek olursanız, Kürt militanlar sokaklardan çekilmiyor.
Bunun başlıca nedeni de, KCK (Kürdistan Topluluklar Birliği Türkiye Meclisi) yapılanmasına karşı Devlet' in giriştiği mücadele.
KCK yapılanması ne demek?
Başbakan Erdoğan, dünkü konuşmasıyla Libya politikasında, temel bir değişiklik yaptı. Şimdiye kadar, mümkün olduğu kadar tarafsız davranmaya çalışıyordu.
Bir yandan, Kaddafi’ye “halkına ateş açma” mesajı verirken, muhalefete çok destek çıkmıyor, böylece iki tarafı da idare etmeye çalışıyordu.
Sonuç ortada...
Kimselere yaranamadı.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, yakın tarihini inceleyenler, ilerde bu ülkenin en büyük sorununun Kürt vatandaşlarıyla ilişkileri olduğunu yazacaklar ve bu konuda en tarihi adımların da, Ak Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan tarafından atıldığına dikkat çekecekler.
Özellikle iktidarının ilk yıllarında, kimsenin gösteremediği bir cesaretle ortaya çıktı ve hastalığı teşhis etti. Onunla da kalmadı, Güneydoğu’da yaşayan vatandaşlarımızın sıkıntılarını karşılayabilmek için, yine son derece cesur adımlar attı.
Olağanüstü Hal kalktı, Kürtçe televizyon yayınlarına izin verildi , dil ve isim konusunda kısıtlamaların bir bölümü kalktı ve 2008-2009’daki Demokratik Açılım ile de heyecanlar doruk noktasına vardı.
Bu kararların her biri, birer Devrim gibiydi.
Taaki, Habur girişinden sonraki milliyetçi tepkilere kadar.
Hem kendi kadrolarından , hem de diğer kesimlerden çok sert tepkiler geldi.
Dünya üzerinde tam 2 milyar kişi bu düğünü izledi. Hem de bütün gün, dakikası dakikasına, başından sonuna kadar, reytingler kırıldı.
Çok merak ettim.
Neden?
Neden böylesine bir hayranlık, böylesine bir çekicilik söz konusu. Futbol maçlarına, Olimpiyatlara dahi böylesine bir ilgi olmaz.
1950'lerin Başbakanı Menderes, İstanbul'da büyük bulvarlar açılmasına, kıyıların doldurulup halkın ve trafiğin geçeceği şekle dönüştürülmesine karar verdiğinde, yer gök birbirine girmişti.
Demediğimizi bırakmadık...
Hatırlayanlarınız vardır mutlaka...
Ardından, 1 inci köprü için ayaklandık...
Başbakan’ın açıklaması bitince, ilk tepkim “gerçekten çılgın bir proje” oldu.
Henüz tüm ayrıntıları belli olmasa da, Erdoğan’ın kafasındaki fikri anlamak zor değil. Gerçekleştirilmesi ne kadar güç ve pahalı olursa olsun, proje İstanbul’u ve boğazı büyük oranda rahatlatacak. Yepyeni şehirler kurulacak. Bambaşka bir manzara ile karşı karşıya kalacağız.
Eğer hafızam beni yanıtlmıyorsa, buna benzer bir fikir ilk defa yıllar önce Bülent Ecevit tarafından ortaya atılmış, ancak pek üstünde durulmamıştı. Onun geçiş yolu Trakya üzerindendi.
Boğaz’daki gemi trafiğini azaltma konusu ise, biraz sorunlu görünüyor. Nedeni de, boğaz trafiğinin Montreux anlaşmasıyla düzenlenmiş olması ve geçişlerin bedava yapılması. Oysa, böyle bir kanal açılırsa, geçen gemilerden para alınacak. Kanala o kadar harcama yaptıktan sonra, bedava geçiş düşünülemez tabii...