Bu yazıyı uzun zamandır yazmayı planlıyordum.
İçimde bir ukte kalmıştı ve bir türlü çıkaramıyordum.
Sonunda, Alper Görmüş’ün “Ergenekon Gazeteciliği” (Etkileşim yayınları) adlı iki kitabını ve Pazar günü TARAF’daki söyleşisini okuyunca, içimi dökmek ve bu konudaki görüşlerimi paylaşmak istedim.
Alper Görmüş, özetle “...Merkez medya darbeleri hep destekledi ve 28 Şubat’ın gerçekleşmesinde de anahtar rol oynadı...Adeta genlerindeki darbecilikle hareket ettiler...” diyor.
Eminim Pazartesi günkü Akşam Gazetesi’nin manşetini görmüş veya duymuşsunuzdur.
RTÜK, bir yerde devletin, özel radyo ve televizyonları denetlettirdiği, hatta jandarmalığını yaptırdığı kurum, bence tarihi bir karar almış.
Çiğdem Anat’ın NTV’deki başarılı Doğrudan Siyaset adlı programında bundan bir süre önce, katılımcılar bölgeyi “Kürdistan” diye adlandırmışlardı. “Ayrı devlet kurulabileceğinden” söz etmişlerdi. “ Özerklik”demişlerdi.
Bizim kahraman seyircilerimiz, RTÜK’ü hemen şikayet yağmuruna tutmuş, bu sözlerin “Devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne aykırılık yarattığı ve cezalandırılması gerektiriğini” belirtmişlerdi.
Herhalde şimdiye kadar gördüğümüz en “bel altı seçim kampanyasını” yaşıyoruz.
Bu kadar düzeyi düşük olanına rastlamamıştık.
Eminim, siyasi partilerimiz ileride bu yaklaşımlarından dolayı çok pişmanlık duyacaklar, ancak iş işten geçmiş olacak.
Beni asıl rahatsız eden, Güneydoğu’da yaşananlar.
Bursalılar hiç şikayet etmesinler.
Federasyon çok sert bir ceza verdi. Ancak, son derece haklı. Kalkıp, “biz Beşiktaşlı seyirci istemiyoruz” diye ayaklanıp, bir kenti birbirine sokmaya ve bir maçı oynanamaz hale sokmaya hiç hakları yoktu.
Ben Bursaspor taraftarlarını çok daha bilinçli ve mantıklı bir gurup olarak tanımıştım.
Yanılmışım...
Böylesine pırıl pırıl bir takımı mahvetmeye hiç hakları yoktu. Bundan dolayı, şimdi Federasyon’dan şikayet etmemeliler.
Bu karar, tüm kulüp yöneticilerinin kulağına küpe olmalı. Bir daha böyle durumlarla karşı karşıya kalındığında alacakları cezanın ağırlı belli.
Taraftar da sorumluluğunu bilmeli.
Takımını sadece alkışlamak yetmiyor. O’na sahip çıkmak, kendi içindeki magandaları kontrol altında tutmak da gerekiyor.
İstanbul’un civarına iki yeni kent yapılması projesi ortaya atıldı ya, yine birbirimize giriyoruz.
“Mahvolduk- yeşilimiz elden gidiyor”
Kimse “hiçbir şey yapılmazsa ne olur?” diye sormuyor.
Ne olacak biliyor musunuz?
İstanbul, kendi kendine büyüyecek ve konuştuğumuz bölgelerde kaçak, abuk sabuk, birbirinden çirkin, en ufak depremde yıkılacak, yarı bina yarı gecekondular ortaya çıkacak.
Eğer, hiçbir şey yapmazsanız, 2023 yılında İstanbul’da nüfus 22 milyonu bulacak. Üstelik, en basit depremde konutların yüzde 70’i yıkılacak.
Şimdi, İstanbul dışında yeni kentler yapıp, nüfusu azaltmak, daha güvenli konut üretmek mi akıllıca, yoksa hiçbir şeye dokunmamak mı?
Batı dünyası, mega kentlerin yanına daima uydu kentler yaparak dengeyi bulur. Ateşi yeniden keşfetmeye gerek var mı?
Bazılarımız, gizli kamera çekimlerinden çok hoşlanıyor. Başkalarının özeline girmek, adeta bir haz veriyor. “Bak gördün mü, ne kötü şeyler yapmış... Kendini farklı göstermiş...” diyebilmenin keyfini çıkarıyorlar. Hele işin içine seks de girdi mi, değme işin keyfine. Karşısındakini yerden yere vurmanın şevkiyle tepinmeye başlıyorlar.
Bu yaklaşımdan parsa toplayanların farkında olmadıkları bir şey var. Bugün başkasının başına gelen, yarın onun da başına gelebilir.
Bu gizli çekimlerin sadece seks ile sınırlı olmadığını, uzaktan alınmış seslerin de, bir insanın hayatını karartabileceğini unutmamak gerekir. Bir arkadaşınızla konuşmanız dahi, öylesine çarpıtılır, öylesine farklı bir ortama sokulur ki, kendi sesinizden siz dahi kuşku duyarsınız.
Ne zaman ki hep birlikte ayaklanır ve bu iğrençliğe tepki gösteririz, insanlar o zaman çekim yapmaktan çekinmeye başlarlar...
Gelin tepki gösterelim. Alkışlamayalım, aksine lanetleyelim.
Bu tartışmalarda bir çoğumuzu sinirlendiren diğer nokta da, toplumda birden bire namus zabıtalarının türemesi. Aklı başında sandığımız kişiler dahi bir özel hayat polisi kesiliverdiler.
Size ne kardeşim?
Ben istediğimi yaparım ve bunun hesabını da ben veririm.
Hemen her kesimde, Başbakan’ın özellikle MHP’nin elindeki kozları almak istediği ve 12 Haziran’da yüzde 10’luk barajı geçememesini sağlamak için çaba harcadığı konuşuluyor.
Erdoğan’ın bu şekilde, Ak Parti’nin milletvekili sayısını arttırabileceği ve “Yeni anayasa”yı TBMM’den geçirebilecek bir noktaya gelebileceği ileri sürülüyor.
Olabilir, ancak bu Türk siyasetinin dengeleri açısından, ne oranda sağlıklı bir yaklaşımdır?
MHP’nin bulunmadığı bir TBMM, ne oranda temsil yeteneğine sahip olur?
Türkiye’nin başı dertte.
Uluslararası kamuoyunda giderek yaygınlaşan bir izlenim var.
Buna artık izlenim de diyemeyiz.
Türkiye hakkında kesin bir karar verilmek ve “Basın özgürlüğünün olmadığı, gazetecilerin korkutularak susturulduğu, susturalamayanın da, uydurulmuş suçlarla gözaltına alınıp yıllarca sürüldüğü bir ülke” konumuna sokulmak üzere.