Bugün CHP’lilerle, kafamdaki bir soryu tartışmak istiyorum.
Soracağım soru son derece basit:
Parti, türbanlı bir aday gösterse ne olurdu?
Hemen kaşlarınızı kaldırıp, “Olur mu öyle şey?” demeyin.
ERDOĞAN, CESUR DAVRANDI ...
Ak Parti, bir iktidar partisinden beklenmeyecek kadar cesur bir adım attı ve milletvekili kadrosunun yarısını değiştirdi. Genelde, iktidarlar hele üçüncü seçimlerinde böyle riskler almak istemezler. Dengelerin bozulmamasına çalışılar. Dikkat edecek olursanız, Başbakan yeni adayları açıklarken, aday olamayanların uzun uzun gönüllerini almaya çalıştı. Bu konuda büyük bir sorunla karşı karşıya kalacağını da sanmıyorum.
Biraz sürpriz etkisi yapan , partinin Büyük Abilerini koruyup kollaması oldu . Galiba Başbakan, dengelerle o kadar da çok oynanmasını istemedi. Partinin tepesinde rotasyonu tercih etti.
Geneline baktığınızda, Erdoğan’ın yine de cesur bir adım atıp, gelecek dönem için son derece homojen ve profesyonellere öncelik veren bir kadro kurmaya çalıştığı, kadınlara, gençlere ve engellilere verdiği sözleri tutmuş gibi görünüyor.
TÜRKİYE’NİN, KÜRT SORUNUNA ŞAŞI BAKIŞININ BELGESİ...
Kürt sorunu hakkında çok inceleme okudum. Hepsi de değerli çalışmalardı. Son çalışma SETA’nın ( www.setav.org) yayınladığı “Türkiye’in Kürt Sorununun Hafızası”. Kitabın yazarı Hüseyin Yayman. Çalışma Kürt sorununun Şark meselesinden Demokratik Açılıma kadarki tüm sürecini kapsıyor.
Bu kitap, araştırmacılar için bir hazine gibi.
Türkiye’de devlet mekanizmalarınca hazırlanan, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin bugüne kadar yazdığı Kürt raporlarını teker teker incelemiş ve son derece değerli sonuçlara varmış. Daha doğrusu, Türkiye’ nin Kürt sorununa nasıl şaşı baktığını ortaya dökmüş.
En önemlisi, bugüne kadar, Kürtler ne istemiş ve ne kadarını elde etmiş?
Bir gazeteci için herhalde en rahatsız edici şey, bir durum tespiti yaptığınız gün, ileri sürdüğünüz görüşün tam tersine bir gelişmeyle karşılaşmaktır.
Bu tip yol kazaları herkesin başına gelebilir. Başkası olursa, pek aldırmaz ve “iyi okuyamamış” diye hafif alaycı şekilde yorumlarsınız. Ancak sizin başınıza gelince, kıpkırmızı “ben nerede, ne hata ettim?” diye sorarsınız.
Ben de bu durumdayım.
Önceki gün, Org. Koşaner’in TSK’nın genel yaklaşımında son derece önemli bir ince ayar yaptığını, yeni bir çalışma düzeni kurduğunu yazmıştım. Ne kendi konuşuyor, ne de komutanlarını konuşturuyor, siyasi konularda açıklamalar yaptırmıyordu. Böylece, TSK ile sivil iktidar arasındaki eski gerilimlerin geride bırakılmak istendiğine dikkat çekmiştim. Tabii ki, bunlar benim dışardan yaptığım gözlemlerdi.
Aynı gün Genelkurmay, yargıyı karşısına alarak “Bu yargıya herşeyi anlattık, hala askerlerimizi tutuklu tutuyor” diye, tepeden bakan, “sizin ne haddinize” anlamına gelecek zehir zemberek bir açıklama yaptı.
Neden?
TARAF'ın hergün yayınladığı Wikileaks'lerine ben belgesel dizisi adını koydum. Her şeyin başında, herkesten önce böyle bir anlaşma yapıp, bizleri ilgilendiren yazışmaları yayınlayarak, sadece gazetecilik açısından son derece başarılı bir iş yapmakla kalmadı, Türk-Amerikan ilişkilerine ve Amerikan diplomasisinin nasıl çalıştığından başlayarak, Türkiye'nin içine ayna tuttu.
En dikkatimi çeken, belgelerin çeviri dili. Son derece dikkatli ve yayınlanan belgenin hangi kontekst içinde okunması gerektiği de yorumlarla anlatılıyor. Yani sizin önünüze bir çuval belge atıp, işte istediğinizi okuyun, denmiyor. Gereksiz bölümler temizlenmiş, spekülasyona yol açacak ve ihbarcı gibi yorumlanabilecek isimler silinmiş.
Okuyucuya özünün özü veriliyor.
Son derece sorumlu ve yapıcı bir yayın. Üstelik seçilen belgeler de, yakın tarihte yaşadığımız birçok olayı aydınlatıyor. Her gelişmeyi, Amerikan komplosuna bağlayanları da hayal kırıklığına uğratıyor.
Başbakan Erdoğan, inanılmayacak bir performans gösterdi.
Şimdiye kadar hep birlikte liderleri izledik, ancak Erdoğan kadar olağandışı çalışanına rastlamadık. Zaman zaman hastalanma ve zorunlu şekilde yatakta tutulma pahasına, sadece içeride değil, dış gezileri de eklediğimizde, bu maraton yarışının ne anlama geldiğini daha iyi anlayabiliyoruz.
Erdoğan, hemen her haftasonu bir başka kentte konuştu, temaslar yaptı, nabız yokladı. İşi orada bırakmadı, yurt dışı gezilerine çıktı. Her biri diğerine oranla, uzun ve yorucu gezilerdi bunlar.
Gayet tabii, Başbakan olmanın verdiği zorunluklar ve elindeki olanakları kullanma konusundaki avantajlarının da bu bilançoyu etkilediğini söylememiz gerekir.
Ancak şu sıralarda, direnişçiler de çeşitli gösterilerde, Türkiye aleyhtarı sloganlar atmaya "Erdoğan beklentilerimizi karşılamıyor, bizi hayal kırılığına uğratıyor..." demeye başladılar.
İstedikleri çok açık: Silah.
Türkiye'nin, kendilerine silah verilmesini ve Kaddafi kuvvetlerinin bombalanmasını engellediği gibi genel bir izlenim var. Ankara, arada kalmış durumda. Savaşı mümkün olduğunca Libya'ya yaymamaya çalışırken, kimseye yaranamıyor. Buna karşılık, insani yardım konusuna ağırlık veriyor. Yüzlerce yaralıyı getiren Türk gemisinin, hem Libya halkında, hem de uluslararası kamuoyunda yarattığı olumlu izlenim bu çerçevede çok başarılı bir operasyondu.
TSK İNSANİ YARDIMDA ÇOK BAŞARILI...
Bölgedeki genel gelişmelere baktığımızda, Silahlı Kuvvetler'in giderek önemini arttırdığını görüyoruz.
Türkiye, bu tip olaylarda AB ve ABD olmaksızın tek başına hareket edecek güçte olmadığını; Avrupa da, Türkiye olmadan bazı bölgelerde etkin politika yapamayacağını çok açık şekilde gördü.
Son Libya olaylarını gazete ve TV’lerden izleyen Türk halkının çıkardığı manzara, son derece olumsuz. AB ile ilişkilerin, Libya nedeniyle yine sürtüşmeye girdiği görüntüsü var.
Baksanıza, Erdoğan konuşmalarıyla Fransa’yı yerden yere vurdu. Sarkozy’e etmediği lafı bırakmadı.
Sarkozy de, Türkiye’yi devre dışı bırakmak için elinden geleni yaptı.