Paylaş
Başbakan Erdoğan, dünkü konuşmasıyla Libya politikasında, temel bir değişiklik yaptı. Şimdiye kadar, mümkün olduğu kadar tarafsız davranmayaçalışıyordu.
Bir yandan, Kaddafi’ye “halkına ateş açma” mesajı verirken, muhalefete çok destek çıkmıyor, böylece iki tarafı da idare etmeye çalışıyordu.
Sonuç ortada...
Kimselere yaranamadı.
Kaddafi, Türkiye’yi düşman görmeye, muhalifler de “hain” diye nitelemeye başladılar. Ankara, iki ateş arasında kaldı. O kadar ki, sonunda büyükelçiliğini boşaltıp, diplomatlarının hayatını güvenceye almak zorunda bırakıldı.
Başbakan, dünkü konuşmasıyla tarafını seçti. Kaddafi’ye sırt döndü ve muhaliflere göz kırptı. Muhalif cepheyi resmen tanımaya tek adım kaldı. O da, yakında atılacak demektir.
Başbakan’ın konuşması, benim burnuma, NATO’nun ilerde olası bir askeri harekat düzenleme olasılığının kokularını da getirdi.
Türkiye’nin bu konudaki politika değişimi son derece önemlidir. Batı dünyasının, artık Kaddafi’yi tümüyle gözden çıkardığının açık sinyali sayılabilir.
* * *
AB İÇİN ÇIĞLIK ATIN...
Türkiye’nin en önemli hedefinin, ilk ve tek müslüman ülke olarak, Avrupa Birliği’ne tam üye olmasını benimseyenlerin artık yavaş yavaş ayaklanmaya, baş kaldırmaya veya çığlık atmaya hazırlanması gerekiyor.
Nedeni de çok basit.
Bugünkü durum, hem Türkiye’deki egemen güçler, hem de Avrupa’daki ülkelerin bir bölümünün işine geliyor.
Bugünkü durum nedir ?
Müzakere ediyormuş gibi yapmak, oysa doğru dürüst bir müzakere yapamamak...
Buna karşılık, birbirini suçlamak...
Ankara, suçu Avrupa Birliğine atıyor ve verilen sözlerin tutulmadığını söylüyor... Brüksel ise, Türkiye’nin gereken reformları yapmadığını, ayak sürüdüğünü belirtiyor. Aslında, her iki tarafın sözleri içinde doğrular da var, aldatmacalar da...
Durum her iki tarafın işine geldiğinden dolayı, bu oyunu oynamayı sürdürüyorlar.
Ankara’nın işine geliyor, zira Avrupa hedefi hem eskisi kadar cazip değil, hem de uluslararası konjonktür, Türkiye’nin kasalarını dolduruyor. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın kalbi de, Abdullah Gül’ün aksine, pek de AB’den yana atmıyor.
Brüksel’in işine geliyor, zira son mali krizin getirdiği artçı depremler hala sürüyor ve kimse yeni, hele Türkiye gibi bir dev bir ülke ile genişleme istemiyor. Kamuoyu da karşı, iktidarları elinde tutanlardan önemli bir bölümü de...
İşte böylesine bir tıkanıklık yaşıyoruz.
Belki şu sıralarda, bu durum kimseleri rahatsız etmiyor olabilir. Ancak bir süre sonra, tıkanma kronikleşir ve normalleşir. Türkiye “hayat boyu aday” statüsüne kavuşur ki, sonrası gelmez.
Oysa önümüzde bir yol kavşağı var.
Avrupa Birliği, 2014 yılında 7 yıllık yeni bütçesini açıklayacak. Eğer bu bütçeye Türkiye eklenmez ve Türkiye’ye harcanacak paralar planlamaya alınmazsa, bunun anlamı, Türkiye’nin 2021’e kadar tam üye olarak kabul edilmeyeceğidir.
Yani önümüzde çok somut bir tarih var.
İşte bundan dolayı da, artık çığlık atma vaktinin geldiğine inananların başkaldırmaları ve seslerini duyurmaları gerekiyor.
Yankısı ne olursa olsun...
İktidarın bu uyarıları dikkate almayacağına ne kadar inanılırsa inanılsın, artık ayaklanma zamanıdır.
TOBB’un Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, geçen hafta bu ayaklanmayı başlattı.
İktisadi Kalkınma Vakfı ve Türkiye Avrupa Vakfı ile birlikte, ilk çığlığı attılar. Yaklaşık 100 sivil toplum kuruluşunu bir araya topladılar ve başkaldırının sinyalini verdiler.
“... Tıkanma noktasındayız... AB gündemden düşüyor... Oysa bu hedeften vazgeçilemez... Reform süreci bir an önce harekete geçirilmeli, yeni bir strateji saptanmalıdır... ” diye Ankara’ a seslendiler.
Sloganları çok hoştu: “...Gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünün...”
Aynı uyarı Avrupa’ ya da yollandı.
“...Avrupa verdiği sözleri tutmalı ve yaklaşımını değiştirmelidir... Avrupalı liderler, Türkiye’yi dışlayarak uğrayacakları zararı iyi değerlendirmeliler...”dediler.
Sivil Toplum Kuruşlarının başkaldırısı, bununla sınırlı kalırsa, bir işe yaramaz.
İktidar partisi, hele önümüzdeki seçimlerde istediği oranda bir oy çıkarır ve son derece rahat bir çoğunluk sağlarsa, onları yerinden kıpırdatmak zorlaşır.
Avrupa’nın sorunları da öylesine kolay kolay geçeceğe benzemiyor.
İşte bundan dolayı, seçimlerden sonra tam bir seferberlik gerekecektir .
Sadece Sivil Toplum Kuruluşlarının değil, başta özel sektör ve medya olmak üzere tüm kurum ve kuruluşların baş kaldırması ve Ankara’ nın kapısını çalması şarttır.
Bütün çabayı, Başmüzakereci olarak Egemen Bağış’a bırakır ve mekanizmaları harekete geçirme yükünü, tek başına onun omuzlarına yüklersek, sonuç alamayız.
Medya, üniversiteler, sivil toplum kuruluşlar, ve siyasi partiler, hep birlikte, 2000’li yıllarda olduğu gibi bir seferberlik ruhu ile ayaklanmaktan başka çare yok...
Paylaş