Mehmet Ali Birand

Yarın maça gideceğim ve bakın ne yapacağım

19 Kasım 2011
Galatasaray kendi evinde oynamadığı zaman, karşı tarafın stadındaki derbi maçlarına gitmekten hoşlanmam. Her defasında garip konuşmalar, hatta sinir bozacak jestlerle karşılaşırım. Beşiktaş seyircisi hariçtir. Bundan dolayı yarınki maça gönül rahatlığı ile gideceğim ve...

Pazar günü maça gideceğim..

İnönü Stadı'na

Beşiktaş-Galatasaray maçına..

Kat kat giyineceğim..

Cebimdeki bozuk paraları tümleyeceğim..

''Çarşı''dan geçersem ''Çarşı''da,

Geçmezsem stadın orada,

Üstümdeki fazla kazağı, atkıyı, bereyi

Yazının Devamını Oku

Van depreminde herkes haklı

18 Kasım 2011
Sizce, Van Depremi’nde yaşanan sorunlar konusunda kimin şikayetleri daha haklı? Acaba halk şikayetlerinde gerçekten haklı mı, yoksa abartılıyor mu? Peki, hükümet ile ilgili şikayetlerin haklılık payı ne? Bu soruların yanıtlarını araştırmaya başladığınız zaman, bir bakıyorsunuz ki herkes haklı. Asıl sorumlu ise, kimselerin bakmadığı bir yerde hala bizleri seyrediyor.

Van depremiyle ilgili olarak şikayetler bitmiyor.     

İhtiyaçların zamanında karşılanamamasından başlayıp, koordinasyon eksikliğinden tutun, hükümetin yeterli refleksi gösteremediğine kadar giden şikayetlerin hepsi doğru.           

Çadır gerekiyor dendi. Gecikmesine rağmen sonunda çadırlar geldi. Ancak bu defa kar bastırdı. Dağıtılan çadırlarda barınma sorunu başladı. Deprem sonrasında karın bastırması, insanların günlük yaşamlarını daha da zorlaştırdı. Bürokrasi bir türlü organize olamadı. Belediye ile Vilayet arasındaki çekişme, işleri daha zorlaştırdı. Sonunda halk Van'dan göç etmeye yöneldi. Şikayetlerin sonu gelmedi. Hala da sürüyor. Hangi TV kanalını açsanız, ağlayan, içini döken insanlarla karşılaşıyorsunuz. 

Sorarım sizlere: Bu şikayetler haklı değil mi? 

Hepsi haklı. Sorarım sizlere: Böyle bir felaket ile karşı karşıya kalan ve çaresizlik içinde kıvranan bu insanlar şikayet etmeyecekler de ne yapacaklar?           

Peki, bu şikayetlerin sorumlusu kim? Hükümet değil mi?           

Amma gelin görün ki hükümet de eleştirilerden şikayetçi. Ellerinden geleni yapmalarına rağmen, bir türlü kimseye yaranamadıklarını söylüyorlar. Gerçekten de depremin ilk gününden itibaren, Başbakan ve bakanları Van'a adeta kamp kurdular. Belki ilk günlerde biraz geç kalındı, ancak devletin elindeki imkanların tümü seferber edildi. Yetmedi, Türkiye'nin deprem bölgesine yardım etmesi için kampanya açtırdılar. Türk toplumu da şimdiye kadar az görülmüş şekilde harekete geçti. Yardım yağdırıldı.           

Peki kim haklı?           

Yazının Devamını Oku

Hiddink’i kovaladık ancak ayıptan kurtulamadık

17 Kasım 2011
Son günlerde Milli Takım Teknik Direktörü Hiddink hakkında yazılıp söylenenlere, hiçbir birinci lig ülkesinde rastlayamazsınız. Bu ancak bizim gibi “Şarklı” ülkelerde görülebilir. Başarısızlığın bütün faturasını adamın üstüne yıktığımız gibi, yetmedi, günlerce aldığı paranın dedikodusunu yaptık. Tamam, sonunda başardık. Hiddink gitti. Peki bizler ayıbımızdan kurtulabildik mi?

Ekonomimiz ne kadar gelişmiş olursa olsun, bölgede lafı dinlenen ülke konumuna girdiğimizi ne kadar tekrar edersek edelim, bir an geliyor ve “Şarklılığımız” hemen ortaya çıkıveriyor.
 
Milli Takım Teknik Direktörü  Hiddink konusunda yaşadıklarımız bunun en son örneğidir.
 
Her başarısız teknik direktör işini kaybeder, kabul ediyorum. Ancak bizdeki kadar seviyesizce işine son verilmez. Özellikle de medya tarafından linç edilmez.

Toplum olarak başarısızlığımızın tüm faturasını hocaya çıkardık.

Sanki futbolcuların hiç hatası yokmuş, onlar birer yıldız gibi parlamışlar da  Hiddink onlara yanlış taktik verdiği için oynayamamışlar gibi bir hava estiriliyor. Futbolcular konusunda kimseler ağzını açmıyor. Biri seyirciyle kavga eder, öbürü oyundan alındığı için küfür eder, başkası oynamak istemediğini açıkça belli eder. Onlara dokunulmuyor, vur abalıya  Hiddink dövülüyor.

Bu topraklardan çıkarabildiğimiz futbolcu bu kadar… Sanki daha fazlası vardı da  Hiddink mi göremedi?

Yazının Devamını Oku

Arap dünyası kanlı bir iç hesaplaşmadam korkuyor

16 Kasım 2011
Bu yazıyı Dubai’ den yazıyorum. Sünni Arapların kalbi bir bakıma burada atıyor. Dikkat ettim, şu sıralarda en rahatsız oldukları konu İran ve Suriye’deki gelişmelerle ilgili. Karşılıklı cepheleşme giderek yoğunlaşıyor. Bir yanda İran- Suriye ve onların küçük müttefikleri sayılan Hizbullah ile Hamas, öte yanda Körfez ülkeleri, Suudi Arabistan, Mısır ve diğerleri. Arada Türkiye var.

Bu yazıyı, Maldivler dönüşü uğradığım Dubai’den yazıyorum.

Gazeteleri önüme açınca, durum çok daha netleşti. Uzaktan seyrederken aynı izlenimi alamıyorsunuz. Ne zaman ki “Körfez gazetelerini” okuyorsunuz, o zaman durumun vahameti daha iyi anlaşılıyor.

Sünni Arap dünyası kaygı içinde. İran’ ın nükleer bomba yapma yolunda attığı adımlar, buralarda uzun süredir açık bir Şii tehdit olarak görülüyor. Şu sıralarda Washington’un kışkırtmasıyla kaygılar daha da artıyor.

İki cephe kurulmuş durumda.

Şii ( İran-Suriye-Hizbullah-Hamas ) cephesi ve Sünnilerin  (Suudi Arabistan-Mısır-Körfez Ülkeleri-Filistin-Ürdün) cephesi.

İran’ ın nükleer bir güç konumuna gelmesi, Sunnileri fena halde korkutuyor. İşte bu korku da ABD’nin işine yarıyor.  Washington şu sıralarda hem bu zincirin en zayıf halkası sayılan Suriye’deki iktidarı değiştirmeye çalışıyor hem de Sünnileri İran’a karşı silahlandırıyor. Suriye rejimi değişirse, Hizbullah-Hamas bağlantısı daha kolay kırılacak. Bu şekilde de tek taşla iki kuş vurulacak. Bir yandan İran yalnız bırakılacak. Vurulması kolaylaşacak. Sünniler rahata kavuşacak, öte yandan da İsrail üzerindeki baskı azalacak. Ancak gelin görün ki ABD’nin bölgedeki inanırlığı en alt seviyelere inmiş durumda. Irak’tan çekilmesi dahi Washington’u kurtaramıyor. Irak’ı eskiye oranla daha da berbat bir durumda bıraktığı apaçık ortada. Buna rağmen, ABD’nin yerini doldurabilecek başkaca bir güç de yok.

Son gelişmeler, Suriye lideri Esad’ın Arap dünyasında giderek köşeye sıkıştırıldığını gösteriyor. Ancak hala yerine kimin geleceği konusunda kimsenin kesin bir fikri yok. Eğer Esad sıkı bir “U dönüşü” yapamazsa, durumu önümüzdeki aylarda daha da zorlaşacak.

TÜRKİYE’ NİN “SERT GÜCÜ” (Askeri ve ekonomik) YETERLİ DEĞİL…

Yazının Devamını Oku

Başka bir dünyaya gittim ve bakın neler gördüm…

15 Kasım 2011
Bayram tatilinde binlerce kilometre uzaklara gittim. Birkaç ay öncesine kadar tüm ailemle birlikte böyle bir seyahati yapabileceğimi hiç tahmin etmiyordum. Çocukluğumdan beri rastlamadığım eski dost kertenkelelerle karşılaştım. Denize daldım. Köpekbalıklarını gözledim ve sizlerle paylaşmak istedim. Bugün yine günlük yaşamıma dönmüş olacağım. Tedaviler, birbirini yiyen insanlar, kazalar ve cinayetler.

BU SEYAHATİ YAPACAĞIMI TAHMİN ETMİYORDUM… 
Fazla değil bu haziran ayındaki ameliyatımdan sonra bir daha ailemle uzun bir seyahat yapamayacağımı düşünmüştüm. İnsanoğlu zayıf düştü mü dünyaya bambaşka bakıyor. Hiçbir şeyin anlamı kalmadığına hükmediyor. Sonra, güçlendikçe diriliyor, eski günlere dönüyor. Ancak yine de herşeyi farklı görüyor.
 
Bende de aynen öyle oldu.
 
Ameliyat ve tedaviler sonrasında ayağa kalkıp güçlenince ilk işim, o “yapamayacağımı sandığım” seyahati gerçekleştirmek oldu.
 

Yazının Devamını Oku

Barzani: PKK'yı Kandil’den çıkaramayız

5 Kasım 2011
Dün sabah Mesud Barzani ile çok açık bir görüşme yaptık. cümlelerini gevelemeden, hiçbir şey saklamadan konuştu. En çok üstünde durduğu üç nokta vardı. 1) Türkiye bizim için çok önemlidir. 2) Ne PKK ne de Türkiye, bu sorunu silahla çözemez. 3) Biz hiçbir askeri işbirliğinde rol alamayız.

Irak Kürdistan’ı lideri Mesud Barzani ile dün sabah uzun bir konuşma yaptık. Her zaman olduğu gibi, direkt konuştu. Bundan yıllar önce ne diyorsa, aynı tutumunu sürdürdü. Neleri yapabileceğini ve neleri yapamayacağını çok açık şekilde anlattı. Türkiye'de bazı çevreler,  Barzani'ye güvenilemeyeceğini söyler. Oysa Kürt Lider şimdiye kadar ne demişse, arkasında durmuştur .
 
Barzani ' nin son derece önemli mesajları vardı :

 1) Benim için en önemli unsur, Kürt-Türk dostluğunun zedelenmemesidir. Artık yeni bir dönem başlamıştır ve bu dostluk bozulmamalıdır. Oysa PKK, asker ve polis öldürerek bu dostluğu zedeliyor.
 2) Bu sorun silahla çözülemez. Ne Türkiye ne de PKK silahla bir yere varamaz. Ben de buraya askeri operasyonların bırakılmasını istemeye geldim.
 3) Biz herhangi bir askeri operasyona katılamayız.
 

Yazının Devamını Oku

Haber için, anamızı satar mıyız?

4 Kasım 2011
Eski Genelkurmay Başkanı Koşaner’in internete düşen konuşmasını okuduğumdan beri bu soru beni hep düşündürüyor. Bu konuda medya eskiden ikiye ayrılırdı. Bir kesimi askeri destekler, hatta açık-gizli işbirliği yapar, diğer bir kesimi de korku içinde sessiz kalır veya uzaktan izlemekle yetinirdi.

Eski Genelkurmay Başkanı Koşaner’in internete düşen konuşmasını okuduğumdan beri bu soru beni hep düşündürüyor.

           

Bu konuda medya eskiden ikiye ayrılırdı.

           

Bir kesimi askeri destekler, hatta açık-gizli işbirliği yapar, diğer bir kesimi de korku içinde sessiz kalır veya uzaktan izlemekle yetinirdi.

           

Gazetecilerin genelde asker ve sivil iktidarlarla ilişkileri ve bu kesimde bıraktığı izlenim de giderek değişiyor.

           

Yazının Devamını Oku

Ankara Esad konusunda yanılgı içine düşüyor…

3 Kasım 2011
Ankara, Suriye konusundaki değerlendirmelerinde yanılgıya düştüğünü yavaş yavaş görüyor. Türk dış politikasını yönetenler, Beşar Esad'ı ve ona destek verenleri başlangıçta çok küçümsediler. Esad'ın birkaç demeçle yıkılıvereceğini sandılar. Washington ve Brüksel'in telkinlerine gereğinden fazla önem verdiler. Suriye lideri şu sıralarda duruma hakim. İçeriden de sıkı bir destek alıyor. Şimdi şu soruya yanıt bekliyorum: Esad'ı neden kendimize düşman etmeye çalışıyoruz?

Başından itibaren, Türkiye'nin Suriye politikasına akıl erdiremedim.

           

Bir zamanlar PKK'yı beslediğinden dolayı, Türkiye haklı olarak  neredeyse Suriye ile savaşa girecekti. 1998'de Öcalan'ı ülkelerinden çıkardılar. Baba öldü ve yerine oğlu  Beşar Esad geçti. Herşey değişti.

           

Hele 2003'ten itibaren, Ak Parti iktidarıyla birlikte, Esad ile Erdoğan yepyeni bir ilişki geliştirdiler. Türkiye açıkça Suriye'yi kucakladı.

           

Hatırlarsanız; vizeler kaldırıldı, ekonomik işbirliği inanılmaz rakamlara ulaştı, ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılır oldu. Bu şekilde adeta iki ülkenin kader birliğine gittiği yorumları çıktı.

           

Yazının Devamını Oku