Şike davası gibi gelişmelerin kamuoyuna yansıma şekli ve medyada çıkan özetler, ne yazık ki savcı tarafından suçlanan kişilere büyük haksızlıktır. Toplumun gözünde; ne olursa olsun, o kişilere ne kadar inanılır veya güvenilirse güvenilsin, hemen bir suçlama dalgası doğar. Böyle düşünmeyenlerin kafalarında dahi bir soru işareti doğar.
Bu durum sanık durumundakilerin kameraların önünde gözaltına alınmaları, kollarına girilerek, kafalarından tutularak polis arabasına sokulmalarına kadar tüm o görüntülerle başlar. Zaten bu görüntüler ilk damgayı yemelerine yeter. Sonrası ise işlerini kolaylaştırmayacak, daha da zorlaştıracaktır.
Herşeyden önce, iddianameyi avukatlar ve gazetecilerin dışında kimse okumaz. Herkes gazetelerden öğrenmeye çalışır.
İş asıl buradan sonra daha da zorlaşır.
Yanılıyor muyum bilmiyorum, ancak Başbakan evine çekildiğinden bu yana, Ak Parti’de bir başıboşluk hissediliyor. Belki de biz Erdoğan'ın herşeyi kontrolünde tutmasına alıştık. Yani bize öyle geliyor da olabilir.
Ne olursa olsun, toplumların algılaması önemlidir. Ak Parti'nin artık tek başına durabilecek bir konuma geldiği, liderin değişmesi durumunda dahi kendi başına politika üretebileceği söylenirdi. Oysa şimdi bakıyorum, Başbakan iki haftadır yok ve iki haftadır kabine toplantıları başta olmak üzere, bir çok buluşma yapılamıyor. Şike yasası hariç, hiçbir önemli karar da çıkmadı .
Benim izlenimim, Ak Parti'nin henüz tek başına politika üretecek ve Erdoğan olmadan da çarklarını döndürecek bir olgunluğa ulaşmadığı şeklinde. Farklı görüşleri bir potada eritip, final hedefi saptayacak bir karar mekanizması yok.
İşte bundan dolayıdır ki 2014'te köşke çıkış ve yerine kimin geçeceği tartışmaları şimdiden başladı. Kimse siyaset mühendisliği yapmıyor. Sadece siyasi gelişmelerin bizi nereye götüreceği hesaplanmaya çalışılıyor..
Ben Galatasaray Lisesi mezunuyum. Ve GS’yi tutuyorum. Hiçbir zaman da bu yanımı saklamadım. FB veya BJK’lileri kızdırmamaya çabalamadım. Fanatik olmadığım için zamanı glince kendi kulübümü de sert şekilde eleştiririm.
Çarşamba akşamki maçta keyiften dört köşe oldum. Uzun zamandır ilk defa müthiş bi GS izledim. Her maça yüreğimiz sıkışarak gider ve zorla galibiyetleri veya mağlubiyetleri içimiz kararak izlerdik. Hele her Fener maçı bir haber olurdu. Üç yıldır dayak yedik durduk.
Çarşamba geceki GS bambaşkaydı. Harika bir uyum, kazanma isteği ve fizik gücüyle karşımızda uzun zamandır özlediğimiz bir GS bulduk.
O gece özellikle iki kişi kazandı. İlki başkan seçildiğinden bu yana “Kulüp mafyası”ndan olmadığı için hep kuşkulu bakılan Ünal Aysal idi. Rüştünü ispat etti. Hem yeni kurduğu takım hem de staddaki inanılmaz disiplinle kulübü başarıyla yönettiğini gösterdi. Başkanlık koltuğuna oturdu.
Diğeri de Fatih Terim idi. 6-0’lık “Kanlı Pazar” yenilgisinin acısını önemli ölçüde çıkardı. Takımını oturtmaya başladığını gösterdi. “İmparatorluk” tahtını geri aldı.
Maçtan çıktıktan sonra ise kızdım. Neden bu tadı bize daha önce vermediler de süründürdüler diye fena halde sinirlendim. Ancak ne yaparsınız? Taraftar dediğiniz bu…
Haftalık tepki veya alkışlarla yasıyoruz.KRİZ VAR DİYE AB’DEN VAZGEÇİLMEZSadece bizde değil, uluslararası kamuoyunda da aynı hava esiyor.
Eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir. Son aylarda, kimi zaman üstü kapalı şekilde, kimi zaman açıkça bir sorundan söz ediliyor. Konu, Gülen Hareketi (kısaltılmış adıyla Cemaat) ile Ak Parti ilişkilerinde yaşanan gerilim.
Cemaat ile Ak Parti arasında herşeyin güllük gülistanlık olmadığı uzun zamandır bilinen bir gerçekti. Özellikle Başbakan'ın çıkışları (İsrail konusunda olduğu gibi), Fetullah Gülen'in farklı bakışı... Şu sıralarda da, iktidar partisinin özellikle demokratikleşme ve Avrupa Birliği’ne yaklaşımlarının bu gerilimi arttırdığı ileri sürülüyor. Son şike yasası da taraflar arasında görüş ayrılığı yaratıyor. Cemaat yasanın hafifletilmesinden yana değil. Cumhurbaşkanı Gül'ün yaklaşımı destekleniyor. Bu da Ak Partilileri sinirlendiriliyor.
Dışardan bakıldığında, ortada bir şey yokmuş gibi bir görüntü var. Ne Başbakan ne de Fetullah Gülen bu konularda konuşuyor, ancak onların adına sözcü gibi davrananlar arasındaki bu garip itişme giderek yaygınlaşıyor.
Tabii o zaman da şu soru gündeme geliyor :
Başbakan bu konuyu kimseyle paylaşmasa dahi, 2014’te Köşk’e çıkacağına herkes kesin gözüyle bakıyor.
Peki, yerine kim geçecek?
Ooo çok zaman var, demeyin.
Daha şimdiden hesaplar yapılmaya başladı. Taha Akyol, Başbakan’a yakın bir kaynağa dayandırarak Gül’ün adından söz edildiğini yazdı. Bu senaryo benim de bir süredir Cumhurbaşkanı’nın çevresinden aldığım duyumlarla örtüşüyor.
Cumhurbaşkanı da bu konuda ağzını açmıyor, ancak niyeti olmasa dahi yavaş yavaş Başbakanlığa sürükleniyor.
Bir süre öncesinde çevresi, Gül’ün siyasete dönmek istemediğinden söz ediyordu. Bir vakıf başkanı olmak istediği, Köşk’ten sonra günlük siyasetin yıpratıcı hayatına dönmeye pek sıcak bakmadığı konuşuluyordu.
Bugün ise, durum farklı.
Erdoğan Köşk’e çıkarsa partiyi kim toparlayacak?
Gündemimizi bir süre şike iddianamesi işgal edecek.
Aslına bakacak olursanız, işin içinde Aziz Yıldırım'ın adı karıştırılmamış olsaydı, olay bu kadar dallanıp budaklanmazdı. Zira futbolda şike uzun süredir bilinen, ancak parmak basılamayana bir konuydu. Düşünebiliyor musunuz? Karşı taraf oyuncularına "Teşvik primi" verilmesini son derece normal karşılayan bir sisteme sahibiz. Bu yasalarımıza göre suç değildi.
Peki “Teşvik primi” nedir?
Adı değiştirilmiş bir “Rüşvet” değil mi?
Basbayağı bir nevi “Şike” değil mi?
Bizler böyle büyüdük. Rüşvet- Şike- Teşvik Primi üçgeninde dolaşıp durduk. Hepimiz duyardık, ancak somut birşey bilmezdik. Hep "Oooo neler neler dönüyor kardeşim" lafları edilir ve iş orada kalırdı. Ne zaman ki yasa değiştirildi ve savcılar düğmeye bastılar, gerçeklerle karşı karşıya kalıverdik.
Aziz Yıldırım'ın dışında kalanlar hakkında kamuoyunun genel değerlendirmesi "Mutlaka birşeyler yapmışlardır" şeklinde. Aziz Yıldırım konusunda ise, ikiye bölünme var.
Bir kesim "Oyuna getirildi-Bu işin altında komplo var " diyor.
Bu yılın Ağustos ayında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tarihinde bir ilk yaşanmış ve Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanları hep birlikte istifa etmişlerdi. 2010 Ağustos’unda başlayan, sivil iktidarın askeri kontrolüne alma mücadelesi bu şekilde noktalanıyordu. Bu gelişmelerden sonra ilk defa gerçekleştirilen bir anket geçen hafta yayınlandı.
TUBİTAK 1001 Araştırma Projesi çevçevesinde gerçekleştirilen, Bilgi Üniversitesi’nden Yardımcı Doç. Dr. Yaprak Gürsoy ve Bilkent Üniversitesi’nden Yrd. Doç Dr. Zeki Sarıgül tarafından düzenlenen anketin saha araştırmasını KONDA yapmış. 27 İl, 106 İlçede rastgele yöntemle seçilmiş 154 mahalle ve köyde 2775 kişi ile yüzyüze görüşülerek tamamlanmış.
Anketin en çarpıcı sonuçlarını ben aşağıdaki gibi özetledim. Siz de okuyun ve kendi sonuçlarınızı çıkarın :
- Toplumun askere bakışı eskiye oranla değişiyor. Aynı zamanda, yanıtlardaki çelişkiler hala göze çarpıyor : TSK'ya güven duyuluyor, ancak siyasete karışmasını istemeyenlerin oranında gözle görülür bir artış var.
-
Cumhurbaşkanı Gül, toplumun vicdanına ters düşen “Şike Yasası”nı mutlaka geri göndermeli ve değişiklik istemeli. Kırgızistan'a giderken söyledikleri, hemen her kesimden alkış aldı. Nedeni de basit. Bu yasa kimsenin içine sinmiyor.
Aslında, adına "Şike Yasası " dedik, oysa son değişikliklerin büyük bölümü şike dışındaki konularda. Ancak yine de kamuoyunun kafasında “Şike” bölümü kaldı. Şamil Tayyar'ın ateşlediği ayaklanma da çok etkili oldu.
Başından beri anlayamadığım bir kaç önemli nokta var.
1 - Bu yasayı hazırlayanlar içine koydukları cezaların anormalliğinin hiç farkına varmadılar mı?
2-