Van depreminde herkes haklı

Sizce, Van Depremi’nde yaşanan sorunlar konusunda kimin şikayetleri daha haklı? Acaba halk şikayetlerinde gerçekten haklı mı, yoksa abartılıyor mu? Peki, hükümet ile ilgili şikayetlerin haklılık payı ne? Bu soruların yanıtlarını araştırmaya başladığınız zaman, bir bakıyorsunuz ki herkes haklı. Asıl sorumlu ise, kimselerin bakmadığı bir yerde hala bizleri seyrediyor.

Haberin Devamı

Van depremiyle ilgili olarak ÅŸikayetler bitmiyor.    Â

Ä°htiyaçların zamanında karşılanamamasından baÅŸlayıp, koordinasyon eksikliÄŸinden tutun, hükümetin yeterli refleksi gösteremediÄŸine kadar giden ÅŸikayetlerin hepsi doÄŸru.          Â

Çadır gerekiyor dendi. Gecikmesine rağmen sonunda çadırlar geldi. Ancak bu defa kar bastırdı. Dağıtılan çadırlarda barınma sorunu başladı. Deprem sonrasında karın bastırması, insanların günlük yaşamlarını daha da zorlaştırdı. Bürokrasi bir türlü organize olamadı. Belediye ile Vilayet arasındaki çekişme, işleri daha zorlaştırdı. Sonunda halk Van'dan göç etmeye yöneldi. Şikayetlerin sonu gelmedi. Hala da sürüyor. Hangi TV kanalını açsanız, ağlayan, içini döken insanlarla karşılaşıyorsunuz. 

Sorarım sizlere: Bu şikayetler haklı değil mi? 

Haberin Devamı

Hepsi haklı. Sorarım sizlere: Böyle bir felaket ile karşı karşıya kalan ve çaresizlik içinde kıvranan bu insanlar ÅŸikayet etmeyecekler de ne yapacaklar?          Â

Peki, bu ÅŸikayetlerin sorumlusu kim? Hükümet deÄŸil mi?          Â

Amma gelin görün ki hükümet de eleÅŸtirilerden ÅŸikayetçi. Ellerinden geleni yapmalarına raÄŸmen, bir türlü kimseye yaranamadıklarını söylüyorlar. Gerçekten de depremin ilk gününden itibaren, BaÅŸbakan ve bakanları Van'a adeta kamp kurdular. Belki ilk günlerde biraz geç kalındı, ancak devletin elindeki imkanların tümü seferber edildi. Yetmedi, Türkiye'nin deprem bölgesine yardım etmesi için kampanya açtırdılar. Türk toplumu da ÅŸimdiye kadar az görülmüş ÅŸekilde harekete geçti. Yardım yaÄŸdırıldı.          Â

Peki kim haklı?          Â

Aslına bakacak olursak, herkes haklı.          Â

Bugüne gelinmesinin gerçek sorumluluÄŸu ise hepimize ait.          Â

1999 Marmara Depremi’nden ders almayan ve deprem riski taşıyan yerleri dahi inÅŸaata açan belediyeler deÄŸil mi?          Â

Kimseye izin verilmeyen yerlere el atıp kamu binaları yapan bakanlıklar değil mi?

Aldığı veya yaptırdığı binaların depreme dayanıklı olup olmadığını kontrol ettirmeyen, içine girdikleri binaların kiriÅŸlerini kesen, binanın çatlaklarını bilmesine raÄŸmen yine de yerinden kıpırdamayan bizler deÄŸil miyiz?     Â

Haberin Devamı

AÄŸlamayı bırakalım.          Â

Bütün sorumluluÄŸu da tek bir kesime yüklemeyelim.          Â

İlk sorumlu, kişi olarak bizleriz. Ardından belediyeler, sonra hükümetler geliyor. Biz kendi hayatımıza sahip çıkmadığımız, gereken önlemleri almadığımız sürece başkalarını suçlamaya da hakkımız olamaz. Belediyeler görevlerini doğru dürüst yerine getirmek, hükümetler de bürokrasiyi koordine etmekle yükümlüdür.  

Sonuç : Tek sorumlu aramayalım.

*

TUTUKLU YARGILAMA İLE YARGISIZ İNFAZ AYNI ŞEY DEĞİL Mİ?

Biri, tutuklu yargılama... 

Ä°ddianamesi dahi hazırlanmadan kuÅŸku duyulan kiÅŸiyi evinden alıp hapse atıyorsunuz. Hangi konuda ve neden suçlandığını da söylemiyorsunuz. Ä°ddianamenin yazılması için bekleme süreci baÅŸlıyor. Kimi birkaç yıl bekletiliyor. Bu yıllar içinde de kiÅŸi tamamen karanlık içinde bırakılıyor.          Â

Haberin Devamı

Neden bunu yapıyorsunuz diye sorduÄŸunuzda ise hep aynı yanıtı alıyorsunuz: "Delilleri karartmamaları ve kaçmamaları için..." Oysa ne delil karartma ne de kaçma imkanı olmayan kiÅŸiler de aynı ÅŸekilde içeride tutuluyor.          Â

Yıllar sonra iddianame yazılıp mahkeme baÅŸlayınca, bu defa yeni bir maratona giriliyor. Belki de 5-6 yıl süren yargılamanın sonunda beraat dahi edilebiliyor.          Â

Türkiye'de haksız ÅŸekilde, hatta suçsuz olmalarına raÄŸmen yıllarca tutuklu kalan yüzlerce insan var. Bir süre sonra bu duruma herkes alışıyor ve onları unutuyor.           Â

Bu insanlarımızın kaybettikleri yılları kim geri verecek?          Â

Benim için, yargı sistemimizin bu yaklaşımı ile yargısız infaz arasında hiç fark yok. Bundan dolayı, bu büyük haksızlık bitene kadar mücadele etmek zorundayız. Zira unutmayın, bugün onlar içerdeler, yarın ben veya siz kendinizi orada bulabilirsiniz.

*

Haberin Devamı

ALMANYA  BU CÄ°NAYETLERÄ° MUTLAKA ÇÖZMELÄ°DÄ°R...          Â

Alman neo nazilerin cinayetleri giderek gün yüzüne çıkıyor.          Â

Çok uzun süredir sesleri çıkmıyordu. MeÄŸer son yıllarda, baÅŸta Türkler olmak üzere, yabancılara yönelik terör dalgasının temelinde bu guruplar yatıyormuÅŸ. Daha da önemlisi, Alman istihbarat servislerinin de bu olayların içinde rol aldıkları yolundaki kuÅŸkular giderek artıyor. Bire bir yönlendirmemiÅŸ olsalar dahi, bu gurupları himaye ettikleri hakkında giderek güçlenen iddialar var.          Â

Ne olursa olsun, Almanya'da ırkçılık üstü kapalı bir olgudur. Daima vardı ve hala da var. Ancak Almanya, aynı zamanda ciddi bir hukuk devletidir. Açık bir devlettir. Gizlisi yoktur. Böyle bir devletin suçluları görmezden geleceğini düşünemiyorum. Gerçek sorumluları mutlaka bulacaklardır. Eğer bu konuda soru işaretleri belirir ve olayların üstünün örtüldüğü izlenimi doğarsa, Berlin tüm inandırıcılığını kaybeder.

*

BABA-OĞUL İNÖNÜLERİN SEVGİSİ 

Haberin Devamı

Can Dündar, yine çok güzel bir işe imza attı. İsmet İnönü ile oğlu Erdal İnönü’nün üniversite yıllarındaki mektuplaşmalarını kitaplaştırdı. CAN yayınlarından çıkarılan kitap, sadece bir baba-oğul ilişkisini değil, bir dönemin aile bağlarını, karşılıklı saygı ve sevgiyi göstermesi açısından mutlaka okunması gerekenlerin başında geliyor. Türkiye’nin en güçlü adamının, oğluna yaklaşımı da inanılmaz derecede önemli. Hele, Türkiye’nin 1 nolu ailesinin, oğul Erdal ile parasal ilişkisi, bugün her siyasetçinin, her zengin babanın okuması gereken derslerle dolu. 

Can Dündar’ın akıl dolu seçimiyle, İnönülerin mektupları, bu ailenin derinliğini ve saygınlığını öğretiyor.

Yazarın Tüm Yazıları