Başbakan'ın deprem konusundaki açıklamalarını dinledikçe eminim sizler de "Bravo adama, bak nasıl doğruları söylüyor. Siyasetçi gibi davranmıyor. Dik duruyor " diyorsunuzdur.
Ben de her konuşmasını alkışlıyorum.
Çalan müteahhitleri yerden yere vurmasından tutun da bu adamlara göz yuman belediyelere, görevini yerine getirmeyen denetçilere kadar herkese ateş püskürüyor. Bizim kendi aramızda yaptığımız konuşmaların, gösterdiğimiz tepkilerin, Başbakan'ın da ağzından çıkması insanların hoşuna gidiyor.
Bununla da yetinmeyip "Oy versinler vermesinler, çürük binalar yıkılacak. " deyiverince, bu defa alkışlar daha da artıyor.
Hele ortada bir de verdiği sözleri tutan, aklına koyduğunu mutlaka yapan bir Başbakan imajı varsa, bir dönüm noktasına gelindiği hissi yayılıyor.
Buraya kadar çok iyi, çok hoş da bir de bundan sonrası var tabii...
Başbakan gerçekten söylediklerini yapabilecek mi? Yoksa o da bir süre sonra günlük yaşamın içinde, bütün bu sözlerini unutacak veya bürokrasi O'nu da çarklarının içine alıp eritmeyi başaracak mı?
Hürriyet Gazete’sinin dört yazarı bu hafta çok akıllı bir konuyu ele aldılar ve hepimizi konuşturdular.
Türkiye’nin en etkili 10 ismini seçtiler.
Dünya’nın neresinde olursa olsun, daima ilgi çeken bir konu. Biz de 8 kişilik bir arkadaş gurubu, birgün önce kendi aramızda aynı anketi yaptık. Pazar günü de, sonuçları Hürriyet’in 4 yazarınınkilerle karşılaştırdık .
İlginçtir, ilk 4-5 isimde tam bir mutabakat vardı.
Bence bu depremde en çok alkışlanacak en çok eller üstünde taşınacak olanlar, resmi veya özel kurtarma ekipleriydi. Belki hepsinin adını yazamayacağım ancak, (Jandarma-Sivil Savunma- Madenciler-Umke-İtfaiye-Polis-Akut ) hepsi göğsümü kabarttı.
Son derece modern aletlerle donatılmışlardı. Yüzlerce metre derinlikteki sesleri duyan mikrofonlardan, enkazın altına kadar inebilen kameralara, hepimizi hayret ettirdiler.
Son derece yetenekli elemanlardan oluşan ekipler işlerini son derece ciddi şekilde yaptılar. Ekranlara oynayan yoktu. Rol yapan hiç yoktu.
Onları gururla izledim.
Deprem bölgesinde geçirdiğim günlerde, fazla konuşulmayan, fazla üstüne gidilmeyen bir garipliği hissettim.
Ortada açıkça bir devlet- BDP çekişmesi var.
Devleti temsil edenler, yılların birikimiyle , BDP' ye ters bakıyorlar.
Belki tepedeki yetkililer değil. Örneğin, koordinasyonu yürütmekle sorumlu olan Vali Münir Karaloğlu ile konuştuğunuzda farklı bir yanıt alıyorsunuz. Ancak onun hemen alt kadrolarına indiğinizde durum değişiveriyor.
Dün de değinmiştim.
Vali "Koordinasyon merkezine gelmediler, bir defa bile uğramadılar. Davetiye mi çıkarmamız gerekir" derken, tüm teşkilatının işbirliğine hazır olduğuna dikkat çekiyordu. Ben Vali'nin içtenliğine inanabilirim de aynı şeyi konuştuğum diğer devlet temsilcileri için söyleyemem.
Kimseyi de suçlamak niyetinde değilim.
En küçüğünden yukarıya doğru devlet bürokrasisi ve güvenlik güçleri BDP' ye farklı bakıyorlar...Tepeden bakıyorlar... Bu şekilde koşullanmışlar. BDP' yi ülkeyi bölmek isteyen bir güç olarak gördüklerinden dolayı refleksleri hep aleyhte işliyor.
VAN-ERCİŞ
Van Depremi’ni yerinde izledim.
Halkın arasında dolaştım. Zaten beni gören hemen çığlık çığlığa "Bizim için birşeyler yap abi" diye bağırıyordu. Sormama bile gerek kalmadan dertlerini anlatıveriyorlardı.
İstekleri fazla da değil.
- Çadır.
Gördüklerime inanamadım. İlk defa olmuyordu ancak yine de inanamadım.
Yüzlerce insanın bir kamyonu yağmaladığını gördüm.
Kamyon şoförü kaçmaya çalışıyor, bırakmıyorlar. Üstüne atlıyorlar, içerdeki çadırları kapıyorlar. Dışarı çıkaramayınca, kamyonun tentelerini yırtıyorlar. Kimi tek başına, kimi ailece bu hücumu gerçekleştiriyor.
Ne polis ne asker başa çıkabiliyor.
Biri biterken diğeri geldi.
Çocuklarımızın acısı devam ederken , Van Depremi yaşandı.
Nefes alamadan, arka arkaya felaket haberleriyle sarsıldık.
Deprem, genelde Kürt kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı bölgeyi vurdu. Depremin ne kadar yıkıcı olduğunu, insanları ne denli sarstığını sadece yaşayan bilir. Bir anda dünyanız değişiverir. Elinizde avucunuzda olan herşeyi kaybedersiniz. Kiminin çocuğu, kiminin anası, babası ölür. Çaresizlik içinde kalıverirsiniz.
Perşembe günü Ankara’da önce Başbakan’ı dinledim. Muhalafetten şikayet etti. Medyadan da şikayetçiydi. Ancak muhalefete kızgındı.
“Neden yapıcı olamıyorlar, neden hep yıkıcı eleştiri yapıyorlar?” dedi.
BDP’yi silmiş gibi konuştu. Oysa kısa bir süre önce BDP ile diyaloğa önem verdiğini söylemişti.
Asıl işaret ettiği veya işbirliğine önem verdiği parti CHP idi. CHP’yi birlikte adım atabileceği bir parti gibi gördüğü, ancak Kılıçdaroğlu’nun tutumuna alışamadığı açıkça anlaşılıyordu.
Başbakan’dan sonra bu haftanın 32. GÜN konuğu olan Kılıçdaroğlu’nun yanına gittim. “Neden işbirliği yapmıyorsunuz? Kürt sorunu partiler üstü, hepimizin sorunudur. Neden kapınızı açmıyorsunuz?” diye sordum.
Kılıçdaroğlu uzun uzun anlattı.
Dikkatimi çeken Başbakan elini uzatsa, CHP liderinin bu eli havada bırakmayacağı izlenimini vermesiydi. Aynı durum Erdoğan için de geçerli. Kılıçdaroğlu elini uzatsa, Başbakan onu da havada bırakmayacakmış gibi bir yaklaşımdaydı.
Peki neden olmuyor?