Paylaş
Ekonomimiz ne kadar gelişmiş olursa olsun, bölgede lafı dinlenen ülke konumuna girdiğimizi ne kadar tekrar edersek edelim, bir an geliyor ve “Şarklılığımız” hemen ortaya çıkıveriyor.
Milli Takım Teknik Direktörü Hiddink konusunda yaşadıklarımız bunun en son örneğidir.
Her başarısız teknik direktör işini kaybeder, kabul ediyorum. Ancak bizdeki kadar seviyesizce işine son verilmez. Özellikle de medya tarafından linç edilmez.
Toplum olarak başarısızlığımızın tüm faturasını hocaya çıkardık.
Sanki futbolcuların hiç hatası yokmuş, onlar birer yıldız gibi parlamışlar da Hiddink onlara yanlış taktik verdiği için oynayamamışlar gibi bir hava estiriliyor. Futbolcular konusunda kimseler ağzını açmıyor. Biri seyirciyle kavga eder, öbürü oyundan alındığı için küfür eder, başkası oynamak istemediğini açıkça belli eder. Onlara dokunulmuyor, vur abalıya Hiddink dövülüyor.
Bu topraklardan çıkarabildiğimiz futbolcu bu kadar… Sanki daha fazlası vardı da Hiddink mi göremedi?
Efendim, adam takımı motive edememiş. Birleşmiş Milletler gözlemcisi gibi, gelişmelere mesafeli durmuş.
Anlamadım…Bu kişi bir futbol adamı, psikolog değil. Ayrıca, herkes gibi, onun da bir yoğurdu yiyiş şekli var. Bence doğrusunu da yaptı. Tribünlere oynamadı, gerçek işinin gereğini yerine getirmeye çalıştı.
Hele son hafta gazete ve televizyonlarda Hiddink’in aldığı para hakkında yapılan tartışmalar ayıbın da ötesindeydi. İstenen sonuçlar alınmayınca, para konusu gündemin başına oturdu. “Kardeşim, adama bu kadar para veriyoruz , baksana aldığımız sonuca!” konuşmaları ekranları kapladı. Uygar, parasını hazmetmiş toplumların hiçbirinde böylesine bir kampanyaya rastlanamaz.
Sanki Hiddink zorla Türkiye’ye gelmiş, sanki, kendi ve ekibi için bu parayı zorla almış gibi bir havaya girdik. Oysa, adamı bayılıp ayılıp getiren biziz. Ruslarla olan kontratını zamanından önce iptal ettiren de biziz.
Hiddink durumu zaten görmüş olacak ki son maçtan önce veda etti.
Kibar davrandı. İstenmediği bir ortamda çalışamayacağını gördü ve şapkasını alıp gitti.
Sorunumuzu hallettik mi?
Oynayamadığımız futbol ve yetiştiremediğimiz futbolcu ayıbından kurtulduk mu?
Hiddink gittiğine göre, önümüzdeki dünya kupası ve Avrupa yarışlarını kazanacak mıyız?
*
VAN’DAKİ ASIL SORUN ACİZ BÜROKRASİDİR...
Van Depremi’nde yaşanan sahneler hiçbirimizi şaşırtmamalı. Hemen her depremde aynı gelişmeler yaşandı, aynı kargaşa ile karşı karşıya kalındı ve aynı eleştiriler yapıldı.
Van olayının iki talihsizliği oldu.
Biri, depremlerin ardı ardına gelmesiyle toplumdaki korkunun yaygınlaşması, diğeri de depremin kış aylarına rastlaması.
Aslında bunca şikayetin temelinde de bürokrasinin zavallılığı yatıyor. Kıpırdayamayan ehliyetsiz insanlardan oluşan bir bürokrasimiz var. Son derece basit şekilde çözülebilecek sorunları dahi karma karışık hale sokmakta bire bir, planlama ve koordinasyon acizi bir bürokrasi...
Siyasi kadrolar ellerinden geldiğince çabaladılar. Bürokrasinin çarklarını ancak bu kadar çevirebildiler. Devlet mentalitesi ancak bu kadarına izin veriyor.
*
“VİCDANİ RET” BİR AKP SÜPRİZİ OLDU...
Doğrusunu söylemek gerekirse hiç beklemiyordum. Ak Parti, tam anlamıyla bir süpriz yaptı. Öylesine bir süpriz ki çoğu kimse Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in açıklamasına pek inanmadı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) gözünü boyamak için böyle bir adım atıldığını, ortaya çıkacak olan taslağın hiçbir şeye benzemeyeceğini söyleyenler çoğunlukta...
Kim ne derse desin, bu adımın atılması dahi son derece önemlidir. Uygar ülkelerde temel insan haklarından biri sayılan “Vicdani Ret” militarist kafalara hiç uymaz, ancak artık kurtuluşu yokmuş gibi görünüyor. Eğer bu yönde bir adım atılmazsa, Türkiye, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından cezalandırılacak.
İktidar partisi AİHM’i oyalamaya kalkmadı. Partililerin önemli bir bölümünün hoşlanmayacağını bilmelerine rağmen, iktidar, cesaretle hareket etti. Tabii şimdi bir de yasanın içeriğini görmek gerekiyor. Eğer Savunma Bakanlığı şark kurnazlığı yapmayacakca, hükümet büyük bir tebriği hakedecek demektir.
*
ERDOĞAN BAYRAKTAR’A HAKSIZLIK OLUR...
Bazılarının eleştirdiği demeç verilirken ben de Van’daydım. Erdoğan Bayraktar gazetecilere “Yıkılmayan binalar güvenlidir, içeri girebilirsiniz” demedi. Sıvaları dökülmüş olanlardan korkulmaması gerektiğini söyledi ve bu nedenle evlerine giremeyenlere cesaret verdi. Buna karşılık, çatlak-yıkık görülen binalardan uzak durulması gerektiğini vurguladı.
Şimdi bakıyorum neredeyse ikinci depremin tüm sorumluluğu Bayraktar’a yüklenmek isteniyor. Çok haksızlık olur.
Paylaş