Paylaş
Eminim sizin de dikkatinizi çekmiştir.
Başbakanımız konuşmadığı, bürosuna kapanıp çalıştığı veya evinde dinlendiğinde manşetler boşa çıkıyor. Gündemsiz kalıyoruz. Boynu bükük, haber arar oluyoruz. Ne yazık ki tek başlarına muhalefet partileri de bu boşluğu dolduramıyorlar.
Ne zaman ki Başbakan evinden veya bürosundan çıkıp konuşmaya başlıyor, bir heyecan fırtınasıdır kopuveriyor. Toplum canlanıyor, elektrikleniyor, geriliyor. Manşetlerin boyu büyüyor, gazetelerin tirajları, TV haberlerinin reytinleri artıyor.
Program da genelde bellidir.
Her Salı Ak Parti gurup toplantısında başlar. Ertesi günlerde de artık şansa göre, ya bir açılış veya bir toplantıda devam eder.
Konuşmalarda fırça sırasını da artık biliyoruz.
Önce Kılıçdaroğlu ve CHP nasibini alır. Ancak bu fırça yavaş yavaş eğlenceye de dönüşmeye başladı. Başbakan esprili, alaylı bir söylemle hem kendi gülüyor hem de gurubunu neşelendiriyor. En ciddi suratlı Ak Partililer dahi, Başbakan CHP ile dalga geçmeye başlayınca gülücükler saçıyor, kahkahayı basıyorlar.
Balkonlardaki ziyaretçiler de hemen moral takviyesi yapıyorlar: “Türkiye seninle gurur duyuyor …”
İkinci sırada eleştirilere yanıt geliyor. Hükümetin açıkladığı bir politika veya yasa değişikliğine getirilen eleştirilere karşı hava değişiveriyor. Orada hem ses tonu yükseliyor hem de kelimeler sivrileşiyor.
Üçüncü sırada ise, genelde medya var.
Eğer zaman kalır ve gerekirse, başta Beşar Esad olmak üzere, İsrail’ den girilip Birleşmiş Milletler’den çıkana kadar bir dizi lider veya kurum sırasına ve boyutuna göre ağzınan payını alıyor.
Anlayacağınız, herkes fırçadan nasibini alıyor.
Ben Başbakanı çok yakından tanıdığımı iddia edemem. Bazı gezilerine katıldım, birkaç defa özel yemeğine davetli oldum. Basın toplantıları veya özel sohbetlerine tanıklık ettim. Görebildiğim kadarıyla esprili, yumuşak yaklaşımlı bir insan izlenimi veren bir lider. Ancak zaman zaman öyle konuşmaları oluyor, öyle tepkiler gösteriyor ki şaşırıp kalıyorum.
BAŞBAKAN NORMALDE YUMUŞAK BİR İNSAN, ANCAK İŞ SİYASETE GELİNCE DEĞİŞİVERİYOR . FIRÇASINDAN HERKES NASİBİNİ ALIYOR. NEDENİ SİZDE, BENDE GİZLİ.
Bir bakıyorsunuz, eleştiren bir yazarı veya haberi yerden yere vuruyor. Zamanı geliyor; iş çevrelerini azarlıyor, muhalefeti perişan ediyor. Oysa, o kişi veya guruplar ne kadar haksız olurlarsa olsunlar, kendi görüşlerini açıklamışlardır. “Siz öyle düşünebilirsiniz, ancak biz de böyle düşünüyoruz” deyip geçebileceği, hatta tümüyle görmezden gelebileceği eleştirileri dahi adeta büyük bir keyifle dövüyor.
Kasıp kavuruyor. İçini döküyor.
Kendi kendime hep sormuşumdur, acaba neden bu kadar kızıyor?
Gerçekten kızıyor mu, yoksa kızar gibi mi yapıyor?
Bence, bazı tepkileri gerçekten kızgınlık dolu. Böyle durumlarda etrafta dolaşmamak daha yararlı… Bazı tepkileri ise, kamuoyuna yönelik… “Bak hiçbir eleştiriyi yanıtsız bırakmıyor…Bak Obama’ya bile çaktı… Muhalefeti perişan etti…” dedirtebiliyor. Daha da önemlisi, kendi teşkilatı da bundan hoşlanıyor. Bizde siyasi kamuoyu nezaketmiş, efendilikmiş, böyle jestlerden pek hoşlanmıyor.
“Ağa, benim liderim vurdu mu , ses getirmeli…” diyor.
Bu durum sadece Erdoğan’a özgü de değil. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli de aynı baskılarla karşı karşıya. Onlar da son derece kibar, terbiyeli ve yumuşak huylu liderler. Ancak teşkilatların, toplumun elinde giderek canavarlaşıyorlar.
Ne yapalım? Biz böyle siyasetten hoşlanıyoruz.
O zaman hiç değilse şikayet etmeyelim…
*
AİHM KARARLARINI DAHİ DOĞRU DÜRÜST UYGULAMIYORUZ…
Uluslararası anlaşmaları imzalamakta üstümüze yoktur… Hem de büyük nutuklar atarak, “Bu imza ile Türkiyemiz önemli bir sıçrama yapmış ve batı dünyasında hakkettiği yeri almıştır…” diyerek imzalamış ve sözler vermişizdir.
Hani yardım gecelerinde tozu dumana sokup para vaat eden veya tablo satın aldığı söyleyip sonradan vaz geçen hayırseverlerimiz var ya, devletimiz de onlara benziyor. İmzaları atıyor, ardından yok oluyor.
Bulabilirsen bul…
Bu kepazeliği de üstelik, hukuk alanında yapıyoruz.
Şu rakamlara bakın, anlayacaksınız:
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2O12 başı itibariyle, Türkiye’ye rekor düzeyde 2404 ceza verdi. Bu sayede, ülkemiz Avrupa’da birinci sırada. Yani, Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni imzalamış, bunu aynen uygulayacağına söz vermiş, yetmemiş bir de AİHM’nin vereceği kararları da aynen uygulamayı kabul etmiş.
Ancak gelin görün ki, Türk yargıçları İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı düşen 2404 karar almışlar ve AİHM de bundan dolayı devleti cezalandırılmış. Mağdurlara tazminat ödenmesini veya kararın değiştirilmesini istemiş.
Türkiye ne yapmış?
İmzalarını, verdiği sözleri unutup, yüzde 75’ini görmezden gelmiş.
1773’ünü uygulamamış.
Hani yasalarımızı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, daha da önemlisi AİHM kararlarına göre düzeleyecek, uluslararası kararların önceliğini kabul edecektik?
Diyorum ya, sahte hayırseverler gibiyiz…
Adalet Bakanımız Sadullah Ergin Ankara’da dün aynı konuda yapılan toplantıda “Türkiye’yi insan hakları şampiyonu yapacağız” dedi. Doğrusu bizde bu işin nasıl olacağını merak ediyoruz.
Paylaş