Dünyada sudan sonra en fazla tüketilen içecek olan çay, çok eski çağlarda Uzak Doğu ülkelerinde kullanılan bir içecek iken zamanla Avrupa, Amerika ve diğer ülkelerde de yayılmıştır. “Thea sinensis” veya “Camalia sinensis” adlarındaki çay bitkilerinin yapraklarının fabrikalarda işlenmesi ile elde edilen çayın kalitesi, bitkinin türüne ve yetiştirilmesine göre değişiklik gösterir. Çay, flavonoidler bakımından zengin olması sebebiyle koroner kalp hastalıkları, inme, kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon ve çeşitli kanser türleri başta olmak üzere birçok hastalığa karşı koruyucu etkiler içerir. Bilimsel çalışmalar, siyah ve yeşil çayda bulunan etken maddelerin hastalıklara karşı korumada benzer etkiler gösterdiğini belirtir.
Çayın, suya geçebilen alkaloid, kafein, tanen pigmentleri ve aromatik esanslarından yararlanılılır. Çay, sıcak su içinde demlenirken bu öğeler suya geçer. Demlenme süresine göre suya geçme oranı değişir, renk koyulaşır ve tadı acılaşır. Yeşil çay, yaprakların fermantasyon sürecinden geçirilmeden elde edilir, kurutulup tüketime sunulur. Yeşil çay, siyah çaya nazaran daha az işlemden geçtiği için antioksidanlardan yana biraz daha zengindir. Siyah çayda ise yapraklar toplandıktan sonra fermente edilir, daha sonra karartılıp lezzetleri keskinleştirilir. Fermantasyon işlemi esnasında sağlığa yararlı olan flavonoidler belki bir miktar azalır ama bu işlem siyah çayı daha keyifli bir içecek haline getirir.
Yapılan çalışmalarda, egzersizden önce içilen bir fincan yeşil ya da siyah çayın yaklaşık 30 dakika içinde kandaki flavonoid antioksidan seviyesini artırdığı ve bu durumun hücreleri egzersiz sırasında üretilen serbest radikallere karşı koruduğu belirtilmektedir.
Çayda bulunan kafein ve tanenler vücutta demir mineralini bağlayarak demir eksikliği anemisine (kansızlığa) yol açabilir. Bu nedenle özellikle kansızlık şikayeti olanlara öğünlerden yaklaşık 30 - 45 dakika önce veya sonra çay içmeleri önerilir. Öte yandan C vitamini demir mineralinin emilimini olumlu yönde etkiler. O nedenle kahvaltıda veya hemen yemek sonrası çay içilecekse açık ve limonlu olmasına özen gösterilmelidir.
Kafeinli içeceklerin, kafeinin idrar söktürücü etkisinden ötürü iyi bir sıvı kaynağı olmadığı; çay, kahve ve gazlı içecekleri idrar söktürücü etkiler gösterdiklerinden suyun yerini tutmadığı gibi görüşler artık tarih oldu. O nedenle gün içerisine dağıtarak gönül rahatlığı ile çayınızı yudumlayabilirsiniz. Yeşil çay, siyah çaya nazaran bir gömlek daha üstün görünse de aradaki farkı pek de büyütmemek gerekir. Bu yüzden rengine pek takılmamak lazım.
Kadınların büyük bir çoğunluğu regl olmadan birkaç gün önce aşırı yorgunluk, hassasiyet, sıkıntı, asabiyet, göğüs ağrıları, karın şişmesi, kabızlık, sivilce çıkması gibi rahatsız edici sorunlarla karşılaşırlar. Bütün bu belirtiler normaldir ancak, kısa bir süre için bile olsa kadınların hayatını altüst etmeye yeter.
Doğurganlık çağındaki kadınlarda her ay yaşanılan bu dönemlerde bazı değişiklikler oluşmaktadır. Bunlar:
Bu dönemde dikkat edilmesi gereken noktalar şöyle sıralanabilir:
Adet dönemi öncesi 1 hafta boyunca, metabolik hızda artış olmakta, bu nedenle günlük enerjiye ek olarak 200 kkal. ekstradan tüketilmelidir. Bu dönemde, vücutta su toplanması ve ağırlık artışına bağlı şişmanlık hissi nedeniyle enerjisi az diyet tüketimi yaygındır. Bu dönemde asla düşük enerjili bir diyet yapılmamalı, hatta ek enerji alınmalıdır.
Regl öncesi eğer idrar kesilme sorununuz varsa sofranızdan tuz ve tuzlu yiyecekleri kaldırmalısınız. Yemeklerinizi lezzetlendirmek için domates, biber, nane, maydanoz ya da dereotu kullanabilirsiniz.
Anne sütü, zamanında doğan, fetal depoları anneden yeterli oranda alan her yenidoğan bebeğin normal gelişmesine yetecek besin öğeleri gereksinmesinin tümünü karşılayan, ilk 6 ay tek başına yeterli olan yenidoğan ve süt çocukları için en uygun ve doğal bir besindir.
Bebekler özellikle doğumu takip eden ilk dönemlerde sık aralıklarla emmek isterler. Bu nedenle bebek her emmek istediğinde emzirilmelidir. Böylelikle memede süt yapımı artar ve süt birikimi sonucu sorunlar olmaz. Ayrıca bebek anne sütünden çok yararlanır. Uzun süre (5 - 30 dakika) emzirilmelidir. Bu durum süt tüketiminin yanında psikolojik etki yaratmaktadır. Ayrıca hasta ve yorgun bebek sık aralıklarla ve azar azar emmek ister.
Anne yeterli süt üretebileceğine inanmalıdır. Yeterli süt, emzirmeye bağlıdır. Bebek önce bir meme, doymazsa diğeri ile emzirilmelidir.Çalışan anneler için önceden sağılmış süt (8 saat oda sıcaklığında, 2 gün buzdolabında bozulmadan kalabilir) kaşıkla bebeğe verilebilir.
Anne sütü, zamanında doğan, fetal depoları anneden yeterli oranda alan her yenidoğan bebeğin normal gelişmesine yetecek besin öğeleri gereksinmesinin tümünü karşılayan, ilk 6 ay tek başına yeterli olan yenidoğan ve süt çocukları için en uygun ve doğal bir besindir.
Bebekler özellikle doğumu takip eden ilk dönemlerde sık aralıklarla emmek isterler. Bu nedenle bebek her emmek istediğinde emzirilmelidir. Böylelikle memede süt yapımı artar ve süt birikimi sonucu sorunlar olmaz. Ayrıca bebek anne sütünden çok yararlanır. Uzun süre (5 - 30 dakika) emzirilmelidir. Bu durum süt tüketiminin yanında psikolojik etki yaratmaktadır. Ayrıca hasta ve yorgun bebek sık aralıklarla ve azar azar emmek ister.
Anne yeterli süt üretebileceğine inanmalıdır. Yeterli süt, emzirmeye bağlıdır. Bebek önce bir meme, doymazsa diğeri ile emzirilmelidir.
Çalışan anneler için önceden sağılmış süt (8 saat oda sıcaklığında, 2 gün buzdolabında bozulmadan kalabilir) kaşıkla bebeğe verilebilir.
Bebeğin ağırlığındaki değişiklikler sürekli takip edilmelidir. Hazırlanan büyüme grafiğindeki noktalar birleştirildiğinde çizgi yukarı doğru gidiyorsa süt yeterlidir. Ağırlık kazanmada yavaşlama varsa veya bebek memeyi bırakmama gibi açlık belirtileri gösteriyorsa anne sütü yeterli gelmiyor olabilir. Bu denemeler yapılmadan 4. aydan önce sütü yeterli gelmiyor diye anneye ek besin vermesi önerilmemelidir!
Boğulma tehlikesi atlatmayan cankurtaran, nezarette yatmayan polis, yangının ortasında kalmayan itfaiye eri, ameliyat masasında yatmayan operatör doktor müdahale ettiği kişinin nasıl bir psikoloji içinde olduğunu tam anlamıyla kestiremez. Hayatının bir döneminde şişmanlık problemi yaşayan bir diyetisyen olarak pek çok çalışma alanımız varken, özellikle obezite alanını seçtiğimi belirtmek isterim. “Şişmanlar genelde mutludur” deseler de yalan. Bana göre şişmanlar genelde vurdumduymazdır.
Türk toplumunun önemli bir zaafı vardır: Trafikte, can kaybı ile sonuçlanmış bir kaza mahallinden geçerken ölümün ne kadar soğuk olduğunu hatırlar, üzerinden 2 dakika geçmeden aşırı süratle gitmeye devam ederiz. Hasta ziyareti sonrasında hiç vakit kaybetmeden bi’ sigara yakarız. Deprem gibi doğal afetlerden bir türlü ders çıkarmaz hayata kaldığımız yerden aynen devam ederiz. Ancak şu bir gerçek: Sağlığın şakası olmaz!
Özellikle Türkler “bana bir şey olmaz” düşüncesi ile hareket etmeyi seven bir toplum. Nasıl ki kalp krizi geçirmeden, akciğer kanseri olmadan sigarayı kolayca bırakamıyorsa; kalbi sıkışmadan, ambulansa binmeden, ölüm korkusunu hissetmeden zayıflama kararı alamıyor. Toplum olarak illa ki bir sorun ile karşılaşmayı bekliyor, öncesinde tedbir almıyoruz. Madem kalp krizinden bahsettik, biraz düşündürücü bir bilgi verelim: Erkeklerde kalp krizi görülme sıklığı kadınlardan çok daha fazladır (bu durumda kadınlar şanslı görünüyor). Erkekler çekirge misali; birincide uyarı almakta, ikinci krizde sarı kart, üçüncüde ise kırmızı kart görmekteler. Buna karşılık çevrenizde kalp krizi geçirmiş fazla kadın göremezsiniz. Muhtemelen mezardadırlar. Gerçekten de kadınlar pek fazla kalp krizi geçirmezler, ancak olası bir krizin tahrip gücü çok kuvvetli olmakta ve direkt kırmızı kart görmek misali genelde ölümle sonuçlanmaktadır (bu durumda erkekler şanslı görünüyor). Bu durumda siz karar verin: Hangi cinsiyet daha şanslı?
Sanırım erkeklerin kendilerine çekidüzen vermeleri için bir fırsatı olduğundan daha şanslı olduğu düşünülebilir. Ancak kalp krizi geçirildikten sonra yaşam şekli değişse de iç organlarda bir kere tahribat olmuş demektir. Asıl önemli olan; sağlık sorunu yaşamadan tedbir alabilmektir. Bazen kişi yeni kararlar almaya vakit bulamadan ölümü tadabilmektedir. Bu yüzden koruyucu sağlık hizmetleri sağlığın ve canlılığın sürdürülebilmesi konusunda en az tedavi edici sağlık hizmetleri kadar büyük önem taşır. O nedenle şişmanlığın tedavisinde her ne kadar eğitim, diyet tedavisi, fiziksel aktivitenin artırılması, yaşam tarzı değişikliği, ilaç tedavisi, cerrahi tedavi gibi konulardan bahsedilse de; en iyi tedavi hiç şişmanlamamaktır. Biraz olsun kemerler sıkmaya başladığında 1 - 2 seans da olsa diyetisyen desteği almakta yarar vardır. İlla ki sağlığı kaybetmeyi beklememek gerekir. Gerçi biz sağlık profesyonelleri ne kadar sağlığın veya beslenmenin önemini sizlere aktarmaya çalışsak da sizler bildiğinizi okumaya devam edeceksiniz. O yüzden makalenin başlığını “şişmanlar sakın okumasın!” diye seçtim ya (sözüm ilk paragrafta bahsettiğim vurdumduymaz şişmanlara). Okuyup, ardından da hiçbir çaba göstermeyecek olduktan sonra boşuna zaman kaybetmeyin diye…
Bir ilkbahar sabahı güneşin doğuşu ile uyanıyorsunuz. Birbiriyle cilveleşen kuş sesleri ve mis gibi kokan kır çiçeklerinin kokusu yatağınıza kadar uzanıyor. Güneşin pırıltısı gözlerinizi kamaştırıyor. Güne daha da zinde başlamak adına ılık bir duş almak istiyorsunuz. Tam şampuana elinizi uzatmışken kolunuzda küçük bir leke ile karşılaşıyorsunuz. Sabunlu suyla o lekeyi çıkarmaya kalkarken diğer kolunuzda daha önceden fark etmediğiniz bir, iki, hatta üç ufak ben gözünüze çarpıyor. Merak, yerini endişe ve paniğe bırakıyor. Apar topar banyodan çıkıyor, giyiniyor ve ana caddedeki hastanenin yolunu tutuyorsunuz. Aynı mahallede büyüdüğünüz cildiye uzmanı dostunuz, şüpheci bir tavırla “örnek alınıp patolojide incelenmesi gerekiyor” diyerek sizi daha da strese sokuyor. Sonucu beklemekten başka yapabileceğiniz hiçbir şey olmamasına rağmen içiniz içinizi yiyor ve “ya kötü bir sonuç çıkarsa” düşüncesi ile birkaç gece uykusuz kalıyorsunuz. Ardından arkadaşınız sizi telefonla arayarak çalıştığı hastaneye çağırıyor ve kötü haberi veriyor: Artık cilt kanserisiniz! Duyduklarınıza inanamıyor ya da inanmak istemiyorsunuz. O an dünya başınıza yıkılıyor. Kelimeler boğazınızda düğümleniyor ve dostunuza sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlıyorsunuz.
Hayat ne kadar boş değil mi? Bu senaryo kötü bir örnek olabilir. Ancak basit görünen kol kırılması bile o an için en acil durum haline gelir. İş yerinizdeki toplantıya yetişmeye çalışırken ayağınız takılıp biçimsiz bir şekilde yere düşseniz ve kolunuz kırılsa; en yakın hastaneye mi yetişmeye çalışırsınız, yoksa hiçbir şey olmamış gibi üstünüzü başınızı temizleyip kırık kolla toplantınıza mı gidersiniz? Pek çok insan, kendisine tanı konulmadığı sürece hastalıkların kendisini ilgilendirmediğini düşünür. Halbuki vücut yaşam boyu olumsuz etkenlerle mücadele eder. Henüz herhangi bir sorun yaşamamış olmak, ömür boyu o problemle hiç karşılaşılmayacağı anlamına gelmez. Kimse 1 günde kanser, diyabet, obezite vb kronik hastalığa yakalanmaz! Çiçekler de 1 günde kurumazlar. Sulamayı ertelemek ilk başta sorun yaratmaz. Ancak birkaç yaprağın kurumasını müteakip sulamayı ihmal edersek bir gün pek çok yaprağın sararmış, hatta dökülmüş olduğuna tanık olabiliriz.
Benzer durumlar hastalıklar için de geçerlidir. Genelde olumsuz bir tablonun ortaya çıkmasından önce tedbir alınabilecek uzun bir süreç yer almaktadır. Örnek olarak; insüline bağlı olmayan diyabet tanısı alan kişilerin yıllar öncesinde yaptırmış oldukları kan şekeri ölçüm sonuçlarından prediyabet tanısı çok rahatlıkla konulabilir ve diyabet oluşmadan önlenebilir. Duyarlı insanlar, yerine göre sadece birkaç hastalığın belirtisi olabilecek baş dönmesini bile “karşıdan karşıya geçerken veya araç kullanırken tekrarlaması durumunda ölüme dahi sebebiyet verebilir” düşüncesiyle önemser iken; duyarsız insanlar 50’den fazla hastalığa ve dolaylı olarak ölüme davetiye çıkaran obezite sorununu neden hafife alırlar? Hem de uyurken, kıyafet seçerken, ayakkabı bağlarken, yürürken, merdiven çıkarken, en ufak bir aktivite durumunda ter içinde kalırken, yaşattığı olumsuzluklarla kendini sürekli olarak hissettirirken ve hepsinden ziyade önlem alma olanağı varken; neden sağlığını sokakta bulmuş gibi davranır insan? Aslında cevabı çok basit: Obezite sinsi bir hastalık ve sigara gibi yavaşça öldürüyor.
Dilerseniz bu örneklerden sonra hala vurdumduymaz tavırlar sergilemeye devam edebilirsiniz, sonuçta hayat ve tercih sizin. Ancak eskiyen pantalonunuzu fırlatıp atıp, yenisi ile değiştirebildiğiniz gibi bedeninizi yenileyemeyeceğinizi bilmenizi ve size emanet olarak verilen vücudu daha sağlıklı ve verimli olarak kullanmanızı tavsiye ederim. Kaç sene yaşayacağını kimse bilemez. Keşke dememek ve son nefesi verdiğiniz anda yanınızda bulunanların da “keşke” demesine mani olmak sadece ve sadece sizin elinizde.
Şahsen, diyabet yani şeker hastalığı tanısı konulan danışanlarıma “Allah hastalığın bile en tatlısını vermiş size” diyerek moral veririm. Aslında bu durum beklenen yaşam süresini uzatmak ve yaşam kalitesini artırmak adına kişiye sunulan bir fırsat gibidir. Fakat dikkat edilmesi gereken 3 önemli nokta vardır: Sağlıklı beslenmek, kilo fazlalığı olsun veya olmasın egzersiz yapmak ve düzenli olarak doktor takibinde olup, önerilen bir ilaç varsa zamanında kullanmak. Kişi zaten bu ilkelere dikkat ederse daha uzun ve kaliteli bir yaşam sürdürür. Ancak dikkat edilmezse, biz sağlık profesyonellerini bile korkutur. Çünkü vücuttaki tüm damarları ve sinirleri tutarak en başta kalp - damar hastalıklarına, hipertansiyona ve kronik böbrek hastalıklarına zemin hazırlar. Diyabet, Avrupa’da 1 numaralı körlük sebebidir. Bacağını kaybedenlerin yarısı diyabetlidir… Kötü örnekleri daha da uzatmak mümkündür. Henüz vakit varken tedbir almak, hastalık tanısı konulmadan bir diyabetli gibi yaşam sürdürmek sağlık adına yapılacak en doğru adım olsa gerek.
1200 cc motor hacmi olan yaklaşık 1 ton ağırlığındaki arabanıza, her birinin vücut ağırlığı ortalama 100 kg olan 4 arkadaşınızla binip, klimayı açıp, bir de yokuş çıkmaya kalkarsanız ne olur? Düşünün ki, 70 kg iken size hayat veren kalp, ciğer, böbrek gibi organlarınız ile o yükü taşımaya çalışan eklemleriniz, 140 kg ağırlığa ulaştığınızda mevcut kapasitelerinin çok üzerine çıkarak sizi sırtlamaya çalışacaktır. Ancak bu özveriyi ne kadar sürdürebileceklerini ne siz tam olarak kestirebilirsiniz ne de doktorlar.
FAZLA KİLO EKLEMLERE ZARAR VERİYOR
Boğulma tehlikesi atlatmayan cankurtaran, nezarette yatmayan polis, yangının ortasında kalmayan itfaiye eri, ameliyat masasında yatmayan operatör doktor müdahale ettiği kişinin nasıl bir psikoloji içinde olduğunu tam anlamıyla kestiremez. Hayatının bir döneminde şişmanlık problemi yaşayan bir diyetisyen olarak pek çok çalışma alanımız varken, özellikle obezite alanını seçtiğimi belirtmek isterim. “Şişmanlar genelde mutludur” deseler de yalan. Bana göre şişmanlar genelde vurdumduymazdır.
Türk toplumunun önemli bir zaafı vardır: Trafikte, can kaybı ile sonuçlanmış bir kaza mahallinden geçerken ölümün ne kadar soğuk olduğunu hatırlar, üzerinden 2 dakika geçmeden aşırı süratle gitmeye devam ederiz. Hasta ziyareti sonrasında hiç vakit kaybetmeden bi’ sigara yakarız. Deprem gibi doğal afetlerden bir türlü ders çıkarmaz hayata kaldığımız yerden aynen devam ederiz. Ancak şu bir gerçek: Sağlığın şakası olmaz!
Özellikle Türkler “bana bir şey olmaz” düşüncesi ile hareket etmeyi seven bir toplum. Nasıl ki kalp krizi geçirmeden, akciğer kanseri olmadan sigarayı kolayca bırakamıyorsa; kalbi sıkışmadan, ambulansa binmeden, ölüm korkusunu hissetmeden zayıflama kararı alamıyor. Toplum olarak illa ki bir sorun ile karşılaşmayı bekliyor, öncesinde tedbir almıyoruz. Madem kalp krizinden bahsettik, biraz düşündürücü bir bilgi verelim: Erkeklerde kalp krizi görülme sıklığı kadınlardan çok daha fazladır (bu durumda kadınlar şanslı görünüyor). Erkekler çekirge misali; birincide uyarı almakta, ikinci krizde sarı kart, üçüncüde ise kırmızı kart görmekteler. Buna karşılık çevrenizde kalp krizi geçirmiş fazla kadın göremezsiniz. Muhtemelen mezardadırlar. Gerçekten de kadınlar pek fazla kalp krizi geçirmezler, ancak olası bir krizin tahrip gücü çok kuvvetli olmakta ve direkt kırmızı kart görmek misali genelde ölümle sonuçlanmaktadır (bu durumda erkekler şanslı görünüyor). Bu durumda siz karar verin: Hangi cinsiyet daha şanslı?
Sanırım erkeklerin kendilerine çekidüzen vermeleri için bir fırsatı olduğundan daha şanslı olduğu düşünülebilir. Ancak kalp krizi geçirildikten sonra yaşam şekli değişse de iç organlarda bir kere tahribat olmuş demektir. Asıl önemli olan; sağlık sorunu yaşamadan tedbir alabilmektir. Bazen kişi yeni kararlar almaya vakit bulamadan ölümü tadabilmektedir. Bu yüzden koruyucu sağlık hizmetleri sağlığın ve canlılığın sürdürülebilmesi konusunda en az tedavi edici sağlık hizmetleri kadar büyük önem taşır. O nedenle şişmanlığın tedavisinde her ne kadar eğitim, diyet tedavisi, fiziksel aktivitenin artırılması, yaşam tarzı değişikliği, ilaç tedavisi, cerrahi tedavi gibi konulardan bahsedilse de; en iyi tedavi hiç şişmanlamamaktır. Biraz olsun kemerler sıkmaya başladığında 1 - 2 seans da olsa diyetisyen desteği almakta yarar vardır. İlla ki sağlığı kaybetmeyi beklememek gerekir. Gerçi biz sağlık profesyonelleri ne kadar sağlığın veya beslenmenin önemini sizlere aktarmaya çalışsak da sizler bildiğinizi okumaya devam edeceksiniz. O yüzden makalenin başlığını “şişmanlar sakın okumasın!” diye seçtim ya (sözüm ilk paragrafta bahsettiğim vurdumduymaz şişmanlara). Okuyup, ardından da hiçbir çaba göstermeyecek olduktan sonra boşuna zaman kaybetmeyin diye…
Maden suları, sağlık için gerekli olan ve biyokimyasal görevleri ile önem taşıyan, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, kükürt ve klor başta olmak üzere demir, mangan, bakır, iyot, çinko, florür, krom, kadmiyum gibi mineralleri içerir.
Türkiye’de maden suyu tanıtımı yapılmadığı için tüketici bu ürünü kendi bulguları doğrultusunda, hazmı kolaylaştırıcı bir ürün olarak benimsemiş ve sadece yemeklerden sonra içmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Maden suları, içerdiği karbondioksit gazı sebebi ile hazmı kolaylaştırdığı gibi mide bulantısını da engeller. İçmenin yanı sıra dışarıdan cilde sürme yoluyla da cildi canlandırmada ve güzelleştirmede etkilidir.
Uzmanlar günde 2 litre kadar su ve maden suyu gibi “yararlı sıvı” içilmesini öneriyor. Her gün 1 - 2 su bardağı maden suyu içilmesi, günlük mineral ihtiyacının karşılanmasına katkıda bulunması adına son derece yararlıdır.
Maden suları içerdiği mineraller ve özellikle bikarbonat sayesinde sindirimi kolaylaştırıcı etki gösterir. Alkali yapılarından ötürü mide asitliğini nötralize eder ve dengeler. Böylelikle sindirim sistemine yararlı etkiler gösterir ve mideyi rahatlatır. Dolayısıyla zayıflama diyeti uygulayanlar için rahatlıkla önerilebilir. Sosyal aktivitelerde ve davetlerde hazır meyve suları, meşrubatlar veya alkollü içecekler yerine, enerji içermeyen en iyi seçenektir.
Beslenme, pek çok insan tarafından karın doyurmak, açlığı bastırmak, canın istediği besinleri tüketmek şeklinde tanımlanmaktadır. Halbuki vücudun ihtiyaç duyduğu enerji ve 50’ye yakın türde besin öğesinin, yeterli ve dengeli bir şekilde besinler yolu ile alınması gerekmektedir. Besinlerin içerdiği protein, vitamin ve mineral gibi besin öğeleri beslenmede büyük önem taşımaktadır. Diğer yandan beslenme sadece fizyolojik bir olay gibi algılanmamalı, bunun sosyolojik ve psikolojik bir boyutunun da olduğu unutulmamalıdır. Nasıl Türk insanı neşeden de kederden de içki içiyorsa, aynı şekilde bu gibi durumlar kişinin beslenmesine de yansımaktadır.
Kişinin öncelikli olarak bugün de yiyeyim, yarın başlarım psikolojisinden kurtulması gerekir. Daha kaç pazartesi geçecek? Bireyin yeterli, dengeli ve her şeyden önemlisi sağlıklı beslenme alışkanlığını yaşam biçimi haline getirmesi gerekir. Doğa insanlara meyveler, sebzeler, tahıllar vs sunmakta. İçlerine de iştah adında birer şeytan koymaktadır. Bunu baskılamanın en kolay yolu kan şekerinde dalgalanma yaratan rafine şeker tüketiminden kaçınmak, posalı (lifli) yiyecekler tüketmek, yavaş yemek, bol su içmek, düzenli egzersiz yapmak, gün içerisinde sık aralıklarla ve azar azar beslenmektir.
Posalı yiyeceklerin diyette artırılmasıyla, çiğneme ve dolayısıyla tükürük salgısının artışı, kolesistokinin hormonunun salgılanması ve besin alımının azalması söz konusu olmaktadır. Posa içeriği en yüksek besin grubu kuru fasulye, nohut, kuru barbunya, mercimek gibi kurubaklagillerdir. Bunları fındık, yerfıstığı, badem ve ceviz gibi yağlı tohumlar, kepeği ayrılmamış tahıl ürünleri, sebze ve meyveler izlemektedir. Soyulmadan yenilebilen sebze ve meyvelerin kabukları ile birlikte tüketilmesi önerilmektedir. Özellikle kan lipitleri yüksek olanlar, şeker hastalığı riski taşıyanlar, kabızlıktan yakınanlar, kilo problemi yaşayanlar ve iştahını baskılayamayanlar haftada 1 - 2 kere kurubaklagil yemeği, kepekli tahıl ürünleri (beyaz ekmek yerine esmer ekmek, pirinç yerine bulgur), bol sebze ve meyve tüketmelidir. Ancak posanın vücutta faydalı etkiler gösterebilmesi için, yanında mutlaka bol sıvı alınması gerekir. Böylelikle şeker, kolesterol ve tansiyonu dengeler, tokluk hissi verir, tuvalete çıkma sayısını ve miktarını artırarak kabızlığı, dolayısıyla kalın bağırsak kanserini önleyici etkiler gösterirler.
Rafine şeker içeren besinler kan şekerinde ani bir dalgalanmaya neden olurlar. Çok kısa sürede yükselen kan şekeri aynı hızda düşmeye başlar. Her çıkışın bir inişi vardır. İşin kötü tarafı; tatlı yenildikten bir süre sonra kan şekerinde aniden bir pik yaşanması tekrardan tatlı yeme isteği doğurur. Bu nedenle kimse bir parça tatlı yiyerek dur diyememektedir. Bu nedenle tatlı yenilecekse de iştahı baskılamak adına light olanların tüketimine önem verilmelidir.
Bu çayların vücuttaki suyun atılmasını hızlandırıcı etkileri mevcuttur. Dolayısıyla kullanımları ile birlikte vücuttan fazla miktarda su idrarla dışarı atılacak ve bu durum zayıflama şeklinde algılanacaktır. Ancak şişmanlık; vücutta bulunan yağ miktarındaki artışı tanımlamaktadır. Halbuki bu tür çaylar vücuttaki suyu kaybettirmektedir. Su içildiğinde tekrar eski kiloya geri ulaşılmaktadır. Ayrıca zayıflama amaçlı kullanılan bu idrar söktürücü çaylar veya otlar kabızlığa yol açmaktadır.
Yağ hücrelerinin yoğun olduğu yerleri genetik yapı belirler. Dengeli bir diyet ve spor ile sorunlu bölgeleri eritmek / inceltmek mümkündür. Yalnız diyet yaparak, alınan enerji miktarını çok fazla kısıtlayarak kilo verme çabası, bedenin incelmesinden ziyade, yüzün çökmesi ile sonuçlanmaktadır. Sabırlı olmak şart. Ancak sorunlu bölge vücudun yapısından kaynaklanıyor ise hiçbir zaman incecik olamamaktadır.
Sadece sebzelerle beslenmek, yeterince protein almamak vücuttaki kasların kısmen kaybına yol açar. Bu da metabolizma hızının düşmesine yani daha az enerji harcanmasına yol açar. Sonuçta aç kalınmasına rağmen kilo verilemez. Önerilen, farklı besin gruplarından çeşitlilik sağlayarak enerji açısından aşırıya kaçmadan beslenmek ve spor ile diyeti desteklemektir.
Dünya Sağlık Örgütü haftalık ağırlık kaybının 0,5 - 1 kg arasında olması gerektiğini vurgulamaktadır. Eğer ki birey ağır derecede şişman ise veya obeziteye bağlı birtakım komplikasyonlar söz konusu ise; kontrollü olarak haftada 1,5 kg ağırlık kaybını uygun görmektedir. Ayda 6 kg üzerindeki ağırlık kaybı metabolik olarak birtakım sağlık sorunlarını da beraberinde getirmektedir. 20 senede alınan kilolar 20 günde verilmeye çalışılmamalıdır.
Yumurta kolesterolünün yüksek olması ile dikkati çeker. Öte yandan yumurta düşük oranda doymuş, yüksek oranda doymamış yağ asitleri içerir. Bununla birlikte içermiş olduğu protein örnek protein olarak tanımlanır. Yani anne sütündeki proteine eşdeğerdir. Tamamı vücut proteinlerine dönüşebilmektedir. O nedenle özellikle büyüme ve gelişme çağındaki bireylerde oldukça önemli bir besin öğesidir.
Bunun yanında, sarısında lesitin adında bir madde bulunmaktadır ki, sanılanın aksine kan kolesterolünü o kadar da yükseltmemektedir. Bu nedenlerle sağlıklı bireyler eğer arzu ederse günde 1 adet yumurta yiyebilirler. Eğer ki şeker hastalığı, kolesterol veya tansiyon yüksekliği, karaciğer yağlanması veya safra kesesi problemi olanların ise yumurtayı farklı günlerde olmak koşulu ile haftada en çok 3 adet tüketmeleri önerilmektedir. Tabi pişirme ilkeleri de büyük önem taşımaktadır. Kıymalı, pastırmalı, sucuklu, tereyağlı veya katı margarinli olarak pişirmemek gerekir. Önerilen haşlama, menemen veya çılbır şeklinde (yağsız) pişirilmesidir.
Terleme ile birlikte sadece su kaybedilir. Su içildiğinde kaybedilen su tekrar geri alınır. Ağırlıkta bir değişiklik olmaz. Zaten şişmanlık, vücut yağ miktarının artışı olarak tanımlanmaktadır. Ağırlıktaki her azalma zayıflama olarak algılanmamalıdır. Önemli olan vücut yağ miktarının azalmasıdır, su veya kas miktarının değil. O nedenle sauna zayıflatmaz.
Bu tür ilaçların ishal, gaz, karın ağrısı, vitamin eksikliği, kabızlık, uykusuzluk, ağız kuruluğu, yüksek tansiyon gibi yan etkileri mevcuttur. Zamanında piyasadan kaldırılan bazı ilaçların bağımlılık, katarakt, ölüm gibi sonuçlara yol açtığını bilinmektedir. İlaç tedavisinin aşırı şişmanlarda, ilgili uzman doktor ve diyetisyen kontrolünde kullanılması gerektiğini unutmamak gerekir. İlaç tedavisinin yararlı olması için mutlaka, kişiye özel bir diyetle birlikte kullanılması, yapılan hatalı davranışların yerine doğru beslenme alışkanlıkların kazandırılması gerekmektedir. Aksi takdirde ilaçlar kullanıldığı sürece etkindir ve ilacın kesilmesiyle birlikte kaybedilen ağırlığın hızla geri gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Yapay tatlandırıcılar ilk olarak 1900’lü yılların başında ortaya çıkmış, 1940’lardan beri tüm dünyada hem şeker hastaları hem de sağlığına özen gösterenler tarafından yoğun olarak kullanılmaktadırlar. Günümüzde en fazla kullanılan yapay tatlandırıcılardan biri olan aspartam üzerinde 200’ü aşkın bilimsel çalışma yapılmış, yüksek dozlarda kullanımında dahi zararlı bir etkiye sahip olmadığı görülmüştür. Aspartam kullanımı Dünya Sağlık Örgütü tarafından onaylanmıştır.
1970’lerde yapılan küçük çapta bir araştırmada sakarin içeren yapay tatlandırıcıların sıçanlarda mesane kanserine yol açtığı saptanmıştır. Ancak bunu izleyen çalışmaların hiçbirinde benzer bir etkiye rastlanmamıştır. Zaten bilim dünyasında hayvan modelinde karşılaşılan bir durum insanlarda da aynen gerçekleşir diye bir durum söz konusu değildir. Yıllardır yapılan çalışmalarda çok daha yüksek dozlarda insanlara verilen bu yapay tatlandırıcılarda benzer bir yan etkinin görülmemesi üzerine, bugün bizler danışanlarımıza Dünya Sağlık Örgütü’nün onay verdiği bu yapay tatlandırıcıları önermekte ve kullanımlarında bir sakınca görmemekteyiz. Bu şekilde bir kanının oluşmasında 20. yüzyılın sonlarına doğru bulunan aspartamın rolü büyüktür. Aspartam piyasada sakarinin önüne geçmiştir. Sonraları sakarinin aspartama çamur at izi kalsın mantığı ile misilleme olarak unutkanlık yaptığına dair demeçlerin verilmesi sonucu her 2 grup yapay tatlandırıcı da kötü olarak hafızalara kazınmıştır. Ancak tüm tatlandırıcılar gerek diyabetliler gerekse formuna dikkat edenler ve aileleri tarafından rahatlıkla kullanılabilirler. Formda kalmak, şekerin zararlı etkilerine maruz kalmamak ve ağız tadından vazgeçmemek için yapay tatlandırıcılar güvenle kullanılabilir.
Bu çayların vücuttaki suyun atılmasını hızlandırıcı etkileri mevcuttur. Dolayısıyla kullanımları ile birlikte vücuttan fazla miktarda su idrarla dışarı atılacak ve bu durum zayıflama şeklinde algılanacaktır. Ancak şişmanlık; vücutta bulunan yağ miktarındaki artışı tanımlamaktadır. Halbuki bu tür çaylar vücuttaki suyu kaybettirmektedir. Su içildiğinde tekrar eski kiloya geri ulaşılmaktadır. Ayrıca zayıflama amaçlı kullanılan bu idrar söktürücü çaylar veya otlar kabızlığa yol açmaktadır.
Yağ hücrelerinin yoğun olduğu yerleri genetik yapı belirler. Dengeli bir diyet ve spor ile sorunlu bölgeleri eritmek / inceltmek mümkündür. Yalnız diyet yaparak, alınan enerji miktarını çok fazla kısıtlayarak kilo verme çabası, bedenin incelmesinden ziyade, yüzün çökmesi ile sonuçlanmaktadır. Sabırlı olmak şart. Ancak sorunlu bölge vücudun yapısından kaynaklanıyor ise hiçbir zaman incecik olamamaktadır.
Sadece sebzelerle beslenmek, yeterince protein almamak vücuttaki kasların kısmen kaybına yol açar. Bu da metabolizma hızının düşmesine yani daha az enerji harcanmasına yol açar. Sonuçta aç kalınmasına rağmen kilo verilemez. Önerilen, farklı besin gruplarından çeşitlilik sağlayarak enerji açısından aşırıya kaçmadan beslenmek ve spor ile diyeti desteklemektir.
Bazı besinlerin karın doyurmanın yanında afrodizyak etkisi bulunduğunu belirten uzmanlar, ruhu ve libidoyu besleyen bazı sebze, meyve ve bitkilerin bulunduğunu bildirmektedir. Çin’de yapılan bir araştırmaya göre, afrodizyak etki yaratan ve cinsel istekleri artırmak için uzmanların tavsiye ettiği yiyecekler şöyle sıralanmaktadır:
Folat, karotenler, C vitamini ve potasyum dışında güçlü antioksidan etkinlik gösteren biyoaktif fitokimyasal bileşenlerden zengin olduklarından bazı kanser türleri ve diğer kronik hastalıklar için koruyucu etki göstermektedirler. Aynı zamanda vücudun cinsel aktivite potansiyelinin artması için de gereklidir. Daha etkili bir seks hayatı için bol A vitamini ile magnezyum içeren kayısıyı düzenli olarak tüketmek gerekmektedir.
Yapılan çalışmalara göre; içerdiği E vitamini sayesinde sperm miktarını ve cinsel organlara giden kan dolaşımını hızlandırarak seks dürtüsünü artıran çilek günde 2 kase yenildiğinde 1 hafta içinde afrodizyak etkisini göstermektedir. Temel yağ asitleri ve antioksidanlarıyla seks hormonlarının üretimini hızlandıran avokado, haftada 3 kez yenildiğinde etkisini 2 hafta içinde ortaya çıkarmakta, sperm miktarında önemli oranda artış sağlamaktadır.
Ayrıca muz, çilek, incir, şeftali, armut, hurma, üzüm, elma, greyfurt, karpuz, kivi ve ahududu da çok güçlü afrodizyak etkisi olan meyveler arasında kabul edilmektedir. Belirtilen meyvelerden hazırlanan meyve sularında da benzer etkilerin bulunduğu yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur.
Bazı besinlerin karın doyurmanın yanında afrodizyak etkisi bulunduğunu belirten uzmanlar, ruhu ve libidoyu besleyen bazı sebze, meyve ve bitkilerin bulunduğunu bildirmektedir. Çin’de yapılan bir araştırmaya göre, afrodizyak etki yaratan ve cinsel istekleri artırmak için uzmanların tavsiye ettiği yiyecekler şöyle sıralanmaktadır:
Folat, karotenler, C vitamini ve potasyum dışında güçlü antioksidan etkinlik gösteren biyoaktif fitokimyasal bileşenlerden zengin olduklarından bazı kanser türleri ve diğer kronik hastalıklar için koruyucu etki göstermektedirler. Aynı zamanda vücudun cinsel aktivite potansiyelinin artması için de gereklidir. Daha etkili bir seks hayatı için bol A vitamini ile magnezyum içeren kayısıyı düzenli olarak tüketmek gerekmektedir.