M. Turgay Köse

Lezzet düşkünleri

22 Mayıs 2017
Fast food mu slow food mu?

Lezzet, beslenme açısından tahmin edilenden daha da önemli bir konudur. Araştırmalara göre tüketicilerin bir yiyeceği diğerine tercih etme nedenleri arasında, lezzet bir numaralı sebep olarak zirveye yerleşmektedir. Sosyal, duygusal ve fiziksel kaynaklı pek çok karmaşık sebep, neden bazı besinlerin tercih edildiğini ortaya koymaktadır. Her durumda sevilen besinler en çok yenilen besinlerdir. Bunları sık tüketmek, sağlık üzerindeki etkilerinin önemini daha da artırmaktadır.

Hiç düşündünüz mü? Bir tarafta insanın kafasını şişirecek şiddette sesli bir müzik eşliğinde, plastik tepsideki köpük veya kartonun içerisinde besinlerin sunulduğu, ıslak mendil veya çatal dahi verilmeyen, self servis hizmetin sunulduğu fast food zincir mağazalar. Diğer tarafta ise, dinlendiren bir ezgi eşliğinde, bez peçeteler ve canlı çiçeklerle süslenen şık bir masada, özenle hazırlanmış yemeklerin kaliteli yemek takımları içerisinde deneyimli bir servis personeli tarafından sunulduğu lüks bir restoran. Verilen hizmetlerin kalite ve değer farklarını karşılaştırmak bile yersiz değil mi? Kişi, kendi evinin patronudur. Dolayısıyla yemek masasına gereken özeni göstererek “fast food” (hızlı yemek) terimini “slow food” (yavaş yemek) şeklinde değiştirerek kendini biraz şımartacak ve “diyet” psikolojisini ortadan kaldıracak tek kişi yine sizsiniz.

Cazip bir yemek, iyi dekore edilmiş bir oda veya güzel düzenlenmiş bir bahçe gibi temel dizayn prensiplerine uygun olarak hazırlanır. Farklı besinler ana ve ara öğünlere çok çeşitli renk, tat, doku, şekil ve ısı özellikleri katarlar. Aynı zamanda öğünleri, besin öğeleri açısından zenginleştirirler.

Sırtınızı bir yere yaslayarak biraz rahatlayın ve kendi fırınınızda pişen tam buğday ekmeğinin aromasını, acı biberli menemendeki ateş hissini, dalından yeni koparılmış olgun bir şeftali veya çileğin sulu tadını, buzlu ayran ile serinleme duygusunu, pürüzsüz ve krema kıvamındaki çikolatalı dondurmayı, anne eli değmiş rulo köfte veya lazanyanın ağız sulandırıcı lezzetini hayal edin.

Besinler, duyu organlarına hitap ederse daha çok hoşa gider ve yeme, içme konusunda insanları teşvik eder. Albenisi yüksek bir pastane vitrinini görmek, televizyon reklamlarında asitli içeceğin şişeden bardağa dökülürken çıkardığı sesi duymak, seyyar satıcı arabasının yanından geçerken kömür ateşinde pişmekte olan kokorecin kokusunu almak, fırından yeni çıkmış gevrek bir simit, pide veya ekmeğe dokunmak vb kuşkusuz herkesin iştahını kabartmaya yardımcı olur. Tüketici araştırmaları besin seçiminde lezzetin; besleyici değer ve fiyattan daha önce geldiğini göstermektedir.

Yazının Devamını Oku

Ekmek ne kadar yenmeli?

10 Nisan 2017
Yetişkin bir bireyin günlük ekmek gereksinimi...

Beyin, sinir sistemi ve alyuvarlar normal koşullarda enerji ihtiyaçlarını mutlak surette karbonhidratlardan karşılamak durumundadır. Bazı karbonhidratlar besinlerde doğal olarak bulunur, bazıları ise sonradan ilave edilir. Karbonhidratlar büyük oranda bitkisel kaynaklı besinlerden alınır. Bu karbonhidratlar vücudumuzda yapıtaşı olan glikoza dönüşür ve kan şekerinin esas kaynağını oluştururlar. O nedenle Dünya Sağlık Örgütü günlük enerjimizin %55-60’ının karbonhidratlardan karşılanması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu noktada ekmeğin önemi ön plana çıkmaktadır.

Sofraların temel besini ekmek olmadan bir beslenme programı kabul edilemez. Yapılan bilimsel çalışmaların sonuçlarına göre, Türkler yaklaşık %70 oranında tahıla dayalı beslenmekte ve bunun da %70’ini ekmek teşkil etmektedir. Özellikle ülkemizde makarna ve mantı ile birlikte bile ekmek yenilmektedir. Öte yandan “ekmek parası” uğruna toplumu yanlış yönlendiren bazı uzmanlar, ekmeği sanık sandalyesine oturtarak şişmanlığın en önemli sorumlularından biri olarak göstermektedir. Halbuki aşağıdaki grafik, durumu çok net bir şekilde özetlemektedir:

Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık raporunda şişmanlık, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu olarak tanımlanmaktadır. O halde gerçek ağırlık kaybı vücuttaki yağ kitlesinin azalması ile mümkündür. Kas ve su kitlesindeki kayıplar hem sağlık açısından risklidir hem de kalıcı ağırlık kaybına neden olmamaktadır. Dengeli diyetlerde yağ, çok düşük oranlarda karbonhidrat içeren diyetlerde su ve açlık durumunda kas kaybı olmaktadır. Tahıllardan yoksun bir diyet ile ağırlık kaybının hızlı olması öncelikle su, sonrasında kas kitlesindeki azalma ile ilişkilidir. O nedenle diyetten ekmeği çıkarmak yerine esmer ekmeği tercih etmek; pilav, makarna, patates gibi nişastalı besinler tüketiliyorsa yanında ekmek yememek gibi bir davranış sergilemek daha sağlıklı olacaktır.

Tuzsuz diye satılanlar hariç diğer ekmeklerde (buğday, tam buğday, çavdar, kepek ekmeği vb.) tuz bulunduğu ve günlük gereksinimin yaklaşık %30’unun ekmekten karşılandığı düşünülürse; yemek yaparken fazla tuz kullanmamak, sofraya tuz getirmemek ve tuz içeriği yüksek (hazır çorba, turşu, konserve, cips, şarküteri ürünleri gibi) besinlerden uzak durmak daha sağlıklı olacaktır.

Kişinin yaş, cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı, fiziksel aktivite düzeyi, beslenme alışkanlıkları, çalışma durumu ve yaşam tarzına bağlı olarak farklılıklar göstermekle beraber genel olarak diyebiliriz ki; yetişkin bir erkeğin günlük ekmek gereksinimi 150 - 300 gram, kadının ise 100 - 150 gram kadardır. 1 dilim ekmek ortalama 25 gram olduğuna göre, günlük 4 - 12 dilim kadar ekmek tüketilmesi idealdir.

Tam tahıllı ekmeklerin lif oranı yüksek olduğundan glisemik indeksi düşüktür. Böylelikle kilo kontrolü sağlamak, vücut yağ oranını düşürmek, kan şekerini dengelemek, tok tutmak, iştahı baskılamak, bağırsakların çalışmasını düzenlemek gibi fayda sağlarlar. Ayrıca cildin elastikiyetini korumaya yardımcı olur ve depresyona karşı yatkınlığı azaltırlar.

Yazının Devamını Oku

Besin güvenliği hakkında ne kadar bilgiliyiz?

31 Mart 2017
Mutfakta en sık bu hataları yapıyoruz.

Eldiven takmayan bir doktorun sizi ameliyat etmesini ister misiniz? Elbette hayır. Peki, aşçılar neden eldiven takmalıdır? “Elleri kirlenmesin diye” değil herhalde. Sıcak ve nemli olan ellerde bakteriler kolaylıkla yaşar ve ürerler. Ellere bulaşan mikroplar yüzeyden yüzeye, besinden besine geçerler.

Hastalıkların yayılmasını kontrol etmenin en iyi yollarından biri de ellerin yıkanmasıdır. Hijyen çok önemli! Besin güvenliği, besin öğeleri kaybından ve lezzetten çok daha ön planda tutulmalıdır. Öte yandan oksijenle bile temas etmeden direkt olarak göğüs ucundan bebeğin ağzına ulaştığı için dünyanın en saf ve temiz besini olarak kabul edilen anne sütünde bile 100’ün üzerinde, içilebilir nitelikte suda 600 civarında kimyasal madde bulunduğunu biliyor muydunuz? Asıl önemli konu; kontrol edilebilir olmasıdır.

Dünya genelinde en güvenli besinler gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Besin zinciri içinde yer alan çiftçiler, üreticiler, marketler ve restoranlar çok dikkatli bir şekilde belirlenmiş sıkı besin güvenliği yönetmeliklerini uygulamak durumundadır. Fakat besin marketten çıktıktan sonra, besin güvenliği artık sizin sorumluluğunuz altına girmiş olmaktadır. Bunu sağlamakla ilgili önemli kuralları herkesin bilmesi gerekir. Tüm besinlerin temiz olması, sıcak yemeklerin sıcak ve soğuk yemeklerin soğuk tutulması gibi.

1980’lerin sonuna doğru (henüz ilkokula gittiğim dönemlerde) televizyonda izlediğim bir program beni çok etkilemişti. Çömelmiş vaziyette ineklerden süt sağan bir kadın hapşırıyor ve o esnada elleriyle ağzını kapatıyor. Tahmin edebileceğiniz üzere ellerini yıkamadan sağım işlemine devam ediyor. Tam işini bitirip ayağa kalkmaya hazırlanırken, yarısına kadar süt dolu kovayı yanlışlıkla deviriyor ve içerisine bir miktar saman karışıyor. Düzelttiği kovadaki samanı elleriyle çıkaran kadın bir süre sonra tülbent yardımıyla sütü süzüyor ve ardından kapıya gelen sütçüye o gün sağılan sütleri teslim ediyor. Güğümleri aracının bagajına sıralayan sütçü, bir müddet yol aldıktan sonra arabasının lastiğinin patladığını fark ediyor. Yolun kenarına yanaşarak bagajdaki süt güğümlerini tek tek indiriyor ve güneşin altında kalacak şekilde arabanın yanına koyuyor. Bagajdan stepneyi (yedek lastiği) çıkartıyor ve uzun uğraşlar sonrası patlayan lastiği değiştiriyor. Arabada bulduğu kirli bir bez parçasına ellerini siliyor ve süt güğümlerini tekrar bagaja sıralıyor. Direksiyon başına geçen sütçünün bir süre yol aldıktan sonra tuvaleti geliyor. Arabasını yolun kenarına çekerek bir ağacın kenarında ihtiyacını gideriyor. Ellerini su ve sabunla yıkayamadığı gibi arabada bulunan o kirli bez ile üstünkörü siliyor. Şehir merkezine geldiğinde ise kirli elleri ile süt servisi yapıyor ve tüm bunlar yetmiyormuş gibi göz ardı edilen ama bir o kadar önem taşıyan başka bir görüntü ekranlara yansıyor: Bahsi geçen sütçü, müşterileriyle para alışverişinde bulunuyor.

Gün boyunca elden ele dolaşan para, bakteri bakımından klozet kapağı gibi riskli nesnelerden biridir. Eller ne kadar temiz olursa olsun, para ile her temas ettiğinde kirlenir. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan pek çok insan, uykuya düşkünlüğü sebebiyle “Apartman görevlisi zili çalıp sabah erkenden bizi uyandırmasın” diyerek kapıya torba asarak içine ekmek ve/veya gazete konulması için para bırakır. Görevli kişi de ekmek ve/veya gazete ile birlikte para üzerini aynı torbaya koyar. Zaten sofraya gelene kadar elden ele dolaşan ekmek bir süre de bozuk paralara temas ederek iyice kirlenir. Pek çok kişi yemek masasından kalkınca ellerini ve ağzını yıkamaya üşendiği gibi, o sofraya otururken de ellerini yıkamaz. Halbuki kişi, o gün içinde kim bilir kaç insanla tokalaşmış, parasına ve cep telefonuna kaç kere dokunmuştur? Kaldı ki 21. yüzyıla gelmemize rağmen, ülkemizde tuvalet sonrası el yıkama alışkanlığı bile halen oturmuş değildir maalesef. Özellikle bebek bakan ve yemek yapan kimseler tırnaklarını kesinlikle kısa tutmalıdır. Yemek hazırlayan kişi, işe koyulmadan önce ellerini mutlaka yıkamalıdır!

Yazının Devamını Oku

Daha az ve yavaş yemek zayıflatıyor!

8 Şubat 2017
Kilo vermek için tek çarenizin mide ameliyatı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Mide kelepçesi, mide balonu, tüp mide, gastrik bypass gibi mide ameliyatları ile oldukça başarılı sonuçlar alınıyor elbette ama bu ameliyatlar yerine daha yavaş ve az yiyerek de kilolarınızdan kurtulmanız mümkün!


DAHA AZ VE YAVAŞ YİYEREK ZAYIFLAYIN!

Kimi zaman eksik, çoğu zaman fazla yemek obezite nedenleri arasında yer almaktadır. Beyindeki ghrelin hormonu, öğün atlandığı durumlarda açığı kapatmak adına telafi amaçlı olarak “enerji depoları boşaldı, tekrar dolması lazım; mideyi yüksek enerjili besinlerle doldur” diyor. Bu durumda irade yeterli gelmiyor ve sonraki öğünlerde fazla yemek yeniyor. Obezite cerrahisinde mideye yapılan (mide kelepçesi, mide balonu, tüp mide, gastrik bypass gibi) müdahalelerden sonra oldukça etkili sonuçlar elde etmek mümkündür. Peki, tüm bu uygulamaların temelinde hedeflenen nedir? Bireyin daha az ve yavaş yemesini sağlamak. Böylelikle zayıflamak kaçınılmaz hale geliyor.

                           


YAKIT İKAZ LAMBASINA DİKKAT

Bu noktadan hareketle 50 lt deposu olan bir araba ile 5 lt deposu olan bir motosiklet düşünün. Her ikisinin de yakıt deposunu tam olarak doldurup İstanbul’dan Ankara’ya gitmesini istesek; araba tekrar yakıt gereksinimi duymadan çok rahat bir şekilde hedefe kadar gidebilirken, motosikletin Kocaeli, Sakarya, Bolu, hatta Ankara il sınırında tekrar tekrar yakıt alma ihtiyacı doğacaktır. Motosikleti kullanan kişi, gösterge panelindeki yakıt ikaz lambasının yanmasını dikkate almazsa yolda kalır. Eğer ki 5 lt kapasitesi olan deposuna 15 lt yakıt doldurmaya kalkarsa taşar. “İki ucu keskin bıçak” sözü bu durumu özetlemek için çok uygundur. Zayıflama çabasındaki kişi, sanki midesine cerrahi bir işlem yapılmış ve midesi küçültülmüş gibi düşünerek sık aralıklarla, azar azar beslenirse fazlalıklarından kurtulması daha kolay olur. Böylelikle bir sonraki öğünde yavaş yemeyi de başarabilir.


AZ FARK ÖDE DAHA ÇOK YE MANTIĞINDAN VAZGEÇİN

Genelde taksiler sarı, kamyonlar ve itfaiye araçları ise kırmızı renklidir. Acaba neden? Elbette dikkat çekmesi için. İnsanoğlu fazla yemek yemeyi, içki içmeyi, hatta yeme hızı ve miktarı konusunda yarış etmeyi marifet bilir. Bunu fırsat bilen gıda firmaları ve fast food zincir mağazalar “büyük boy, büyük seçim, big, double, triple, XXL, mega menü, king size, super size, xtreme, 1 alana 1 bedava, sınırsız, limitsiz” gibi sözler ile algıda seçicilik sağlar. Dikkat çekmesi ve iştah artırıcı etkiler göstermesi sebebiyle özellikle kırmızı renkli tabela, logo ve oturma grupları seçen firmaların düzenlediği kampanyalar ve ekonomik mönüler, kilo problemi olan kişilerin gözünden asla kaçmaz. 2 TL fark vererek tepsideki besin miktarını daha da artırmayı planlayan düşünce yapısındaki kişiler, tatil seçimlerinde de benzer şekilde kendilerini belli etmektedir. “Ultra her şey dahil” konsepti tercih edip, ardından da otele verilen paranın karşılığını restoranlar ve barlardan çıkarmaya çalışmaktadırlar. Halbuki konaklama, havuz, deniz, spor salonu, su sporları, canlı müzik, animasyonlar da ücrete dahildir. Ancak şezlongda güneşlenmek, alkol almak, tıkınırcasına yemek yemek daha cazip gelmektedir. Tatil, bedenen dinlenmek ile eşdeğer düşünülmektedir. Kişiler, gün boyu neredeyse hareketsiz bir şekilde vakit geçirmektedir. Halbuki yüzmek, kumsalda veya su içerisinde yürümek çok güzel kilo verdirdiği gibi iyi bir şekilde yağ yakılmasını sağlar.


OBUR İNSANLAR BESİNLERİ ÇİĞNEMEZLER!

Zayıflama konusunda sadece enerji alımı ile harcaması arasındaki denge değil; doğru besinlerin, uygun zamanlarda ve istenilen şekilde tüketilmesi de önemli rol oynamaktadır. İnsanoğlu etobur mu, otobur mu? Bu soru farklı görüşler tarafından sürekli olarak tartışıladursun, obur olduğumuz kesin! Sindirim; sanılanın aksine midede değil, ağızda başlar. Karbonhidratların sindirimi, tükürükte bulunan alfa amilaz (pityalin) enzimi ile besin henüz ağızda iken başlar. Bu nedenle besinleri çok iyi bir şekilde çiğnemek gerekir. Böylelikle mekanik parçalanma da gerçekleşir. Örnek olarak: Avucunuza bir taş alıp 10 metre öteye fırlatın; attığınız taşı görebilirsiniz. Aynı miktarda kum alıp aynı hızla fırlatın; hiçbir kum tanesini göremezsiniz. Buradan hareketle midenizde bir köfte düşünün, bir de aynı miktarda kıyma... Tabi ki kıymayı sindirmeniz ve emilimini gerçekleştirmeniz çok daha kolaydır. Ancak obur insanlar besinleri asla iyi çiğnemezler.


MİDE İLE DEĞİL DİLİMİZLE TAT ALIRIZ

Tat alma duyu organı dildir, mide değildir. Dil üzerinde acı için 42 - 80 adet tat reseptörü varken; tatlı için 3 - 4 adet bulunmasına rağmen bu reseptörler öylesine kuvvetlidir ki, duruma göre hayat bile kurtarabilir: Halk arasında “dilaltı tableti” diye bilinen bir ilacın formülünde bulunan izosorbid dinitrat, damar düz kaslarını gevşeterek etki gösterir. Kalp krizi esnasında dilin altına ya da üzerine konularak dildeki tat reseptörleri sayesinde çok kısa bir sürede emilerek kan yoluyla kalbe etki eder ve kasılan kalp kaslarını gevşeterek hayat kurtarır. Halbuki böylesi acil bir durumda o tablet yutulursa; yemek borusu, mide, ince bağırsak, kan ve kalp şeklinde bir yol izleyecek olan etken madde etkisini gösterene kadar kişi ölebilir. Bu nedenle dilde bulunan tat reseptörlerinin etkisi hafife alınmamalıdır.


YETERİNCE ÇİĞNEMEMEK FAZLADAN ENERJİ ALIMINA NEDEN OLUR

Besinlerin tadını sadece ağızda iken algılanabilir. Ayrıca midenin dişleri yoktur. Besinin yemek borusundan aşağıya gittikten sonra sağladığı enerjiyi harcamak için uğraşmak gerekiyor. O yüzden ilk defa tadına bakılan bir besin nasıl ki iyice çiğneniyorsa, bu alışkanlık yaşam tarzı haline getirilmelidir.

Bir kare çikolatanın dil üzerinde bekletilip, tükürük ve vücut ısısıyla eritilerek tüm ağızda o tadın dağılmasıyla elde edilecek lezzet ile hiç çiğnemeden yutulması arasında dağlarca tat farklılığının olması çok doğaldır. Pipet kullanımı çiğneme olayını ortadan kaldırmakta ve içilen üründen yeterince lezzet alınmasına engel olmaktadır. Bardağın içerisinden pipetle çekilen içecekler çiğneme fonksiyonu olmaksızın dile fazla temas etmeden mideye ulaşmaktadır. Duyusal olarak gereği kadar tatmin olmayan kişi 2. bardağı doldurup içtiği takdirde de fazladan enerji alımına sebebiyet verir.


ÇORBAYI BİLE AĞIZDA BEKLETEREK İÇİN

Biraz mübalağa yapacağım ama ayranı, hatta çorbayı bile çiğneyerek (!) içmek, ağızda dolaştırmak daha fazla keyif alınmasını sağlar. Evde 2 dakikada içilen meyve suyu, lüks bir bara gidildiğinde fiyatların şişirilmiş olması nedeniyle belki de yarım saatte içilir ve çok daha keyif alınır. Peki, bu keyfin oluşmasında dışarıda bir şeyler içmenin sağladığı sosyallik ve barın atmosferi mi etkilidir, yoksa meyve suyunun tadını alarak yavaş bir şekilde içmek mi? Tüketilen besinlere hak ettiği değeri her zaman vermek gerekir. Yavaş yenildiği takdirde daha az yemekle doymak mümkün olur. Çiğneme ile birlikte kolesistokinin hormonu salınımı artar, midenin boşalması yavaşlar, tokluk hissi oluşur. Sonucunda besin alımı ve obezite riski azalır.


KÜÇÜK BİR TEST YAPALIM

• Bir adet kuru üzümü dilinizin üzerine koyun. Su yardımıyla ilaç gibi yutun. Nasıl bir tat aldığınızı aşağıya not edin.• Tekrar bir adet kuru üzüm alın ve dilinizin üzerine koyun. Sakız gibi çiğnemeye başlayın ama hemen yutmayın. Şimdi nasıl bir tat aldınız?Lütfen hiç üşenmeden test edin ve farkı görün…


ÇİĞNEME SÜRESİNİ UZATIN

Hangi besini tüketirseniz tüketin ağzınızda bırakacağı tat en fazla 3-5 dakikadır. Önemli olan çiğneme süresini uzatabilmektir. O yüzden besinlerin tadından çok vücuttaki işlevine önem verin. Hızlı yiyenlerin tokluk duygusunu hissetmeleri ancak fizik - mekanik yolla, yani mideleri tıka basa dolduğunda mümkün olur. Bu şekilde tokluk duygusu hissedenler bedenlerinin ihtiyaç duyduğundan çok daha fazla yemiş olurlar ve yediklerini yağ olarak depolayarak fazla kilolarına yenilerini eklerler.

Hazırlanan besinlerin sunum aşamasına gelene kadar ne gibi süreçlerden geçtiğini ve ne kadar sürede servise hazır hale geldiğini düşünün. Bir de tüketilen süreyi analiz edin. Sunulan besinlerin hazırlanma süreçlerindeki emeğe istinaden daha yavaş ve hissedilerek tüketilmesine özen gösterin.

YAVAŞ YENDİĞİ TAKDİRDE DAHA AZI İLE YETİNİLİR

İçkiyi görür, dokunur, koklar ve tadına bakarsınız. Peki, ya kulak! Tüm duyu organlarına hitap etmesi adına, “çın” sesini duymak için tokuşturulur. Duyu organlarımız ile algı arasında önemli bağlar mevcuttur. Beyindeki tokluk merkezine sinyaller yaklaşık 20 dakikada ulaşır. Kişi, yavaş yediği takdirde daha azı ile yetinebilir. Dilerseniz yemek vakti çevrenizdekileri bir gözlemleyin. Büyük bir çoğunluk ortalama 10 dakika içerisinde dünya kadar yemek yer, hatta tatlısını bile bitirir. Tüm bunların sonunda gaz, şişkinlik, hazımsızlık gibi problemler yaşasa da akşam aynı hatayı tekrarlar. Acaba neden? Özellikle yokluk dönemlerinde tek bir sini içerisinden yemek yenilirken yavaş yiyen çocukların aç kalması, yatılı okullardan kalma alışkanlıklar, ağız ve diş problemleri, öğün atlamak, büyük şehirlerde yaşayanların zamanla yarışı vb sebeplerden besinler hiç çiğnenmeden yutulmaktadır. Siz siz olun, şu yazılanları okuduktan sonra yaşam tarzınıza dair küçük, sağlığınız adına büyük bir adım atın; her lokmadan sonra ellerinizdeki çatal, kaşık ve bıçağı masaya bırakın.

[fotogaleri=2696,1363,19]

Kimi zaman eksik, çoğu zaman fazla yemek obezite nedenleri arasında yer almaktadır. Beyindeki ghrelin hormonu, öğün atlandığı durumlarda açığı kapatmak adına telafi amaçlı olarak “enerji depoları boşaldı, tekrar dolması lazım; mideyi yüksek enerjili besinlerle doldur” diyor. Bu durumda irade yeterli gelmiyor ve sonraki öğünlerde fazla yemek yeniyor. Obezite cerrahisinde mideye yapılan (mide kelepçesi, mide balonu, tüp mide, gastrik bypass gibi) müdahalelerden sonra oldukça etkili sonuçlar elde etmek mümkündür. Peki, tüm bu uygulamaların temelinde hedeflenen nedir? Bireyin daha az ve yavaş yemesini sağlamak. Böylelikle zayıflamak kaçınılmaz hale geliyor.

                           

Bu noktadan hareketle 50 lt deposu olan bir araba ile 5 lt deposu olan bir motosiklet düşünün. Her ikisinin de yakıt deposunu tam olarak doldurup İstanbul’dan Ankara’ya gitmesini istesek; araba tekrar yakıt gereksinimi duymadan çok rahat bir şekilde hedefe kadar gidebilirken, motosikletin Kocaeli, Sakarya, Bolu, hatta Ankara il sınırında tekrar tekrar yakıt alma ihtiyacı doğacaktır. Motosikleti kullanan kişi, gösterge panelindeki yakıt ikaz lambasının yanmasını dikkate almazsa yolda kalır. Eğer ki 5 lt kapasitesi olan deposuna 15 lt yakıt doldurmaya kalkarsa taşar. “İki ucu keskin bıçak” sözü bu durumu özetlemek için çok uygundur. Zayıflama çabasındaki kişi, sanki midesine cerrahi bir işlem yapılmış ve midesi küçültülmüş gibi düşünerek sık aralıklarla, azar azar beslenirse fazlalıklarından kurtulması daha kolay olur. Böylelikle bir sonraki öğünde yavaş yemeyi de başarabilir.

Genelde taksiler sarı, kamyonlar ve itfaiye araçları ise kırmızı renklidir. Acaba neden? Elbette dikkat çekmesi için. İnsanoğlu fazla yemek yemeyi, içki içmeyi, hatta yeme hızı ve miktarı konusunda yarış etmeyi marifet bilir. Bunu fırsat bilen gıda firmaları ve fast food zincir mağazalar “büyük boy, büyük seçim, big, double, triple, XXL, mega menü, king size, super size, xtreme, 1 alana 1 bedava, sınırsız, limitsiz” gibi sözler ile algıda seçicilik sağlar. Dikkat çekmesi ve iştah artırıcı etkiler göstermesi sebebiyle özellikle kırmızı renkli tabela, logo ve oturma grupları seçen firmaların düzenlediği kampanyalar ve ekonomik mönüler, kilo problemi olan kişilerin gözünden asla kaçmaz. 2 TL fark vererek tepsideki besin miktarını daha da artırmayı planlayan düşünce yapısındaki kişiler, tatil seçimlerinde de benzer şekilde kendilerini belli etmektedir. “Ultra her şey dahil” konsepti tercih edip, ardından da otele verilen paranın karşılığını restoranlar ve barlardan çıkarmaya çalışmaktadırlar. Halbuki konaklama, havuz, deniz, spor salonu, su sporları, canlı müzik, animasyonlar da ücrete dahildir. Ancak şezlongda güneşlenmek, alkol almak, tıkınırcasına yemek yemek daha cazip gelmektedir. Tatil, bedenen dinlenmek ile eşdeğer düşünülmektedir. Kişiler, gün boyu neredeyse hareketsiz bir şekilde vakit geçirmektedir. Halbuki yüzmek, kumsalda veya su içerisinde yürümek çok güzel kilo verdirdiği gibi iyi bir şekilde yağ yakılmasını sağlar.

Yazının Devamını Oku

Obezite konusunda 9 kusurlu hareket

19 Aralık 2016
Kahvaltıyı atlayan kilo almaya mahkumdur.


Obezite, Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık raporunda, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu olarak tanımlanmaktadır. Aşırı besin alımı, yetersiz fiziksel aktivite, kalıtım, hormonal nedenler, psikolojik sorunlar, sigarayı bırakma, alkol kullanımı gibi faktörlere bağlı olarak gelişen şişmanlık tek başına olduğu gibi komplikasyonları ile de yaşam süresini kısaltan ve yaşam kalitesini düşüren ciddi bir hastalıktır.

Komplikasyonları arasında ilk akla gelenler: Kalp - damar hastalıkları, hipertansiyon, şeker hastalığı, bazı kanser türleri, solunum rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, safra kesesi hastalıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık vb. şeklinde sıralanabilir.

Zayıflama konusunda esas tedavi yaşam tarzı olmalıdır. Bu konuda en sık karşılaşılan diyet hatalarına bir göz gezdirelim.


1. TAM KARAR VERMEDEN VE UZMAN KONTROLÜNDEN GEÇMEDEN DİYETE BAŞLAMAK

“İnanmak, başarmanın yarısıdır” denilir. Kişi, zayıflayanlardan hiçbir eksiğinin bulunmadığını hatta fazlasının olduğunu düşünmeli; bu fazlalıklardan da kurtulmak adına kesin karar vererek zayıflama sürecini başlatmalıdır. Tam anlamı ile karar vermeden zayıflasam iyi olur düşüncesi ile yola çıkmak baştan yenilgiyi kabullenmektir.

Endokrinolog veya dahiliye uzmanı kontrolünden geçen birey, tahlillerini yaptırıp diyetisyen tarafından kişiye özel olarak hazırlanan beslenme modeli ile diyet tedavisine geçmelidir. Herhangi bir uzman kontrolüne girmeden başarılı olma oranı oldukça düşük seyreder. Kişi, nasıl aracı bozulunca yetkili servis elemanından destek alınıyorsa zayıflama konusuna da aynı titizlikle yaklaşmalıdır.


2. AĞIRLIK KAYBI KONUSUNDA YANLIŞ HEDEF BELİRLEMEK

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre ayda 2 – 4 kg ağırlık kaybı hedeflenmelidir. 6 kg üzerindeki ağırlık kayıplarının faydadan çok zarar getireceği asla unutulmamalıdır. Büyük hedeflere küçük adımlarla ulaşılır. 20 senede alınan kilolardan 20 günde kurtulmaya çalışmak hiç gerçekçi değildir. Bu nedenle ulaşılabilir ve sağlıklı bir hedef belirlenmelidir.


3. UYKU SÜRESİNİN DÜZENSİZLİĞİ

Yapılan bilimsel araştırmalar ışığında günlük uyku süresinin 7 – 8 saat arasında tutulması önerilmektedir. Daha az veya çok uyumak kilo alımını artırıcı etkiler göstermektedir. 7 saatten az uyuyanlarda bazı hormonların yapımında sıkıntılar oluşurken, 8 saatten fazla uyunması durumunda da metabolizma hızı yavaşlamakta, kilo alımına davetiye çıkarılmış olmaktadır.


4. KAHVALTI BAŞTA OLMAK ÜZERE ÖĞÜN ATLAMAK

Kahvaltı yapmayan kilo almaya mahkumdur. İç organların, beynin, kasların fonksiyon gösterebilmesi için gereken enerji, uyandıktan sonra en kısa zaman dilimi içerisinde besinler yolu ile karşılanmalıdır.

Kanıta dayalı bilim ışığında yapılan çalışmalar, aynı miktarda enerji alsalar da 3 öğüne göre 6 öğün beslenenlerin daha kolay kilo verdiğini göstermektedir. Öğün sayısının artırılması, mideyi dolu tutarak bir sonraki öğünde fazla ve hızlı yemeyi engellemektedir. Ayrıca metabolizmayı da hızlandırıcı etkiler göstermektedir.

Öğün atlamak, kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülüktür. Gündüz diyet yaptığınızı düşündüren, gece ziyafet yapmanıza neden olan bu hataya sakın düşmeyin. Aç tavuk düşünde darı ambarı görür sözünden de anlaşılacağı üzere kişide mahrumiyet duygusunun oluşması bireyin yanlış alışkanlıklara, enerji içeriği yüksek olan besinlere yönelmesine sebebiyet verebilir.


5. HIZLI YEMEK

Yemek süresini uzatın. Unutmayın, tokluk hissi 20. dakikada oluşur. Her lokmadan sonra elinizden çatal - kaşığı bırakın. Yediklerinizden keyif ve tat alabilmek adına besinleri iyice çiğneyerek küçük lokmalar halinde yutmaya çalışın. Tat alma duyusunun dil olduğunu unutmayın.

Yemek yerken kitap okumak, TV izlemek gibi herhangi bir şeyle meşgul olmayın. Yemeklerinizi sakin bir ortamda, iyice çiğneyerek tüketmeye özen gösterin. Acele etmeyin. Beslenmeyi karın doyurmak şeklinde değerlendirmeyin. Besinlerin içerisindeki gerçek tadı algılamaya çalışın.


6. TUZ VE RAFİNE ŞEKERDEN VAZGEÇMEMEK

Tuz ve aşırı tuzlu besinler vücutta su tutar. Dolayısıyla tartıldığınızda moralinizi bozabilir. Yemek ve ekmeklerden alınan tuz ile yetinmeye çalışın. En iyisi, masaya tuzluk getirmeyin. Gerekirse çeşitli baharatlarla yiyeceklerinizi lezzetlendirmeye çalışın.

İnsülin seviyesinde ani değişikliğe yol açarak tekrar tatlı yeme isteği uyandıracağı için rafine şekerden de olabildiğince uzak durun. Fazla alınan enerjinin vücutta yağa dönüştüğünü unutmayın. Şeker tadından vazgeçemeyenler, kan şekeri üzerinde olumsuz etkilerinin olmaması ve enerji içermemeleri nedeniyle, rafine şeker yerine yapay tatlandırıcıları güvenle kullanabilirler.


7. EGZERSİZ YAPMAMAK

Sadece diyet yaparak sonuç almaya çalışmak daha düşük enerjili diyet uygulanmasına, tedavi süresinin uzamasına, metabolizma hızını azalmasına, sabrın tükenmesine, kaçamakların artmasına, verilen kiloların geri alınmasına sebebiyet verir. O nedenle diyetin mutlaka egzersiz ile desteklenmesi gerekmektedir.


8. YETERİNCE SU İÇMEMEK

Posalı besinlerin bahsedilen etkilerini gerçekleştirebilmesi için, gün içerisinde bayanların 2,7 lt, erkeklerin 3,7 lt su ve sıvı besinler tüketmesi gerekir. Besinlerin sindiriminden metabolik atıkların vücuttan uzaklaştırılmasına kadar pek çok aşamada önemli görevler üstlenen suyun %20’lik kaybı ölümle bile sonuçlanabilir.


9. UMUTSUZLUĞA KAPILMAK

Aksilikler karşısında asla cesaretinizi kırmayın. Fazla yerseniz hemen karamsarlığa kapılmayın. 40 yıllık ses sanatçısı bile sahnede şarkı sözünü unutabiliyorsa, taksi şoförü bile aracını stop ettiriyorsa, sizin de diyette ufacık kaçamakları görmezden gelmeniz gerekir. Pire için yorgan yakmayın. Burada önemli olan, aynı hataları tekrarlamaktır.


Aylar, yıllar içerisinde yerleşen fazla kilolar çok da kolay gitmeyecektir. Uzun bir maratonda, ilk başta depar atmak ne kadar yanlışsa; kısa sürede hızlı kilo kaybederek belli bir kiloda sabit kalmak ve diyeti bırakmak da o denli can sıkıcıdır. Düzenli olarak aynı çizgide ilerlemek her zaman için daha sağlıklıdır. Geç verilen kiloların kalıcı olduğu unutulmamalıdır.

Kilo verme sürecinde felsefeniz şu olsun: Üşenmeyin, ertelemeyin, vazgeçmeyin. Sağlıklı yaşama adım atmak adına daha kaç pazartesi bekleyeceksiniz. Gün bugündür. Kendiniz için artık bir şeyler yapın ve yaşam tarzınızı mutlaka değiştirin. Kendinize iyi bakın.

Obezite, Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlık raporunda, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunu olarak tanımlanmaktadır. Aşırı besin alımı, yetersiz fiziksel aktivite, kalıtım, hormonal nedenler, psikolojik sorunlar, sigarayı bırakma, alkol kullanımı gibi faktörlere bağlı olarak gelişen şişmanlık tek başına olduğu gibi komplikasyonları ile de yaşam süresini kısaltan ve yaşam kalitesini düşüren ciddi bir hastalıktır.

Komplikasyonları arasında ilk akla gelenler: Kalp - damar hastalıkları, hipertansiyon, şeker hastalığı, bazı kanser türleri, solunum rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, safra kesesi hastalıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık vb. şeklinde sıralanabilir.

Zayıflama konusunda esas tedavi yaşam tarzı olmalıdır. Bu konuda en sık karşılaşılan diyet hatalarına bir göz gezdirelim.

“İnanmak, başarmanın yarısıdır” denilir. Kişi, zayıflayanlardan hiçbir eksiğinin bulunmadığını hatta fazlasının olduğunu düşünmeli; bu fazlalıklardan da kurtulmak adına kesin karar vererek zayıflama sürecini başlatmalıdır. Tam anlamı ile karar vermeden zayıflasam iyi olur düşüncesi ile yola çıkmak baştan yenilgiyi kabullenmektir.

Endokrinolog veya dahiliye uzmanı kontrolünden geçen birey, tahlillerini yaptırıp diyetisyen tarafından kişiye özel olarak hazırlanan beslenme modeli ile diyet tedavisine geçmelidir. Herhangi bir uzman kontrolüne girmeden başarılı olma oranı oldukça düşük seyreder. Kişi, nasıl aracı bozulunca yetkili servis elemanından destek alınıyorsa zayıflama konusuna da aynı titizlikle yaklaşmalıdır.

Yazının Devamını Oku

Ambalajlı sütler hakkında gerçekler!

28 Eylül 2016
Uzmanından uzun ömürlü sütlerle ilgili merak edilenleri öğrendik.

Uzun ömürlü ve ambalajlı sütlerin üretici firmalar tarafından her türlü gerekli denetimden geçirildiğinin altını çizen Uzman Diyetisyen M. Turgay Köse, ambalajlı sütler hakkında merak edilenleri anlatıyor.

ÇİĞ SÜT NEDEN ISIL İŞLEMDEN GEÇER?

Patojen yani hastalık yapıcı bakterilerle ilgili 3 önemli tehlike vardır:

    Her yerde bulunurlar.Çok çabuk çoğalırlar.Gözle görülemezler.

Mikrobiyologlar bile bir besinin zehirli olup olmadığını görüntüsünden, kokusundan, hatta tadından kolay kolay anlayamazlar. Sütler de mikroorganizmaların üremesi için çok iyi bir ortamdır. Bu nedenle çok kolay bozulur ve sağlığa aykırı bir duruma gelirler. Yapılan araştırmalar açıkta satılan sütlerde çok fazla mikrop olduğunu gösterir. Mikroorganizmalar sütlere, sağıldığı hayvandan, sağılırken çevreden, sağıldıktan sonra saklama ve kullanma esnasında karışabilirler. Temiz olmayan sütle insanlara geçen hastalıkların başında besin zehirlenmesi, tifo, bağırsak tüberkülozu, brusella yer alır. Bu nedenle kesinlikle çiğ süt tüketilmemelidir.

Sokak sütünü içerebileceği zararlı mikroorganizmalardan arındırmak için 95 -100˚C’de 15 dakika kadar kaynatmak gerekir. Ancak bu durumda B grubu vitaminleri başta olmak üzere besin değerinde ciddi kayıplar gerçekleşir. Bu nedenle açıkta satılan sokak sütleri yerine pastörize veya UHT edilmiş sütler tercih edilmelidir.

UHT NEDİR?

UHT (Ultra High Temperature), diğer bir deyişle uzun ömürlü sütler; üretici firmalar tarafından ülkemizdeki çiftlik ve kooperatiflerden toplanan, veteriner kontrolünden geçmiş doğal sütlerdir. Bu sütler pek çok kalite testlerinden geçirilir. Sütün güvenle tüketilebilmesi için uygulanan UHT işlemi, sütün besleyiciliğini kaybetmeden içindeki zararlı mikroorganizmaları yok etmektir. Mikropları tamamen yok edilen ve besin değeri korunan sütler, 6 özel katmandan oluşan steril ambalajlar sayesinde hiçbir katkı maddesine gerek duyulmadan tüm dış etkenlerden korunur. Uzun ömürlü sütler açılmadığı takdirde oda sıcaklığında son kullanma tarihine kadar (yaklaşık 4 ay) bozulmadan kalabilir. Ancak açıldıktan sonra oksijen ile temasından ötürü buzdolabında saklanmalı ve 3 gün içinde tüketilmelidir.

Besin güvenliği, besin öğeleri kaybından ve lezzetten çok daha ön planda tutulmalıdır. UHT süt tüketmek, sokak sütü tüketmekten daha güvenli olduğu gibi UHT sütün besin değerlerinin sokak sütünden daha yüksek olduğu yapılan bilimsel analizlerle de desteklenir. Öte yandan sokak sütünün kaynağı belli değildir. Sokak sütlerinde hijyenik sağım, taşıma ve dağıtım koşullarına uyulmadığı takdirde kalite ve besin değeri açısından sıkıntılar meydana gelebilir. Ayrıca çamaşır sodası, antibiyotik gibi zararlı kimyasallar ve karbonat, nişasta gibi yabancı maddeler içerebilir. Bu sütler kaynatılsa dahi içerisindeki kimyasallar yok edilemez. Dolayısıyla sokak sütünün doğallığından emin olunamaz.

PASTÖRİZASYON NEDİR?

Ülkemizde pastörizasyon, yasal düzenlemelere uygun olan çiğ sütlerin, doğal ve biyolojik özelliklerine zarar vermeden patojen (hastalık yapıcı) organizmaların tamamen, diğer organizmaların da büyük bir çoğunlukla yok edilmesi işlemidir. Sütler, özel tesis ve cihazlarda 72 – 80˚C’de 14 – 16 saniye ısıtılır ve 4˚C’ye kadar soğutulur. Bu esnada patojen olmayan bakterilerin tamamı yok olmaz. Kalan bakterilerin yeniden üremesini önlemek için soğuk zincirin korunması gerekir. Yani teknolojik işlemin hemen ardından kullanım aşamasına kadar sütün buzdolabında korunması ve en çok 3 ile 10 gün içerisinde tüketilmesi gerekir.

UHT SÜTLERDE, SÜTÜN İÇİNDEKİ PROBİYOTİK BAKTERİLER ÖLÜR MÜ?

Uzun ömürlü sütler, 135 – 150˚C’de 4 – 6 saniye ısıtılarak mikropları öldürülür ve hızlıca oda ısısına soğutulur. Bu ısıtma işlemi, sütün besin değerini en yüksek derecede koruyacak şekilde yapılır. Ancak bazı görüşler bu esnada yüksek ısının etkisi ile sütün içermiş olduğu probiyotik bakterilerin öldüğünü savunur. Halbuki probiyotik yani faydalı bakteriler yoğurt, peynir ve kefir gibi fermente olmuş süt ürünlerinde bulunur. Gerek çiğ gerekse pastörize veya steril edilmiş sütlerde probiyotik bakteri bulunmaz. Dolayısıyla UHT işleminin sütte bulunan faydalı bakterileri öldürdüğü görüşü tamamen yanlış bir düşüncedir.

AMBALAJLI SÜTLERİN İÇİNDE SÜT TOZU VAR MIDIR?

Sütlere uygulanan homejenizasyon işlemi ile sütün içindeki yağ parçacıklarının süte eşit olarak dağılması sağlanır. Bu durum sütün daha beyaz, daha kıvamlı ve daha lezzetli olmasını sağlar. Öte yandan bu lezzetin kaynağını süt tozuna yorumlayanlar veya maliyeti düşürmek adına sütün içerisine su ve süt tozu katıldığını düşünenler yanılmaktadır. Ambalajlı sütlere Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ısıl işlem görmüş süt ürünleri tebliğinde de belirttiği gibi hiçbir katkı maddesi konulamaz.

SÜT İÇMEK ZAYIFLATIYOR

Patojen yani hastalık yapıcı bakterilerle ilgili 3 önemli tehlike vardır:

Mikrobiyologlar bile bir besinin zehirli olup olmadığını görüntüsünden, kokusundan, hatta tadından kolay kolay anlayamazlar. Sütler de mikroorganizmaların üremesi için çok iyi bir ortamdır. Bu nedenle çok kolay bozulur ve sağlığa aykırı bir duruma gelirler. Yapılan araştırmalar açıkta satılan sütlerde çok fazla mikrop olduğunu gösterir. Mikroorganizmalar sütlere, sağıldığı hayvandan, sağılırken çevreden, sağıldıktan sonra saklama ve kullanma esnasında karışabilirler. Temiz olmayan sütle insanlara geçen hastalıkların başında besin zehirlenmesi, tifo, bağırsak tüberkülozu, brusella yer alır. Bu nedenle kesinlikle çiğ süt tüketilmemelidir.

Sokak sütünü içerebileceği zararlı mikroorganizmalardan arındırmak için 95 -100˚C’de 15 dakika kadar kaynatmak gerekir. Ancak bu durumda B grubu vitaminleri başta olmak üzere besin değerinde ciddi kayıplar gerçekleşir. Bu nedenle açıkta satılan sokak sütleri yerine pastörize veya UHT edilmiş sütler tercih edilmelidir.

UHT (Ultra High Temperature), diğer bir deyişle uzun ömürlü sütler; üretici firmalar tarafından ülkemizdeki çiftlik ve kooperatiflerden toplanan, veteriner kontrolünden geçmiş doğal sütlerdir. Bu sütler pek çok kalite testlerinden geçirilir. Sütün güvenle tüketilebilmesi için uygulanan UHT işlemi, sütün besleyiciliğini kaybetmeden içindeki zararlı mikroorganizmaları yok etmektir. Mikropları tamamen yok edilen ve besin değeri korunan sütler, 6 özel katmandan oluşan steril ambalajlar sayesinde hiçbir katkı maddesine gerek duyulmadan tüm dış etkenlerden korunur. Uzun ömürlü sütler açılmadığı takdirde oda sıcaklığında son kullanma tarihine kadar (yaklaşık 4 ay) bozulmadan kalabilir. Ancak açıldıktan sonra oksijen ile temasından ötürü buzdolabında saklanmalı ve 3 gün içinde tüketilmelidir.

Besin güvenliği, besin öğeleri kaybından ve lezzetten çok daha ön planda tutulmalıdır. UHT süt tüketmek, sokak sütü tüketmekten daha güvenli olduğu gibi UHT sütün besin değerlerinin sokak sütünden daha yüksek olduğu yapılan bilimsel analizlerle de desteklenir. Öte yandan sokak sütünün kaynağı belli değildir. Sokak sütlerinde hijyenik sağım, taşıma ve dağıtım koşullarına uyulmadığı takdirde kalite ve besin değeri açısından sıkıntılar meydana gelebilir. Ayrıca çamaşır sodası, antibiyotik gibi zararlı kimyasallar ve karbonat, nişasta gibi yabancı maddeler içerebilir. Bu sütler kaynatılsa dahi içerisindeki kimyasallar yok edilemez. Dolayısıyla sokak sütünün doğallığından emin olunamaz.

Ülkemizde pastörizasyon, yasal düzenlemelere uygun olan çiğ sütlerin, doğal ve biyolojik özelliklerine zarar vermeden patojen (hastalık yapıcı) organizmaların tamamen, diğer organizmaların da büyük bir çoğunlukla yok edilmesi işlemidir. Sütler, özel tesis ve cihazlarda 72 – 80˚C’de 14 – 16 saniye ısıtılır ve 4˚C’ye kadar soğutulur. Bu esnada patojen olmayan bakterilerin tamamı yok olmaz. Kalan bakterilerin yeniden üremesini önlemek için soğuk zincirin korunması gerekir. Yani teknolojik işlemin hemen ardından kullanım aşamasına kadar sütün buzdolabında korunması ve en çok 3 ile 10 gün içerisinde tüketilmesi gerekir.

Uzun ömürlü sütler, 135 – 150˚C’de 4 – 6 saniye ısıtılarak mikropları öldürülür ve hızlıca oda ısısına soğutulur. Bu ısıtma işlemi, sütün besin değerini en yüksek derecede koruyacak şekilde yapılır. Ancak bazı görüşler bu esnada yüksek ısının etkisi ile sütün içermiş olduğu probiyotik bakterilerin öldüğünü savunur. Halbuki probiyotik yani faydalı bakteriler yoğurt, peynir ve kefir gibi fermente olmuş süt ürünlerinde bulunur. Gerek çiğ gerekse pastörize veya steril edilmiş sütlerde probiyotik bakteri bulunmaz. Dolayısıyla UHT işleminin sütte bulunan faydalı bakterileri öldürdüğü görüşü tamamen yanlış bir düşüncedir.

Yazının Devamını Oku

Goji berry zayıflamaya yardımcı olur mu?

19 Eylül 2016
Beslenme ve diyet ile ilgili merak ettiğiniz sorular yanıt buluyor.

ZAYIFLAMADA GOJİ BERRYNİN ETKİSİ

BESLENME VE DİYET İLE İLGİLİ MERAK ETTİĞİNİZ SORULARI SORMAK İÇİN TIKLAYIN!

Yazının Devamını Oku

Acaba doğru tartılıyor musunuz?

1 Haziran 2016
Başarılı bir beslenme ve egzersiz programının ardından kilo vermek yerine aldınız mı?


Diyet süresince kaçamakların olduğu esnada ağırlık kaybı ile karşılaşıldığında, kişi moral kazanır. Buna rağmen kilo verebilmişim şeklinde düşünceye sevk eden sonuç kişiyi motive eder. Bazı durumlarda ise tam tersi ile karşılaşılabilir: Çok başarılı bir şekilde uygulanan beslenme ve egzersiz programının ardından kilo aldığını fark eden kişi demoralize olur. Halbuki hemen endişelenmemek gerekir. Vücut ağırlığını etkileyen pek çok parametre vardır. Öncelikle bunların gözden geçirilmesi gerekir.

İDEAL BİR TARTIM;

    Haftada 1 kere,Aynı baskülde,Aynı kıyafetlerle (hatta kıyafetsiz olarak),Kahvaltı öncesi,Dışkılama sonrası yapılabilir.

Tüm bu ilkelere rağmen kabızlık, ishal, kusma, bazı ilaçların kullanımı ve adet dönemi gibi özel durumlar vücut ağırlığını etkilemektedir. Her saat başı tartıya çıkılsa dahi, gün içerisinde aynı 2 rakamı görme şansı çok düşüktür. Mesela 2 bardak su içilmesi durumunda yaklaşık olarak yarım kilo ağırlık kazanılmaktadır. Öte yandan sauna veya ishal nedeni ile vücuttan bol miktarda sıvı kaybedilmektedir. Böylesi durumlar kişinin kilo aldığını veya verdiğini göstermez elbet. O nedenle belirtilen ilkelere bağlı kalınarak yapılacak tartımlar en doğru sonucu verecektir.


EVDEKİ BASKÜL YANLIŞ TARTIYOR DİYE ŞİKAYET EDERİZ AMA...

 

İnsanların büyük birçoğu evlerinde bulunan basküllerin yanlış sonuç verdiğinden şikayetçidir. Halbuki her ölçüm cihazı aynı sonucu verecektir diye bir kural yoktur. Ona bakılırsa ülkemizdeki hiçbir cetvelin boyu birbirini tutmamaktadır. Aynı şey tartılar için de geçerlidir. Varsayalım evdeki baskül yanlış sonuç veriyor. Hiç problem değil. Pili bitmiş bir saat de günde 2 kez doğru zamanı gösterir. O nedenle kişinin ağırlığında bir değişim olduğu takdirde yanlış sonuç verdiği düşünülen bir baskül de aradaki farkı doğru olarak gösterir. Önemli olan sürekli aynı baskülü temel almaktır. Öte yandan baskülün hangi zemin üzerinde bulunduğu da dikkate alınmalıdır. Halı ve parke üzerinde yapılan 2 farklı ölçümün de uyumsuzluk göstermesi olasıdır.


TARTILIRKEN GİYDİĞİNİZ KIYAFET DE ÇOK ÖNEMLİ 

İlk tartımda üzerinde pijamaları bulunan bir birey, ikinci ölçümde takım elbise giyerek tartılırsa arada bir farklılık görülmesi de çok doğaldır. Benzer şekilde bir şeyler atıştırmak da sonucu direkt olarak etkilemektedir. Rutin bir öğlen veya akşam yemeği kişinin ağırlığını 500 - 1000 gram etkilemektedir. Sabahtan akşama kadar tüketilen tüm besinler düşünüldüğünde, kahvaltı öncesi 72 kg gelen bir bireyin gece yatarken 74 kg çıkması çok da tuhaf karşılanmamalıdır. Kişi ertesi sabah kahvaltı öncesi, dışkılama sonrası baskülde yine 72 kiloyu görmüyorsa o zaman ağırlıkta bir değişim vardır. O nedenle sürekli tartılan bireylerin bu alışkanlığı bırakmalarında yarar vardır.

Diyet süresince kaçamakların olduğu esnada ağırlık kaybı ile karşılaşıldığında, kişi moral kazanır. Buna rağmen kilo verebilmişim şeklinde düşünceye sevk eden sonuç kişiyi motive eder. Bazı durumlarda ise tam tersi ile karşılaşılabilir: Çok başarılı bir şekilde uygulanan beslenme ve egzersiz programının ardından kilo aldığını fark eden kişi demoralize olur. Halbuki hemen endişelenmemek gerekir. Vücut ağırlığını etkileyen pek çok parametre vardır. Öncelikle bunların gözden geçirilmesi gerekir.

Tüm bu ilkelere rağmen kabızlık, ishal, kusma, bazı ilaçların kullanımı ve adet dönemi gibi özel durumlar vücut ağırlığını etkilemektedir. Her saat başı tartıya çıkılsa dahi, gün içerisinde aynı 2 rakamı görme şansı çok düşüktür. Mesela 2 bardak su içilmesi durumunda yaklaşık olarak yarım kilo ağırlık kazanılmaktadır. Öte yandan sauna veya ishal nedeni ile vücuttan bol miktarda sıvı kaybedilmektedir. Böylesi durumlar kişinin kilo aldığını veya verdiğini göstermez elbet. O nedenle belirtilen ilkelere bağlı kalınarak yapılacak tartımlar en doğru sonucu verecektir.

İnsanların büyük birçoğu evlerinde bulunan basküllerin yanlış sonuç verdiğinden şikayetçidir. Halbuki her ölçüm cihazı aynı sonucu verecektir diye bir kural yoktur. Ona bakılırsa ülkemizdeki hiçbir cetvelin boyu birbirini tutmamaktadır. Aynı şey tartılar için de geçerlidir. Varsayalım evdeki baskül yanlış sonuç veriyor. Hiç problem değil. Pili bitmiş bir saat de günde 2 kez doğru zamanı gösterir. O nedenle kişinin ağırlığında bir değişim olduğu takdirde yanlış sonuç verdiği düşünülen bir baskül de aradaki farkı doğru olarak gösterir. Önemli olan sürekli aynı baskülü temel almaktır. Öte yandan baskülün hangi zemin üzerinde bulunduğu da dikkate alınmalıdır. Halı ve parke üzerinde yapılan 2 farklı ölçümün de uyumsuzluk göstermesi olasıdır.

İlk tartımda üzerinde pijamaları bulunan bir birey, ikinci ölçümde takım elbise giyerek tartılırsa arada bir farklılık görülmesi de çok doğaldır. Benzer şekilde bir şeyler atıştırmak da sonucu direkt olarak etkilemektedir. Rutin bir öğlen veya akşam yemeği kişinin ağırlığını 500 - 1000 gram etkilemektedir. Sabahtan akşama kadar tüketilen tüm besinler düşünüldüğünde, kahvaltı öncesi 72 kg gelen bir bireyin gece yatarken 74 kg çıkması çok da tuhaf karşılanmamalıdır. Kişi ertesi sabah kahvaltı öncesi, dışkılama sonrası baskülde yine 72 kiloyu görmüyorsa o zaman ağırlıkta bir değişim vardır. O nedenle sürekli tartılan bireylerin bu alışkanlığı bırakmalarında yarar vardır.

Yazının Devamını Oku