Ekonomi, siyaset ve global kredi krizi nedeniyle biraz sıkıntılıydı. Euro 2 YTL civarındaydı. ‘Euro, 2.5-3 YTL’ye gidebilir, TL kredisi kullansaydın’ uyarısı yapanlar oldu. Benim karşılığım ise ‘Hiçbir şey sonsuza kadar yükselmez, ikinci yarıda dolar güçlenir’ olmuştu.
Aslında bazı durumlarda ekonomik gelişmeleri, piyasalarla ilgili eğilimleri tahmin etmek mucizevi değil. Sonuçta her şey bir döngü… Piyasaları yönlendirenler, tabiî ki somut bazı gelişmeler nedeniyle, para yatırdıkları enstrümanları değiştiriyorlar. O nedenle hiçbir şey ‘hep çıkmıyor’ ya da ‘sonsuza kadar’ düşmüyor.
Sıra ABD Doları’nda mı?
Türkiye’de büyümenin başladığı 2004 yılında konut kredisi için dolar tercih etmiştim. O tarihte dolar 1.5 YTL idi. Kısa süre sonra düşmeye başladı. Ben 1.15-1.3 aralığından borcumu ödeme şansını yakaladım. O tarihte tahminim, Türkiye’nin büyüme sürecine gireceği ile ilgiliydi. Şimdi dünya çapında, büyük bir değişiklik yaşanıyor. Aslında bu değişikliği tanımlamaya ‘büyük’ kelimesi bile eksik kalıyor, ‘dev’ demek gerekiyor. Rakamları görünce siz de hak vereceksiniz.
Son 41 yıldan gelen mesajlar
Doların, diğer para birimleri (önceleri Mark, Pound, Yen, şimdi Euro) karşısındaki değerini 1967 yılında bu yana değerlendiren bu tablodan şu mesajlar çıkıyor:
1. Doların ‘yükseliş’ ya da ‘düşüş’ eğilimi içinde bulunduğu dönemler gerçekten çok uzun sürüyor. Bu, trend değişikliğinin zor ve güçlü olduğunu ortaya koyuyor.
2. ‘Yükseliş’te ortalama süre 1.710, ‘düşüşte’ 1.610 gibi yüksek düzeylere ulaşıyor.
AKP davasından sonra yavaş yavaş hareketlenme var’ diyor. Gerçekten de bazı alanlarda canlılık başladı. Ancak, özellikle küçük ve orta ölçekli şirketlerde ciddi sıkıntılar devam ediyor.
Sıkıntıları iki cepheden gözlemek mümkün… Birincisi, okurlardan gelen mesajlar… Hafta içinde ‘feryat’ şeklinde bir mesaj aldım. ‘3 yıl önce mali müşavirlik bürosu açtım ama bin pişman oldum’ diye başlayan okur, etrafındaki havayı şöyle anlatıyor:
‘İşyerleri kapanan kapana… Piyasalar çok kötü… Tekstil ve konfeksiyon şirketleri can çekişiyor, çoğu ölüm döşeğinde… Ya kapanıyor ya da şehir dışına taşınıyorlar. Bazıları yurtdışına gidiyor. Ne olacak bu firmalarda çalışanların hali?’
Altta kalanın canı çıksın!
Gerçekten küçükler cephesinde işler kötü… Bir işadamından dinlemiştim. ‘Piyasada nakit döngüsü yavaşladı, ödemelerde sıkıntı var. Bundan en büyük darbeyi de küçükler görüyor’ demişti. Gücü yeten alacağını alıyor, alamayan finans gücüyle ayakta kalıyor. Parası olmayan ise zora giriyor.
İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO), ‘İlk 6 Ay Durum Raporu’ da tam bunu doğruluyor. Raporun içinden buradaki tabloyu özetledim. Dikkatinizi çekiyorum. Her göstergede en büyük darbeyi ‘küçükler’ yemiş.
İSO, işletmelere ‘Üretim, İç Satış, İhracat ve Yeni Sipariş’ konusundaki performanslarını sormuş, ‘ne kadar azalma’ olduğunu talep etmiş. Örneğin, küçüklerde üretim yüzde 40 azalırken, büyüklerde yüzde 24.7’de kalmış. Yeni siparişler küçüklerde yüzde 41.7 azalmış, büyüklerin oranı gördüğünüz gibi bir hayli sınırlı olmuş.
Ancak, küçüklerin yaşadığı sorunda, yönetim ve yeni dönemi algılama, ‘ciroyu kar zannetme’ gibi faktörlerin de rol oynadığını düşünüyorum. Ona da dikkat çekmiş olayım.
Bazen öyle bir rüzgar esiyor ki, ‘Tamam, her şey düzeldi’ değerlendirmeleri yapılıyor. Son birkaç gündür dünyada yaşanan iyimserlik, bu tip görüşleri daha sıkduymamıza neden oluyor… Peki gerçekten ABD’de ‘durgunluk’ (Resesyon) olasılığı ortadan kalktı mı?
Kritik soruların yanıtı
Daha önce yazmıştım… ABD’de durgunluğa girildiğini resmi olarak Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu’nun (NBER) açıklıyor… Zaman zaman kurumun başındaki Martin Feldstein’in görüşlerini alır, yazılarımda kullanırım. En son birkaç ay önce görüşünü aldığımda şunlara dikkat çekmişti:
‘Kişisel değerlendirmemi sorarsan, şu anda ekonominin resesyon içinde olduğuna inanıyorum. Bu kez biraz daha fazla süreceğini düşünüyorum. Çünkü, kredi piyasasındaki sorunlar çok daha derin.’
Martin Feldstein’e, ‘Hala resesyon olasılığı yüksek mi?’ diye sordum. ABD ekonomisinin bütün verilerini elinde tutan, çok iyi bir ekonomist olan Feldstein, hala aynı görüşte. ‘Ne yazık ki ekonominin bir durgunluğa doğru gitmekte olduğunu görüyorum’ sözleriyle de bunu ortaya koyuyor.
Konut fiyatları hala düşüyor
Martin Feldstein, bu görüşüne gerekçe olarak ise konut fiyatlarındaki düşüşü gösteriyor. Ona göre, en sağlıksız veriler konut pazarından geliyor ve gelmeye de devam edecek. Feldstein, ‘Konut fiyatlarındaki düşüş devam ettiği müddetçe, ekonominin sağlıklı hale gelmesi mümkün değil. Önce konut pazarının istikrar kazanması gerekiyor’ diyor.
Martin Feldstein, ABD ekonomisi hakkında ‘olumsuz’ düşünenler cephesinde yer alıyor. Ancak, ‘en kötüler’ arasında değil. Nouriel Roubini ve Alan Greenspan gibi ‘daha kötümserler’ de var. Feldstein’in farkı, ekonominin verilerini elinde tutması ve daha makul tahminler yapmasıyla tanınması… O nedenle görüşlerini dikkate almak gerekir diye düşünüyorum.
Ekonomideki sıkıntılara ihracat son 12 ayda 127.2 milyar doları yakaladı. Böylece, yıl sonu hedefi olan 125 milyar dolar da aşılmış oldu. Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, ‘Hedefi 130 milyar dolara çıkardık’ diye, ihracatçılara moral verdi…
Geçenlerde bir işadamından dinlemiştim. ‘Ben bu ihracattaki artıştan hiçbir şey anlamıyorum. Bir yanda ağlayan ihracatçılar, diğer yandan da ardı ardına gelen rekorlar’ demişti. Rakamlar tam da bunu ortaya koyuyor. ‘İhracat katarı’, her şeye rağmen yoluna devam ediyor.
Bu bir başarı öyküsüdür
Evet, Türkiye’nin ihracattaki performansı tam anlamıyla başarı öyküsüdür. Bunu bir kez daha hatırlatmakta, bazı rakamları paylaşmakta yarar görüyorum.
Aslında tablo her şeyi ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü’nün (UNCTAD) verilerine göre, Türkiye’nin 1980 yılındaki ihracatı 2,9 milyar doların biraz üzerindeymiş. 2007 yılı sonunda ise yüzde 3 bin 571 oranındaki artışla 106 milyar doları aşmış.
Bu performans, Türkiye’yi, 1980-2007 yılları arasındaki artış sıralamasında, ilk 10 ülke arasına sokuyor. Ancak, ilk 10 ülke arasında Çin, Tayland ve Angola’yı dışındaki ülkeleri dikkate almamak gerekiyor. Rakamları çok düşük… böyle baktığımızda yeri daha da önem kazanıyor.
Devamı kolay olacak mı?
İlk defa bu kadar kötümser gördüğüme, moralinin çok bozuk olduğuna dikkat çekmiştim. Son sözüm de ‘benim de moralim bozuldu’ olmuştu.
Ancak, bunları hatırlatırken, o dönemin ruh halini de anımsamakta yarar var. ABD’deki global kriz iyice derinleşmişti. Türkiye’de kapatma davasının olumsuz beklentileri en üst düzeydeydi ve Ergenekon rüzgarı esiyordu… Aslında kötümser olmak için yeterince neden vardı.
1 ay sonranın görünümü
Geçen hafta Anayasa Mahkemesi’nden AK Parti’ye ‘Hazine yardımını kısma’ kararı çıktı. Piyasalarda yaşananları, yerli ve yabancı yatırımcıların değerlendirmelerini biliyorsunuz… Neredeyse bir coşku havası var. Peki Ergun Özen’in morali yerine geldi mi? Yeni kararı sonrası ekonomiye nasıl bakıyor?
Moraller yerine döndü
Ergun Özen’e önce ‘Moraller düzeldi mi?’ diye sordum. ‘Evet, evet’ diye yanıt verdi. Ardından da Anayasa Mahkemesi kararından sonra ‘ekonomiye bakışını’ özetledi… Gördüğüm kadarıyla ‘moral var’, ancak birkaç önemli endişesini de dile getirmeden geçmemiş:
-Siyasi belirsizlik ortadan kalkınca kamu oyu şimdi Türkiye’deki ekonomi ile ilgili konulara odaklanacak. Cari işlemler açığı sorunu, düşen büyüme hızı ve tutmayan enflasyon hedefleri bunların başında geliyor.
-Global krizin hala devam ettiğini düşünürsek biz
Eski CEO Atila Vitai, Londra’ya döndü, yerine ise bir Türk yönetici aranıyor. Londra’daki merkezin anlaştığı yerli ‘beyin avcısı’ bir süredir arayışlarını sürdürüyor.
Benim edindiğim bilgiye göre yeni genel müdürün profili şöyle olacak: ‘Yerli CEO’ olması ilk koşul… İkincisi, yeni yöneticinin tüketiciye yakın olması hedefleniyor. Yani hızlı tüketim ürünleri ya da bankacılık sektörünü iyi tanıyan biri olabilir. Üçüncüsü, CEO adayı teknolojiyi de iyi bilenler arasından seçilecek.,
Peki yeni CEO kim?
Bu sorunun yanıtını herkes merak ediyor. Benim bilgilerime göre şu anda 3 önemli aday var. Birincisi, büyük bir teknoloji şirketinde görev yapıyor. İkinci aday bankacı, üçüncüsü ise ülke dışında görev yapan bir Türk yönetici… Görüşme ve değerlendirme süreci devam ediyor. Her an atama yapılabilir.
Bana görüşümü sorduklarında, her ikisine de, ‘Senin yerinizde olsam gitmezdim. Yabancı şirketten sonra zor olabilir’ demiştim. Her ikisinin de görev süresi 1 yıldan az oldu.
Hazım Ellialtı, Eti’ye CEO olarak gittiğinde de aynı görüşü, arkadaşlarımla paylaşmıştım. Bana sorsaydı, önerimin ‘gitme’ yolunda olacağını belirtmiştim. Bu nedenle geçen hafta içinde ayrılması bu nedenle sürpriz olmadı. Birkaç nedenle bu görüşümün gerekçelerini ortaya koyayım:
Aileyi yönetmek kolay değil
-Kurucu işin başındaysa, dışarıdan gelen CEO’nun kritik kararları sorun yaratabiliyor.
-CEO’lar, kendine özgü kültür ve değerleri olan bir aile şirketini, birden global şirketmiş gibi yönetmeye kalkıyorlar.
-Deneyimli CEO’lar, ‘İşimizin önemli parçası, patronu yönetmektir’ der. Anladığım kadarıyla ilişki yönetiminde sorun yaşanmış.
Patronu yönetmek gerek
-Aileden çok kişinin işin içinde olduğu durumları, özenle yönetmek, iş dağılımını iyi yapmak gerekiyor. Aileye, ‘Sen karışamazsın’ demek, özellikle geçiş aşamasında çok doğru değil.
Hatta aralarında çok umutsuz olan, morallerini hiç bu kadar kötü görmediğim yöneticiler olduğunu paylaşmıştım.
Hafta içinde Sabancı Holding’in CEO’su Ahmet Dördüncü ile sohbet edince, biraz daha moral buldum. Çünkü, Dördüncü, dünyadaki dalgalanmaya ve Türkiye’deki sıkıntılara rağmen ‘umut’ doluydu. ‘Ben doğam itibariyle olumlu bir insanım. Bardağa dolu tarafından bakmayı severim, ancak boş tarafını da gözden kaçırmamaya dikkat ederim’ sözleriyle bana da moral verdi.
Bir devin penceresinden
Sabancı, çok sayıda sektörde faaliyet gösteren bir grup… O nedenle performansı, Türkiye’de işlerin gidişi hakkında da ip ucu veriyor. Örneğin, Dördüncü’nün sözlerinden, perakendede, özellikle gıda dışında büyümenin ‘sıfıra’ yakın olduğunu anlıyoruz. Gıda da ise büyüme devam ediyor.
Genele bakıldığında ise holdingde işler yolunda gidiyor. İlk 6 ay sonuçları, bütçeler doğrultusunda gidiyor. Dördüncü, ‘İlk 6 ayı tedirginliğin hüküm sürdüğü ve bizim de temkinli bir iş planı yaptığımız ruh hali ile geçirdik. Rakamlar, bütçelerimize ulaştığımızı ortaya koyuyor. Hedefe ulaşmak doğal olarak beni mutlu ediyor’ diye konuşuyor.
Tedirginliklerim de var
Ahmet Dördüncü, ‘umutlu’ ancak geleceğe yönelik bazı endişelerinin de olduğuna dikkat çekiyor: