Sabah önce ‘İyimser’ denen rakam yüzde 11.9 geldi. Herkes ‘iyimserliğin’ nedenini araştırırken, esas büyük sürprizi ise Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) açıklaması yaptı. Yeni rakam sanayi üretiminin yüzde 17.6 azaldığı yönünde idi.
Daralma bazı sektörlerde daha dramatik… Bunların başında ise otomotiv geliyor.
Motorlu taşıtlar sektöründeki üretim daralması, kasım ayındaki yüzde 41.2’den sonra Aralık’ta yüzde 52’nin üstüne çıktı. Konuştuğum yöneticiler, birkaç ay daha üretimdeki düşüşün devamını bekliyorlar.
Tabii üretim, satışın yansıması… Satış, hem iç Pazar hem de çok kötü gidiyor. Stokların tutulduğu alanların fotoğrafları da bunu çok açıkça ortaya koyuyor.
Standby Anlaşması yapan ülke sayısı sadece 15 ile sınırlı… Gördüğüm kadarıyla başvuran ve anlaşma aşamasında olan Türkiye dışında başka ülke de yok. Belarus, Macaristan, Ukrayna, İzlanda gibi Avrupa ülkelerinin yanında birkaç Afrika ve Güney Amerika ülkesi var. Bunların ortalama anlaşma süresi 2 yıl, kredi tutarı ise 33.4 milyar dolara yakın.
Bir de yoksullar var
IMF’nin anlaşmaları arasında Standby’ın yanında ‘Yoksulluk ve büyüme’, ‘Çok borçlu ülkelere yardım’ ve ‘Çok taraflı yardım inisiyatifi’ gibi yapılar da yer alıyor. Bu anlaşmalar daha çok yoksul Afrika, Asya ve Amerika’daki ülkeleri kapsıyor. Bir anlaşmada 28, diğerinde 34 sonuncusunda ise 25 ülke var. Ancak, bazı ülkelerin 2 ya da 3 anlaşmada da yer aldığını düşünürsek, toplam sayı 42’ye ulaşıyor. 15 standby’cı ülke de eklenince ‘IMF’le Çalışanlar Kulubü’nün üye sayısı 57’ye ulaşıyor.
KRİZ, HER ŞİRKETİ FARKLI ETKİLİYOR
Yaşanan ekonomik krizin her sektöre, her şirkete yansıması farklı oluyor. Tek tip bir etkiden söz etmek mümkün değil. Geçenlerde düzenlediğimiz bir CEO toplantısında, editör arkadaşlarımdan, bu doğrultuda bir anket yapmalarını rica etmiştim. Gelen görüşleri analiz ettiğimde ortaya tahmin ettiğim gibi bir tablo çıktı. Ben genel ruh halini 6 başlıkta topladım. Sanıyorum iş dünyasını bir ölçüde yansıtmaya yetiyordur:
1. Alternatif arayışındakiler: Örneğin, Collezione’nin sahibi Ekrem Akyiğit, döviz kurlarının düzeyi nedeniyle, giyim üretimine giriyor. Bu nedenle bin kişi çalıştıracağı yeni üretim tesisini devreye alma sürecini hızlandırdığını söylüyor.
Yeni anlaşma için uzunca süre beklendi. ‘İhtiyati’ ya da ‘stand by’ seçenekleri tartışıldı. Hükümet uzunca süre hiçbirine yaklaşmadı. ‘Ümüğümüzü sıktırmayız’ stratejisi öne çıkarıldı.
Ancak, krizin alevlenmesiyle birlikte IMF yeniden gündeme geldi. Yeni bir anlaşma için görüşmelere 15 Aralık’ta başlandığı açıklandı.
Mayıs 2008’den bu yana neredeyse 10 ay geçmiş. Son görüşmelerde ise 1.5 ayı geride bırakmışız. Hala ‘ilerleme sağlandı’ noktasındayız.
Ortalama anlaşma süresi
Ben de yıllardır iş ve ekonomi gazetecisi olarak bu raporlardan yararlanır, dergilerimde kullanırım. Ancak, son dönemde görülüyor ki, bu raporlar, dünya ekonomisini okumakta, geleceği tahmin etmekte çok zorlanıyor. IMF’nin son 7 ayda yayınladığı her rapor, bir öncekinde ne ölçüde ciddi tahmin kaymaları olduğunu ortaya koyuyor.
Daha önce ‘Uzmanlar Ne Diyor’ (What Experts Say) adlı kitaptan söz etmiştim. Kitapta her alana yönelik tahminlere, bunların bir süre sonra ne kadar anlamsız olduğu bilgisiyle yer veriliyor. Ekonomiyle ilgili bölüm, krizleri tahminde, büyük ekonomist ve dev kuruluşların yanılgıları sıralanıyor. Örneğin, bu bölümde, ‘bu bir kriz değil’ tahminini, ‘büyük bir durgunluğun’ izlediği bilgisi veriliyor.
IMF de zorlanıyorsa!
Aslında tahminler, olağandışı gelişmeler ve dönüşmeler sırasında zorlaşıyor. Televizyon, telefon gibi teknolojik icatlarda da yanılmalar olmuştu. Benzer yanılmalar, sıra dışı ekonomik olaylarda da kendini gösteriyor. Şimdi öyle bir dönemden geçiyoruz. Gerçekten de tahmini zor bu dönem, IMF gibi kurumları da zorluyor.
Bir de tablo ile desteklediği bu saptamasında, dünyadaki likiditenin önemli bölümünün “türev” ürünlere bağlı olduğunu ortaya koymuştu.
Özetle, dünyadaki paranın sadece yüzde 1’inin “güçlü paradan”, yani merkez bankaları odaklı likiditeden kaynaklandığına dikkat çekmişti. “Türev ürünlerin” büyüklüğünün ise dünya GSMH’sının yüzde 802’sine, toplam likiditenin de yüzde 75’ine denk geldiğinin altını çizmişti.
Bu değerlendirme, Merkez Bankası (MB) Başkanı Durmuş Yılmaz ile sohbet ederken, bir sorumuza yanıt verirken aklıma geldi. Başkan’dan, ‘Krizden çıkışın başladığını nasıl anlarız?” diye sormuştuk.
Yılmaz, krizin, Amerika’da başladığını, çıkışın da oradan olacağının altını çizdi. Ancak, bankacılıktaki zararların tamamen anlaşılamadığına dikkat çeki. Sistem o kadar büyük ve karmaşık hale gelmiş ki, işin içinden çıkılamıyor. Bunda, yukarıda dikkat çektiğim ‘türev’ ürünlerin katkısı çok büyük.
Çıkışı ne zaman anlarız?
İşin karmaşıklığına dikkat çeken Yılmaz, önümüzü görmek açısından bazı ip uçları verdi.
Buna bakarak, aradığımız sorunun yanıtını bulmamız mümkün:
- ABD’de mali sistemde sorun yaratan enstrümanlar var. Bunların hızla ayıklanması gerekiyor. Ancak, ABD’de bu işlemler çok hızlı yürümüyor.
O kadar kötü haber arasında, dinlediklerim, tekstil ve giyim sektörü adına sevindirdi. ‘Hiç değilse bazı şirketlerin işleri fena değil’ diye düşündüm.
Şimdi bu sözlerimi, ‘Biz de aynı sektördeyiz. Şirketi kapattık, çalışanları çıkardık’ diye eleştirebilirsiniz. Ancak, bu sektörde bir grup şirketin işinin iyi olduğu açık. Bu gerçeği daha önce Denizli ve Uşak’ta da görmüş, paylaşmıştım.
Sektörü yakından izleyen Aynur Bektaş’ın değerlendirmelerinden sonra birkaç işadamı ve yöneticinin görüşlerini de aldım. Ortaya sektörle ilgili önemli mesajlar çıkıyor. Bunlar, sektörün bugünü, geleceği ve büyüme potansiyeli hakkında da sizlere ip ucu verecektir.
2009’a olumlu başlangıç
1. Krize rağmen sektörde işler fena değil. Bunu da giyim ve tekstilin ihracattaki payının, 2008’deki yüzde 17.6 düzeyinden, Ocak’ta yüzde 22,8’e çıkmasından görüyoruz.
2. Ocak ve şubat ayları da giyimde iyi gidiyor. Artış, adetsel bazda yüzde 30’a ulaşmış durumda. Üstelik mart ayı da iyi görünüyor.
3. Ancak, şu anda nisan sonrası biraz belirsiz. İyi giden Aralık-ocak dönemi siparişleri 6 ay öncesinden, yani krizden önce gelmişti. Bundan sonrakiler ise kriz dönemi siparişler olacak.
Merkez Bankası’nın 2 puanlık şok indirimi, bu tabloyu önemli ölçüde değiştirdi. Şimdi yeni tabloya bakıyorum, Türkiye 3’ncü sıraya gerilemiş durumda. Bizim üstümüzde ise Brezilya ile son dönemde ekonomisi bozulan Macaristan var.
Dünyada ‘reel faiz şampiyonları’ listesi uzun süredir değişmiyor. İlk 10-15 ülke aynı, iniş ve çıkışlar oluyor. Türkiye, bu listede son 6 aydır iyi performansıyla öne çıkıyor. Örneğin, son 6 ayda, merkez bankası kısa vadeli faiz oranları en hızlı Türkiye’de düşüş gösterdi. Tabloda ilk 10 ülkenin durumunu görüyorsunuz. Türkiye, Eylül 2008’den bu yana oranları 16.75’den 13.75’e indirmiş. Venezüella’da 3’ün üstünde düşüş var. Diğer ‘yüksek oranlı’ ülkelerde ise fazla bir hareket öne çıkmıyor. Hatta bazılarında yükselişler bile var.
Bundan sonrası önemli
Gerçekten sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada faiz açısından bundan sonrası önemli… Çünkü, ‘artırmak, düşürmekten’ daha zor olabilir. Sonunda dünyadaki merkez bankaları, özellikle büyük ülkeler, faiz indiriminde duvara dayandılar. Bundan sonra faizlerdeki hareket, ‘artırma‘ şeklinde olacak.
O zaman, artırmayı ekonomideki canlanmayı bozmadan yapmak öne çıkacak. Üstelik büyüme döneminde emtia fiyatlarının da artması gündeme gelecek.
Türkiye gibi ülkelerde ise ‘yüksek reel faiz’, ülke dışından fon çekme ve kuru kontrol etme konusunda önemli rol oynuyor. Önümüzdeki aylarda 1 puanlık indirim sonrasında Türkiye’de de faiz indirimi konusunda fazla gidecek yol kalmayabilecek. İşte bu aşamadan sonrasını yönetmek, ekonomi ve piyasalar açısından hayati olacak.
Ancak, bir süre sonra sözünden vazgeçip, örneğin kendine maliyeti 3.000 TL olan televizyonu, zararına 2.700 TL’ye mağazalarında satmaya başlıyor. Yani ürün başına 300 YTL zararına satıyor. Amaç, tüketiciyi mağazaya çekip, hacim yaratmak ve gelmişken diğer ürünlerden almasını sağlamak…
Bu şaşırtıcı gelişme sadece televizyonda, sadece bir şirket tarafında yaşanmıyor. Yaşanan ekonomik krize rağmen büyümeye, mağaza açmaya kararlı görünen teknoloji perakendeciliğinin neredeyse tamamında var. Yabancılar, sektörün içindekiler ve dışarıdan izleyenlere garip gelebilecek şekilde Türkiye pazarına ilgi gösterip, yatırıma devam ediyorlar.
Teknoloji perakendeciliği ve elektronik sektöründe kiminle konuşursanız konuşun bir gerçekten söz ederler… Dünyanın önde gelen şirketlerinin tamamının girdiği hiçbir ülke neredeyse yok. Best Buy, Media Markt, Curcuit City, Compusa ve Kesa gibi şirketlerin liderlik ettiği bu sektörde, devlerin 1 ya da 2’si, en çok 3’ü aynı anda giriş yapar. Tamamına yakınının girdiği ülkeye şimdiye kadar rastlanmamış.
Ancak, Türkiye’ye Media Markt girdi. Electro World ve Kesa geldi. Best Buy ve Saturn hazırlıklarını tamamlıyor.
Üstelik Türkiye’de Teknosa, Vatan, Bimeks gibi güçlü yerel perakendeciler de var. Onlar da mağaza açmaya devam ediyorlar. Hepsinin hedefinde ise düşük sahiplik oranları ve 10 milyar dolarlık Pazar var. Yaklaşık 2.5 milyar doları beyaz eşyadan gelen bu ciro, 32 bin satış noktasından sağlanıyor. Dağınık ve geleneksel bir yapı, yabancı ve yerlileri yatırıma çekiyor. Hedef pazarı organize hale getirmek, ardından da büyütmek…
Acil ‘Borsa dostu’ başkan aranıyor
Piyasalarda ABD’nin yeni başkanına yönelik büyük beklentiler var. 20 Ocak’ta başkanlığı üstlenecek olan Obama’nın açıklayacağı paket ve uygulayacağı istihdam politikasıyla, ekonomiyi canlandırabileceğine inanılıyor. Zaten piyasa bunun işaretlerini de 7500’lere kadar gerileyen Dow Jones’un 9000’lere çıkmasıyla vermişti…
Ardından olumsuz haberlerle birlikte satışlar geldi, son olarak 8200 düzeylerine kadar geriledi. ABD’deki bu satış dalgası, dünyayı, doğal olarak da Türkiye’yi de aynı şekilde etkiledi. Sonrasının ne olacağını ise yaşayarak göreceğiz.