PaylaÅŸ
Yeni anlaşma için uzunca süre beklendi. ‘İhtiyati’ ya da ‘stand by’ seçenekleri tartışıldı. Hükümet uzunca süre hiçbirine yaklaşmadı. ‘Ümüğümüzü sıktırmayız’ stratejisi öne çıkarıldı.
Ancak, krizin alevlenmesiyle birlikte IMF yeniden gündeme geldi. Yeni bir anlaÅŸma için görüşmelere 15 Aralık’ta baÅŸlandığı açıklandı.Â
Mayıs 2008’den bu yana neredeyse 10 ay geçmiş. Son görüşmelerde ise 1.5 ayı geride bırakmışız. Hala ‘ilerleme sağlandı’ noktasındayız.
Ortalama anlaÅŸma süresiÂ
Oysa krizden zarar gören bazı ülkeler daha hızlı davranıyor. Özellikle Ekim ayından sonra IMF ile görüşmelerin hızlandığı, bu dönemde standby talep eden ülkelerin önemli bölümünün anlaşmaları sonuçlandırdığını görüyoruz. Hızlı ülkelerde anlaşma sona erdirme süresi 24 gün ile 1 ay arasında değişiyor.
Küçük olmasına rağmen anlaşma imzalaması uzun zaman alan ülkeler de var. Tıpkı Sırbistan gibi… Bu ülke ile anlaşma tam 114 gün sürmüş. İkinci sıradaki Belarus’un süresi ise 82’e ulaşmış.
Türkiye, önemli ve güçlü bir ülke… IMF ile anlaşmasının zaman alması normal… Ancak, yaşadığımız krizin zorluğu dikkate alınarak, bunun bir an önce sona erdirilmesi gerekiyor. Çünkü, ‘IMF’yle ne zaman anlaşırsak, o zaman anlaşırız’ yaklaşımı, beklentiler içindeki özel sektörün derdine çare olmuyor.
CEO’LARIN DAVOS’TAN ALDIĞI 8 DERS
Dünya Ekonomik Forumu’nun Davos toplantılarına bu yıl Başbakan Erdoğan vurdu. Ancak, bu tartışmaların olduğu zirvede, çok sayıda işadamı, CEO ve siyasetçi, başta kriz olmak üzere çeşitli konuları tartıştı, çıkış yolu aradı ve yeni bir vizyon belirlemeye çalıştı.
İş dünyasından bu yıl katılım sanıyorum biraz daha az oldu. Çünkü, her yıl katıldığını bildiğim bazı CEO’lar, mesajıma, ‘buradayız’ yanıtını verdiler. Bazıları iş, bazıları da ‘anlamsız’ bulduğu için Davos’a gitmemişti. Örneğin, Eczacıbaşı CEO’su Erdal Karamercan, ‘Karamsarlığa kapılmamak için bu yıl katılmadım’ diyor.
Ancak, giden CEO ve işadamlarına, ‘çıkardıkları mesajı’ sordum. Bazıları isim belirtti, bazılarının da ismi bende kaldı. Sonuçta ortaya şöyle bir mesajlar demeti çıktı:
1. Herkes büyümenin zor olacağı ve zaman alacağı konusunda birleşti. Bunun da işsizliği ciddi şekilde artıracağına artık kesin gözüyle bakılıyor.
2. Finansal kriz şimdi reel sektörü etkiliyor. Düzelme, belki 2009 yılının son çeyreğinden itibaren başlayabilir. 2010 ise büyüme ve iyileşme yılı olarak görülüyor.
3. Kurtarma paketlerinin etkisinin sınırlı olacağı, esas gücün ‘faiz indirimlerinden’ alınacağına herkes inanıyor. Ama bunun nasıl ve ne zaman olacağını da kimse bilmiyor.
4. Koç Otomotiv Grubu Başkanı Turgay Durak’a göre, dünyadaki ‘tek başlılıktan’ şikayet edildi. CEO’lar ve politikacılar, Batı ekonomilerinin dünya finans piyasalarına yön vermesinden vazgeçilmesini talep ettiler. Bunun yerine çok taraflı uzlaşma ile dünya ekonomisine yön verilmesi gerektiğini belirttiler. ‘Büyük bir uzlaşma şart’
5. Nisan ayı başında Londra’da G20 toplantıları yapılacak. Bu toplantılarda bazı somut önlemlerinin alınmasının, ‘güven artırıcı’ etkisinin olacağı konusunda uzlaşmaya varıldı.
6. Turgay Durak’ın aldığı mesajlardan biri de ‘küresel ısınmaya’ yönelik idi. Ona göre, büyük devletler milyarlarca dolarlık canlandırma paketleri açıklarken, bazıları da ‘yenilenebilir enerji’, ‘karbon salınımının azaltılması’ ve ‘iklim değişikliği’ gibi konuların öne çıkmasına çaba gösterdi.
7. Son yıllarda özellikle finans piyasalarında ‘inovative ürünler’ öne çıkıyor. Toplantılarda, krizin bir miktar bunlardan kaynaklandığı üzerinde duruldu. Yaşar Holding Başkanı Feyhan Yaşar, ‘İnovative ürünler ile düzenleyici kurumlar arasındaki dengenin bozulduğu, bunun da krizin oluşmasını kolaylaştırdığı savunuldu’ sözleriyle, bu konuya dikkat çekiyor. Katılımcılar, yeni denge için, yeni kurallara ihtiyaç olduğunun altını çizdiler.
8. Herkeste bir ‘Çin korkusu’ vardı. Garanti Bankası CEO’su Ergun Özen, ‘Çin’de büyümenin yüzde 5’e düşmesinin çok olumsuz olacağı düşünülüyor. Ancak, beklentiler yüzde 6-7 düzeyinde’ sözleriyle, tabloyu ortaya koyuyor.
KOBİ’LERDEN KRİZ GARANTİ FONU ÖNERİSİ
Okurlarımıza ‘Sorunlarınıza çözüm önerilerinizi yazın, Bakan’a iletelim’ çağrısında bulunmuştum. Öneriler gelmeye devam ediyor. Bunlardan birini okurken, Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı (TİM) Mehmet Büyükekşi’inin açıklaması ajanslara düştü. ‘Bankalar reel sektöre güvenmiyor, Kriz Garanti Fonu oluşturulsun’ diyor ve ekliyor:
‘Güven bunalımını aşmak amacıyla 1 milyar dolar sermayeli Kriz Garanti Fonu’nun kurulması ve bu fonun 5 milyar dolara kadar kefalete imkan vermesini öneriyoruz. Bu fonun kaynağının 500 milyon dolarlık kısmını devlet Hazine kağıdı olarak koyabilir. Bankacılık kesimi de 500 milyon dolarlık katkı sağlayabilir.’
‘Aklın yolu birdir’ derler… Okurlardan da benzer öneriler geldi. Sıkışan, adeta can çekişen Anadolu’nun çeşitli illerindeki KOBİ’ler, işletme sermayesine kavuşmak için acil eylem bekliyor. Örneğin, Afyon’da süt ve süt ürünleri işiyle uğraşan Murat Diyar, ‘Krizden dolayı bankalar kılı kırk yarıyor, hatta kredi vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar’ diye isyan ediyor. Diyar, bunun, iş dünyasında zincir etki yaptığını belirtiyor ve ekliyor:
‘Banka, orta ölçekte bir firmanın kredilerini dondurduğunda, o da kendine mal tedarik edenlere para vermiyor. Böylece sistem tıkanarak gidiyor. Sağlam bilinenler bile sıkıntıya giriyor.’
Murat Diyar ve çok sayıda KOBİ sahibinin önerisi, Mehmet Büyükekşi ile kesişiyor. KOSGEB’in ‘cansuyu’ kredilerinin işe yaramadığını, yeni bir çözümün beklendiğinin altını çiziyorlar. İşte bu noktada Kriz Garanti Fonu öne çıkıyor.
Burada TİM Başkanı’na büyük iş düşüyor. Bildiğim kadarıyla sesini hükümete anlatma, dinletme konusunda sıkıntısı yok. Bence bu konuya sarılmalı, sonuna kadar götürmeli… O zaman TİM Başkanı olarak ilk büyük projesini hayata geçirmiş olur.
Â
Â
PaylaÅŸ