Koray Durkal

Bir teknik adamdan daha fazlası...Wenger

28 Şubat 2013
DÜNYA futbolunun değerlerini ve ekonomisini tamamen değiştiren Arsene Wenger son yıllarda performansıyla tartışılan isimlerin başında geliyor.

1996 yılında menajer George Graham’ın transferlerden komisyon aldığı iddiasıyla kovulmasının ardından Arsene Wenger, kulüp tarihinin Britanya dışından ilk hocası olarak göreve getirildi.
Görüntüsüyle teknik direktörden çok “öğretmene” benzetilen Wenger’i kabullenmek Arsenal taraftarı için kolay olmadı. Ancak Fransız teknik adamın kendini ispat etmesi çok uzun sürmedi. Göreve başladıktan bir yıl sonra Arsenal’in beş sezonluk şampiyonluk hasretini dindiren Wenger, Manchester United hegemanyasını da yıkan isim oldu.

FELSEFESİ TAKLİT EDİLDİ

ARSENE Wenger görevde kaldığı 16 yıl boyunca hem Arsenal’in hem İngiliz futbolunun çehresini yeniden şekillendirdi. Önce takımın savunmaya dayalı futbol anlayışını değiştiren Wenger, uyguladığı antrenman programlarıyla Arsenal’e yeni bir sistem getirdi.
Klasik 4-4-2’yi değiştiren ve beklerden hücuma destek veren kanat oyuncuları yaratan Wenger, hızlı paslarla uyguladığı dikine futbol anlayışıyla da tarihin gördüğü en görkemli takımlardan birinin temelini attı. Bu anlayış ilerleyen yıllarda diğer kulüpler tarafından da başarılıyla taklit edildi.

YENİLMEZLER ONUN ESERİ

WENGER’in dünya futbol tarihine bıraktığı en önemli eser ise 2003-04 sezonunda yazıldı. Tek bir mağlubiyet almadan Premier League şampiyonluğunu kazanan Arsenal ülkede “Yenilmezler” lakabını alırken, tüm gözler Wenger ve uyguladığı sisteme çevriliyordu.

Yazının Devamını Oku

Sol kanattan esen rüzgar Gareth Bale

22 Şubat 2013
Dünyanın en iyi sağ beki Maicon’u iki sene önce sahadan sildi. Galler futbolunun efsanesi olma yolunda adımlar attı, atmaya devam ediyor.

Southampton alt yapısından yetişen ve 5 milyon pound karşılığı Tottenham’ın yolunu tutan Bale’in başlangıç hikayesi oldukça ilginç. Bale kariyerine sol bek olarak başlamıştı. Üstelik iyi bir sol bekti. Herkes 3 numaralı formayla Bale’in dünyanın en iyi sol beklerinden biri olmasını bekliyordu. Ama efsane teknik adam Harry Redknapp onda bambaşka bir cevher gördü. Bale, 2010 yılına kadar kendisinden istenen performansı gösterememişti. Ancak yine de eskisi gibi cılız değil, güçlü ve genç bir futbolcuydu. Arsenal ve Chelsea maçlarında öyle performanslar ortaya koymuştu ki, Kuzey Londra’dan ‘Bale’ sesleri yükselmeye başlamıştı.

Maicon’un kariyerine mal oldu

ŞAMPİYONLAR Ligi’nde oynanan Inter-Tottenham maçı ise Bale için milat oldu. Tottenham, Inter karşısında ilk yarıyı 4-0 geride kapamıştı. Herkes ikinci yarıda tarihi bir fark bekliyordu. Ancak beklenen olmadı. Bale sahada Inter’e karşı adeta tek başına mücadele etti. Sahada fırtına gibi esti ve tam üç gol attı. Dünyanın en iyi sağ beki olarak anılan Maicon da o sahadaydı. Bale, Maicon’u adeta sahadan sildi. Maicon, o karşılaşmanın ardından bir daha asla eskisi gibi olamadı.

Okul takımında keşfedildi

Gareth Bale için lise yıllarının ve Gwyn Morris’in ayrı bir yeri vardı. Bale’in muhteşem yeteneğini fark eden Morris, Galli futbolcuyu muhteşem bir atlet haline getirdi. Bale, atletizm şampiyonalarında boy gösteriyordu. Hatta öyle başarılıydı ki, 1500 metre yarışını 5 dakikanın altında koşarak okuluna birincilik kazandırmıştı. Sadece atletizm de değil, rugby, hokey ve futbolda da başarılıydı... Okulun göz bebeğiydi. Ancak Morris, Bale’in sadece iyi bir solak olmasını istemiyordu. Ona topa sol ayakla dokunmasını yasaklamıştı. Driplinglerde solunu tercih ederse, onu cezalandırıyordu. Bale bu sıradışı eğitimiyle, büyük bir yeteneğe dönüşüyordu.

Biraz Messi biraz Ronaldo

DÜNYANIN en büyük futbol yıldızı Lionel Messi’nin büyüme hormonundaki eksiklik nedeniyle tedavi gördüğünü bilmeyen yoktur. Bale’in de hikayesi bu açıdan Messi’ye benziyor. 12-14 yaş aralığında Bale de büyüme problemleri çekiyor Bale’in benzerlik yaşadığı bir diğer yıldız da Cristiano Ronaldo. Dünyanın belki de en hızlı futbolcusu olan Ronaldo gibi büyük bir potansiyele sahip olan Bale, 100 metreyi 11,5 saniyede koşuyor. İki oyuncunun frikik kullanma teknikleri de büyük benzerlik göstermekte.

Bale atıyor, Tottenham yükseliyor

Yazının Devamını Oku

Bayern Munih’in sırrı ‘Dante’

14 Şubat 2013
Durante Alighieri...

İtalyan şair ve politikacı...
Çoğumuzun Cahit Sıtkı’nın ‘35 yaş şiiri’yle tanıdığı, bildiğimiz ismiyle Dante...
İlahi Komedya’yı yazdığında yıl 1300’ü gösteriyordu ve Dante 35 yaşındaydı...
Yani ömrünün tam ortasında...
Büyük aşkı Beatrice ve gençlik yıllarını kaybettiğinde koskoca 10 yılı geride bırakmıştı...

* * *

Dante Bonfim Costa Santos...

Yazının Devamını Oku

Aykut Kocaman'ı kimse anlayamaz

8 Şubat 2013
Aykut Kocaman, konuşması, duruşu ve Fenerbahçe’ye kattıklarıyla kimsenin kolay kolay çözemediği ilginç bir teknik adam portresi… Bu yazıyı yazmamın sebebi ise dün akşam yaşadıklarım.

Fenerbahçe muhabiri sevgili Ahmet Ercanlar ile birlikte servise binmek için gazeteden ayrıldık. Tabii gündem yine Fenerbahçe ve Aykut Kocaman… Servise bindiğimiz anda arkadaşımız Oğuzhan iyi bir Fenerbahçeli olmasına rağmen, Aykut Kocaman’ın yönetim şekline duyduğu kızgınlığı her zaman ki gibi Ahmet’e yol boyunca sataşarak değerlendirmek niyetindeydi.
İlk cümlesi, “Ahmet ne olacak bu Fener’in hali” oldu.

Ahmet, “Mali işlerde çalıştığın belli faturayı yine bana kestin” diyerek usta bir manevrayla olayı kapatmaya çalıştı ancak Oğuzhan’ın sorusuyla birlikte servis erkeğinden kadınına Fenerbahçe ile yankılanmaya başladı.
Aykut Kocaman’ın sistemini ve ideallerine oldukça inanan Ahmet, tezleriyle karşıt görüşleri bastırmak için çabalasa da yalnızdı. Sağlı sollu sorular karşısında iyice bunalmıştı. Tam Ahmet’in nakavt olacağını düşündüğüm sırada Oğuzhan öyle bir şey söyledi ki konuşmalar bambaşka bir boyuta ulaştı;

“Çocukluk yılları”…

Evet, sohbetin başından beri Aykut Kocaman’ı yerden yere vuran Oğuzhan, “çocukluk kahramanımdı, nefret sebebim oldu” dediğinde servisteki çalışma arkadaşlarımızın hepsi olay mahalini terk edip koltuklarını geriye yasladı ve derinlerde bıraktığı çocukluk yıllarına bir kapı açtı.

Tonton Adile Naşit’in masallarıyla uykuya dalan bir nesilden, genç Kızılderili Yakari’nin maceralarını izleyen bir kuşağa kadar herkes bilinçaltında yer etmiş anıları canlandırıyordu. Unutulmaz samuray Shogun, herkesi gözyaşları içinde bırakan Küçük Ev bu uzun sohbetin misafiri oldu. Elbette birçoğumuzun yaşı o dönemleri görmeye yetmediğinden anlatımlar giderek “evveliyatın yetmez” muhabbetine dönüyor, olay “sen daha vitamindin” ifadelerine kadar gidiyordu.

Herkes çocukluk yıllarına o kadar hızlı dönmüştü ki beklemediğim insanlardan bile farklı isimler çıkıyor, konuşmaktan imtina eden birkaç kişi ise ellerinde telefon, o dönemlere ait programları araştırıyordu. Hiç konuşmadan onları izliyor ara ara ufak cevaplarla hararetli sohbetin nereye varacağını görmek istiyordum.

Yaklaşık 25 dakikalık sohbet sonunda; “bu kadar konuşmadan çıkarmamız gereken sonuç ne” dediğimde ise tek bir cevap vardı;
“Aykut Kocaman’ı kimse anlayamaz”…
Evet, konumuz Aykut Kocaman’dı ama 15 kişiye o kadar farklı bir beyin fırtınası yaşattı ki, Fenerbahçe taraftarının yaşadığı gerçek işte bu demekten kendimi alamadım…
Yazının Devamını Oku

Didier Drogba kısaca Tito

30 Ocak 2013
Beş yaşındayken amcası ile birlikte yaşaması için Fransa'ya gönderilen Didier Drogba, Kara Kıta Afrika'nın umut dolu öykülerinden birine sahip.

Kendisi gibi futbolcu olan amcası ile gözyaşları içerisinde Fransa'ya giden Drogba, yıllarca bir şehirden diğerine göç etmek zorunda kaldı. Öyle ki okuduğu okulların çoğunda tek siyahî çocuk olması ülkesine olan özlemini her geçen gün daha da artırdı.
 
Drogba, ailesine olan özlemi üç yılın sonunda dayanılmaz bir hale gelince  ilk iş olarak ülkesi Fildişi Sahilleri'nin yolunu tuttu.
 
Annesi Tito lakabını verdiği (Yugoslavya Cumhurbaşkanı Josip Broz Tito'ya hayranlığından dolayı) Drogba'nın parklarda top oynamasını istemese de oğlunun bu hareketini takdir etti.

Kısa sürede ailesi işlerini kaybedince Drogba yeniden amcasının yanına dönmek zorunda kaldı. Annesi ve babası da Drogba ile birlikte Fransa'da yaşamaya başladı.

Paris banliyölerinde top koşturmaya başlayan Drogba, Levallois genç takımında kısa sürede şöhreti yakaladı.

Yazının Devamını Oku

Dirk Kuyt'un sırrı

16 Ocak 2013
Dirk Kuyt, babası gibi bir balıkçı olmamak, sevdiği işi yapabilmek için hayatı boyunca çalışmak zorunda kalan bir futbol savaşçısı...

Hollanda'nın sahil kasabası Katwijk'ten çıkan Kuyt, futbol sahalarının "azımsanan" isimlerinden biriydi. Katwijk ile Quick Boys maçları çocukluk yıllarının en büyük futbol heyecanıydı. Tıpkı Liverpool ile Everton'a karşı forma giydiği dönemlerde yaşadığı heyecan gibi...

Cumartesi günleri sahaya çıkar, pazarları ise kendini tamamen tanrıya adardı. Bölgesinde Kuyt soyadını taşıyan insanlar çoğunluktaydı.  Ancak yaşıtları süt ve balıkla o kadar çok beslenmişlerdi ki Dirk, “altın sarısı saçları, sıska vücuduyla”  hemen fark edilirdi.

Quick Boys gibi kötü bir takımdan kimsenin profesyonel sözleşmeye imza atamadığı bir dönemde, Utrecht’e transfer olan Dirk Kuyt kısa sürede takımın vazgeçilmezleri arasındaki yerini aldı. Küçük kasabasını terk etmiş ve sudan çıkmış balığa dönen Kuyt için bu transfer yeni bir kıtayı keşfetmekten farksızdı.

Utrecht'e yeni yeni adım attığı günlerde; "burada adamlar sevgilileriyle birlikte yaşıyor. Hatta çocuk sahibi olduktan sonra evleniyor" sözleriyle şaşkınlığını gizleyemiyordu.

Sürekli çalışan, boş zamanlarını bile yaşam koçu ve fizyoterapisti ile geçiren Hollandalı, yaşadığı düzenli hayat sonucunda 5 yıl boyunca hiç sakatlanmadı. Kuyt, büyük bir yıldız değildi ancak taraflı tarafsız herkes tarafından takdir edilen bir istikrar abidesiydi.

"Van Persie gibi mükemmel bir tekniğe sahip değilim. Ancak bu zamana kadar Hollanda futbolundan öğrendiğim en büyük yetenek mantalite"  ifadeleri Kuyt’ın yıllarca yeşil sahalarda var olmasının en büyük sırrıydı. 

Van Gogh’un, mutluluğu, başarmanın keyfinden, yaratıcı çabanın heyecanından türetmesi gibi kendi yeteneklerini ve sınırlarını bilerek yeşil sahalara Kuyt altın harflerle yazdırdı.

Hollanda’nın rüzgârgüllerinden, Anfield Road yollarına savrulan, İspanyol teknik adam Benitez'den, KOP tribünlerine kadar herkesin gönlünü fetheden bu savaşçı için kariyerinin son durağında geldiği İstanbul, yeni bir meydan okuyuş, Katwijk kumlarında karşı koyduğu çocuklara bir saygı duruşu anlamına geliyordu.

Yazının Devamını Oku

Bir Johan Cruyff hikayesi

4 Ocak 2013
Total futbolun ve Barcelona'nın temel taşlarını oluşturan isimlerin başında gelen Johan Cruyff, Katalonya milli takımını bıraktı.

2009 yılından bu yana Katalonya Milli Takımı’nı çalıştıran Hollandalı, son olarak çıktığı Arjantin maçından zaferle ayrıldıktan sonra verdiği röportajda, “Bu resmi bir maç değildi ama yine de Arjantin’i yendiğinizde görevinizi yapmış olursunuz. Bu herkes için önemli bir mesajdı ve ben de görevimi başarıyla tamamladım” teknik direktörlük kariyerinin son sözlerini söylüyordu.

Cruyff kimilerine göre "saçmalıkların efendisi" kimilerine göre de "her şeyi herkesten daha iyi anlayabilen" bir adamdı.

Chicago'daki bir taksi şoförüne şehre giden en kısa yolu söyleyen, Ian Woosnam'a ritmini değiştirmesi gerektiğini tavsiye eden, ameliyatından önce cerrahıyla operasyon hakkında tartışan hatta çocukları doğduktan sonra onların bezlerini değiştirme konusunda hemşireleri denetleyecek kadar her şeyin içinde olabilen, modern futbolun en ilginç hikayelerinden birinin sahibiydi.

İlginçtir böylesine bir dehanın 12 yaşında okulu bıraktığını kim bilebilirdi?

Seçtiği sözcükler insanı ikna edecek kadar akıl dolu, kendini aşabilecek kadar deha ürünüydü. Kendi dili olan Felemenkçeyi kullanış biçimi bile bilimsel makalelere konu olmuştu.

Hayatı tamamen konuşmak üzerine kurulu olup beceremediği tek şeyin "konuşmak" olduğunu söyleyen, işi bir o kadar ileri götürüp kendi kelimelerini türetecek kadar birikime sahip bir futbolcu ve teknik adamdan çok "filozof" tanımının tam karşılığını oluşturuyordu.

Hayatında farklı bir sayfa açan 65 yaşında Cruyff'u en iyi anlatan isimlerin başında kuşkusuz Henk Davidse geliyordu. Yarım asrı devirdiğinde yaşadığı zamanı 100 yıl olarak betimliyor, hayatını kaleme alan Davidse'yi "artık olmayan bir zihni kutsuyor" ifadeleriyle tanıtıyordu.

Henüz genç ve futbolunun zirvesinde olduğu yıllarda Hollandalı gazetecilerin son okuduğu kitabı dalga geçerek sormalarına rağmen Cruyff, hep aynı cevabı veriyor ve ısrarla "

Yazının Devamını Oku

Malaga'nın Yüksek Mühendisi

12 Aralık 2012
“Nazım’ın yanında biz şair bile olamayız” diyen Pablo Neruda’nın vatanı Şili’den çıkagelen, İspanya futbolunda kendine has duruşuyla farkını gösteren, zarif bir adam;

Manuel Pellegrini…

Malaga, tarihinde ilk kez katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde grup aşamasını lider bitirirken, gözler bu başarının mimarına değil mühendisine yani Pellegrini’ye çevrildi.

Ülkesinde "el ingeniero" yani mühendis olarak tanınan Pellegrini, Malaga’nın grubu lider bitirmesinin yanı sıra namağlup bitirmesinde de başrolü oynayan tek isim oldu. Hayal kırıklığıyla dolu Real Madrid macerasının ardından, iki yıl önce Şeyh Abdullah El-Tani’nin takımı Malaga’nın başına geçen Pellegri’nin neler yapabileceği büyük merak konusuydu.

Barcelona ve Real Madrid tarafından parsellenmiş bir lige, Santi Cazorla, Jeremy Toulalan, Ruud van Nistelrooy gibi yıldızlarla başlayan Pellegrini, ilk sezonunda La Liga’yı dördüncü sırada bitirdi.

Şeyhin kaynakları kısması ve ayak oyunları, başta Cazorla gibi önemli oyuncuların takımdan ayrılması Pellegrini için yepyeni bir macera demekti. Ancak 60 yaşındaki teknik adam bu konularda oldukça tecrübeliydi ve risk almak, zor zamanlarda takım idare etmek onun işiydi.

Isco gibi genç bir yeteneğe sorumluluk vererek takımın yıldızı haline getiren Pellegrini, bu futbolcunun etrafını ise Santa Cruz ve Saviola gibi deneyimli futbolcularla sararak Malaga’nın çehresini değiştirdi.

Artık tek hedefi Devler Ligi’nde kendini ispat etmek olan bu takım için ilk ciddi sınav Zenit maçıydı ve Pellegrini kendi yıldızının performansıyla sahadan üç puanla ayrılan taraf oldu. İşte bu tarihi başlangıç yepyeni bir destanın aslında ilk günleriydi.

Villareal yıllarında istikrarın geçici olmadığının altını elde ettiği başarılarla çizen Pellegrini için Malaga belki bir Milat, belki bir rüyanın gerçeğe dönüşmesiydi.

Yazının Devamını Oku