1996 yılında menajer George Graham’ın transferlerden komisyon aldığı iddiasıyla kovulmasının ardından Arsene Wenger, kulüp tarihinin Britanya dışından ilk hocası olarak göreve getirildi.
Görüntüsüyle teknik direktörden çok “öğretmene” benzetilen Wenger’i kabullenmek Arsenal taraftarı için kolay olmadı. Ancak Fransız teknik adamın kendini ispat etmesi çok uzun sürmedi. Göreve başladıktan bir yıl sonra Arsenal’in beş sezonluk şampiyonluk hasretini dindiren Wenger, Manchester United hegemanyasını da yıkan isim oldu.
FELSEFESİ TAKLİT EDİLDİ
ARSENE Wenger görevde kaldığı 16 yıl boyunca hem Arsenal’in hem İngiliz futbolunun çehresini yeniden şekillendirdi. Önce takımın savunmaya dayalı futbol anlayışını değiştiren Wenger, uyguladığı antrenman programlarıyla Arsenal’e yeni bir sistem getirdi.
Klasik 4-4-2’yi değiştiren ve beklerden hücuma destek veren kanat oyuncuları yaratan Wenger, hızlı paslarla uyguladığı dikine futbol anlayışıyla da tarihin gördüğü en görkemli takımlardan birinin temelini attı. Bu anlayış ilerleyen yıllarda diğer kulüpler tarafından da başarılıyla taklit edildi.
YENİLMEZLER ONUN ESERİ
WENGER’in dünya futbol tarihine bıraktığı en önemli eser ise 2003-04 sezonunda yazıldı. Tek bir mağlubiyet almadan Premier League şampiyonluğunu kazanan Arsenal ülkede “Yenilmezler” lakabını alırken, tüm gözler Wenger ve uyguladığı sisteme çevriliyordu.
Southampton alt yapısından yetişen ve 5 milyon pound karşılığı Tottenham’ın yolunu tutan Bale’in başlangıç hikayesi oldukça ilginç. Bale kariyerine sol bek olarak başlamıştı. Üstelik iyi bir sol bekti. Herkes 3 numaralı formayla Bale’in dünyanın en iyi sol beklerinden biri olmasını bekliyordu. Ama efsane teknik adam Harry Redknapp onda bambaşka bir cevher gördü. Bale, 2010 yılına kadar kendisinden istenen performansı gösterememişti. Ancak yine de eskisi gibi cılız değil, güçlü ve genç bir futbolcuydu. Arsenal ve Chelsea maçlarında öyle performanslar ortaya koymuştu ki, Kuzey Londra’dan ‘Bale’ sesleri yükselmeye başlamıştı.
Maicon’un kariyerine mal oldu
ŞAMPİYONLAR Ligi’nde oynanan Inter-Tottenham maçı ise Bale için milat oldu. Tottenham, Inter karşısında ilk yarıyı 4-0 geride kapamıştı. Herkes ikinci yarıda tarihi bir fark bekliyordu. Ancak beklenen olmadı. Bale sahada Inter’e karşı adeta tek başına mücadele etti. Sahada fırtına gibi esti ve tam üç gol attı. Dünyanın en iyi sağ beki olarak anılan Maicon da o sahadaydı. Bale, Maicon’u adeta sahadan sildi. Maicon, o karşılaşmanın ardından bir daha asla eskisi gibi olamadı.
Okul takımında keşfedildi
Gareth Bale için lise yıllarının ve Gwyn Morris’in ayrı bir yeri vardı. Bale’in muhteşem yeteneğini fark eden Morris, Galli futbolcuyu muhteşem bir atlet haline getirdi. Bale, atletizm şampiyonalarında boy gösteriyordu. Hatta öyle başarılıydı ki, 1500 metre yarışını 5 dakikanın altında koşarak okuluna birincilik kazandırmıştı. Sadece atletizm de değil, rugby, hokey ve futbolda da başarılıydı... Okulun göz bebeğiydi. Ancak Morris, Bale’in sadece iyi bir solak olmasını istemiyordu. Ona topa sol ayakla dokunmasını yasaklamıştı. Driplinglerde solunu tercih ederse, onu cezalandırıyordu. Bale bu sıradışı eğitimiyle, büyük bir yeteneğe dönüşüyordu.
Biraz Messi biraz Ronaldo
DÜNYANIN en büyük futbol yıldızı Lionel Messi’nin büyüme hormonundaki eksiklik nedeniyle tedavi gördüğünü bilmeyen yoktur. Bale’in de hikayesi bu açıdan Messi’ye benziyor. 12-14 yaş aralığında Bale de büyüme problemleri çekiyor Bale’in benzerlik yaşadığı bir diğer yıldız da Cristiano Ronaldo. Dünyanın belki de en hızlı futbolcusu olan Ronaldo gibi büyük bir potansiyele sahip olan Bale, 100 metreyi 11,5 saniyede koşuyor. İki oyuncunun frikik kullanma teknikleri de büyük benzerlik göstermekte.
Bale atıyor, Tottenham yükseliyor
İtalyan şair ve politikacı...
Çoğumuzun Cahit Sıtkı’nın ‘35 yaş şiiri’yle tanıdığı, bildiğimiz ismiyle Dante...
İlahi Komedya’yı yazdığında yıl 1300’ü gösteriyordu ve Dante 35 yaşındaydı...
Yani ömrünün tam ortasında...
Büyük aşkı Beatrice ve gençlik yıllarını kaybettiğinde koskoca 10 yılı geride bırakmıştı...
* * *
Dante Bonfim Costa Santos...
Kendisi gibi futbolcu olan amcası ile gözyaşları içerisinde Fransa'ya giden Drogba, yıllarca bir şehirden diğerine göç etmek zorunda kaldı. Öyle ki okuduğu okulların çoğunda tek siyahî çocuk olması ülkesine olan özlemini her geçen gün daha da artırdı.
Drogba, ailesine olan özlemi üç yılın sonunda dayanılmaz bir hale gelince ilk iş olarak ülkesi Fildişi Sahilleri'nin yolunu tuttu.
Annesi Tito lakabını verdiği (Yugoslavya Cumhurbaşkanı Josip Broz Tito'ya hayranlığından dolayı) Drogba'nın parklarda top oynamasını istemese de oğlunun bu hareketini takdir etti.
Kısa sürede ailesi işlerini kaybedince Drogba yeniden amcasının yanına dönmek zorunda kaldı. Annesi ve babası da Drogba ile birlikte Fransa'da yaşamaya başladı.
Paris banliyölerinde top koşturmaya başlayan Drogba, Levallois genç takımında kısa sürede şöhreti yakaladı.
Hollanda'nın sahil kasabası Katwijk'ten çıkan Kuyt, futbol sahalarının "azımsanan" isimlerinden biriydi. Katwijk ile Quick Boys maçları çocukluk yıllarının en büyük futbol heyecanıydı. Tıpkı Liverpool ile Everton'a karşı forma giydiği dönemlerde yaşadığı heyecan gibi...
Cumartesi günleri sahaya çıkar, pazarları ise kendini tamamen tanrıya adardı. Bölgesinde Kuyt soyadını taşıyan insanlar çoğunluktaydı. Ancak yaşıtları süt ve balıkla o kadar çok beslenmişlerdi ki Dirk, “altın sarısı saçları, sıska vücuduyla” hemen fark edilirdi.
Quick Boys gibi kötü bir takımdan kimsenin profesyonel sözleşmeye imza atamadığı bir dönemde, Utrecht’e transfer olan Dirk Kuyt kısa sürede takımın vazgeçilmezleri arasındaki yerini aldı. Küçük kasabasını terk etmiş ve sudan çıkmış balığa dönen Kuyt için bu transfer yeni bir kıtayı keşfetmekten farksızdı.
Utrecht'e yeni yeni adım attığı günlerde; "burada adamlar sevgilileriyle birlikte yaşıyor. Hatta çocuk sahibi olduktan sonra evleniyor" sözleriyle şaşkınlığını gizleyemiyordu.
Sürekli çalışan, boş zamanlarını bile yaşam koçu ve fizyoterapisti ile geçiren Hollandalı, yaşadığı düzenli hayat sonucunda 5 yıl boyunca hiç sakatlanmadı. Kuyt, büyük bir yıldız değildi ancak taraflı tarafsız herkes tarafından takdir edilen bir istikrar abidesiydi.
"Van Persie gibi mükemmel bir tekniğe sahip değilim. Ancak bu zamana kadar Hollanda futbolundan öğrendiğim en büyük yetenek mantalite" ifadeleri Kuyt’ın yıllarca yeşil sahalarda var olmasının en büyük sırrıydı.
Van Gogh’un, mutluluğu, başarmanın keyfinden, yaratıcı çabanın heyecanından türetmesi gibi kendi yeteneklerini ve sınırlarını bilerek yeşil sahalara Kuyt altın harflerle yazdırdı.
Hollanda’nın rüzgârgüllerinden, Anfield Road yollarına savrulan, İspanyol teknik adam Benitez'den, KOP tribünlerine kadar herkesin gönlünü fetheden bu savaşçı için kariyerinin son durağında geldiği İstanbul, yeni bir meydan okuyuş, Katwijk kumlarında karşı koyduğu çocuklara bir saygı duruşu anlamına geliyordu.
2009 yılından bu yana Katalonya Milli Takımı’nı çalıştıran Hollandalı, son olarak çıktığı Arjantin maçından zaferle ayrıldıktan sonra verdiği röportajda, “Bu resmi bir maç değildi ama yine de Arjantin’i yendiğinizde görevinizi yapmış olursunuz. Bu herkes için önemli bir mesajdı ve ben de görevimi başarıyla tamamladım” teknik direktörlük kariyerinin son sözlerini söylüyordu.
Cruyff kimilerine göre "saçmalıkların efendisi" kimilerine göre de "her şeyi herkesten daha iyi anlayabilen" bir adamdı.
Chicago'daki bir taksi şoförüne şehre giden en kısa yolu söyleyen, Ian Woosnam'a ritmini değiştirmesi gerektiğini tavsiye eden, ameliyatından önce cerrahıyla operasyon hakkında tartışan hatta çocukları doğduktan sonra onların bezlerini değiştirme konusunda hemşireleri denetleyecek kadar her şeyin içinde olabilen, modern futbolun en ilginç hikayelerinden birinin sahibiydi.
İlginçtir böylesine bir dehanın 12 yaşında okulu bıraktığını kim bilebilirdi?
Seçtiği sözcükler insanı ikna edecek kadar akıl dolu, kendini aşabilecek kadar deha ürünüydü. Kendi dili olan Felemenkçeyi kullanış biçimi bile bilimsel makalelere konu olmuştu.
Hayatı tamamen konuşmak üzerine kurulu olup beceremediği tek şeyin "konuşmak" olduğunu söyleyen, işi bir o kadar ileri götürüp kendi kelimelerini türetecek kadar birikime sahip bir futbolcu ve teknik adamdan çok "filozof" tanımının tam karşılığını oluşturuyordu.
Hayatında farklı bir sayfa açan 65 yaşında Cruyff'u en iyi anlatan isimlerin başında kuşkusuz Henk Davidse geliyordu. Yarım asrı devirdiğinde yaşadığı zamanı 100 yıl olarak betimliyor, hayatını kaleme alan Davidse'yi "artık olmayan bir zihni kutsuyor" ifadeleriyle tanıtıyordu.
Henüz genç ve futbolunun zirvesinde olduğu yıllarda Hollandalı gazetecilerin son okuduğu kitabı dalga geçerek sormalarına rağmen Cruyff, hep aynı cevabı veriyor ve ısrarla "
Manuel Pellegrini…
Malaga, tarihinde ilk kez katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde grup aşamasını lider bitirirken, gözler bu başarının mimarına değil mühendisine yani Pellegrini’ye çevrildi.
Ülkesinde "el ingeniero" yani mühendis olarak tanınan Pellegrini, Malaga’nın grubu lider bitirmesinin yanı sıra namağlup bitirmesinde de başrolü oynayan tek isim oldu. Hayal kırıklığıyla dolu Real Madrid macerasının ardından, iki yıl önce Şeyh Abdullah El-Tani’nin takımı Malaga’nın başına geçen Pellegri’nin neler yapabileceği büyük merak konusuydu.
Barcelona ve Real Madrid tarafından parsellenmiş bir lige, Santi Cazorla, Jeremy Toulalan, Ruud van Nistelrooy gibi yıldızlarla başlayan Pellegrini, ilk sezonunda La Liga’yı dördüncü sırada bitirdi.
Şeyhin kaynakları kısması ve ayak oyunları, başta Cazorla gibi önemli oyuncuların takımdan ayrılması Pellegrini için yepyeni bir macera demekti. Ancak 60 yaşındaki teknik adam bu konularda oldukça tecrübeliydi ve risk almak, zor zamanlarda takım idare etmek onun işiydi.
Isco gibi genç bir yeteneğe sorumluluk vererek takımın yıldızı haline getiren Pellegrini, bu futbolcunun etrafını ise Santa Cruz ve Saviola gibi deneyimli futbolcularla sararak Malaga’nın çehresini değiştirdi.
Artık tek hedefi Devler Ligi’nde kendini ispat etmek olan bu takım için ilk ciddi sınav Zenit maçıydı ve Pellegrini kendi yıldızının performansıyla sahadan üç puanla ayrılan taraf oldu. İşte bu tarihi başlangıç yepyeni bir destanın aslında ilk günleriydi.
Villareal yıllarında istikrarın geçici olmadığının altını elde ettiği başarılarla çizen Pellegrini için Malaga belki bir Milat, belki bir rüyanın gerçeğe dönüşmesiydi.