Benitez, gençlik yıllarında futbol, yüzme, basketbol, ??hentbol ve judo ile ilgilendi sayısız madalya kazandı ancak stratejilerini geliştirmek hep daha önemliydi. Askeri strateji oyunları ve satranç her zaman vazgeçilmezi oldu.
İspanyol teknik adamın taktisyenliği, teknik dehası tartışılsa da kariyeri boyunca çalıştırdığı önemli takımlar onun ne kadar vazgeçilmez bir isim olduğunu kanıtlayan en belirgin detaylar oldu.
Dünyanın en büyük futbol vitrini Şampiyonlar Ligi’nde Liverpool ile zirve yaptığı yıllar, AC Milan ile İstanbul’da oynanan finalde tarihin en unutulmaz geri dönüşüne imza atması Benitez’in şöhretine şöhret katmasına rağmen hak ettiği değeri bulmasına hiçbir zaman yardımcı olmadı.
Sadece bir kadın, Benitez’in yürüdüğü bu zorlu yolda rüyalarıyla ona destek verdi;
Montse Benitez…
Benitez’in karısı Montse, İspanyol teknik adamın kariyerinde her zaman ayrı bir yere sahip oldu. Yaklaşık 10 yıl önce Montse gördüğü bir rüya ile Benitez’in hayatının çehresini tamamen değiştirdi.
İspanyol teknik adamın Valencia’yı çalıştırdığı yıllarda, Montse rüyasında kocasının UEFA Kupası’nı kazandığını görür. Bu rüyasını Benitez’e anlattığında ise bir türlü inandırıcı olamaz. Ancak aynı yıl rüya gerçek olur ve Benitez Avrupa’nın en değerli ikinci kupasını kaldıran teknik adam olur.
İspanya’da “sanatçı, deha ve sihir” deyince akla gelen ilk futbolcu kuşkusuz Andres Iniesta…
Kendine özgü futbol stiliyle ayrı bir klasmanda yer alan Iniesta, Levante karşısında alınan 4-1’lik galibiyette, attığı 1 gol ve 17 dakikada yaptığı 3 asistle sahanın yıldızı oldu.
10.yılını kutladığı Katalan ekibinde futbolun asıl mutfağının orta saha olduğunu gösteren Iniesta, mükemmel top tekniği, inanılmaz dönüşleri ve adrese teslim paslarıyla kendi sınıfını yaratan yeşil sahaların en özel adamlarından biri.
Geriye dönüp baktığında çok şey başarmış bir adam olmak isteyen ve kişisel tarihinde görmek istediği tek şeyin futbol olduğunu söyleyen Iniesta için en doğru tanımı Albert Benaiges yapmıştı;
“Dünyanın en iyi beş oyuncusu arasına girdi ama çok daha önemlisi, her zaman Albacete’den gelen nazik ve basit Andres olarak kaldı”
Don Kişot'un memleketi Albacete’den çıkan, metroda seyahat eden, hayranlarıyla birlikte sinemaya giden, şampiyonluk primini zor durumdaki insanlara bağışlayan, sade bir düğünle evlenen, neresinden tutarsanız tutun "kusursuz" bir kimliğin tam karşılığıdır Iniesta.
Geldiği yeri unutmadan, futbolun en sade şeklini kendi zarafetiyle birleştiren Iniesta, Barcelona senfonisine unutulmaz, bir daha çalınamaz tınılar katarken, “bir insanın hayatının ikinci yarısı, ilk yarıda kazanılan alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir” diyerek Tolstoy’a selam göndermeyi de hiçbir zaman unutmadı.
Bu anlamlı günde Manchester United takımı başta olmak üzere, Bryan Robson, Ole Gunnar Solskjaer, Eric Cantona ve Ruud van Nistelrooy gibi çok önemli futbol efsanesi de açılışın önemli konukları arasındaki yerini aldı.
Tören sırasında FİFA Başkanı Sepp Blatter, Arsene Wenger,Jose Mourinho,Cristiano Ronaldo, Paul Scholes, David Beckham birçok önemli ismin kariyerinde 37 kupa kazanan Ferguson için yaptığı konuşmalar Old Trafford Stadı’nın etrafını saran binlerce insan tarafından seyredildi.
Dünya futbolu içinde yer alan herkes için “Ferguson” ismi bambaşka anlamlar ifade ediyordu. Giggs için “baba”, Wenger için “efsane”, Mourinho için “patron” olan Sir Alex’i anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalıyordu.
Efsanesinin anlamı yaşarken değer bulan Ferguson, yüzündeki tebessümle gözlerindeki yaşları gizlemeye çalışsa da yağan yağmur kendisinin en büyük kamuflajı oldu.
Hayatı boyunca en sevdiği kitap Robert Louis Stevenson’un unutulmaz eseri Define Adası olan Ferguson’un kahramanı küçük Jim Hawkins’ten başkası değildi.Belki de Glasgow’un o küçük sahillerinden ayrılıp dünyanın en büyük hazinesini keşfetmesi gibi Hawkins’in hikâyesinde de kendisini gördü.
Tam çeyrek asır içindeki o küçük çocuğu hiç öldürmeden, kendi hazinesini Old Trafford Stadı’nın çimlerinde yarattı, Alexander “Chapman” Ferguson…
Barcelona futbol okulu antrenörlerinden Isaac Guerrero ile birlikte AVEA sponsorluğunda Antalya’ya gelerek Türkiye’nin genç yıldızlarıyla birlikte kamp yapan Moratalla ve ekibinin bu spora ne kadar farklı gözlerle baktığını görmek gelecek için umutlarımızın sönmediğinin en güzel örneklerinden biriydi.
Türk futbolunu ve geleneğini tanımak istediğini söyleyerek sözlerine başlayan Moratalla, genç kuşaklara hayal satmanın yanlış olduğunu savunuyordu.
Amaçlarının bu kısa süre zarfında tüm çocukların kamptan “güzel anılarla” ayrılmasını istediklerini söylerken samimi, çocuklarının iyi birer futbolcu olmasını isteyen ailelere sizin çocuğunuz “harika” ya da “kötü” demekten kaçınan sadece “hayat ne getirir bilinmez” diyecek kadar da realist bir futbol adamıydı. Sadece “paylaşmak” ve küçük çocuklara bir şeyler aktarabilmek en büyük dilekleriydi.
Barcelona alt yapısında futbolculara nasıl yaklaşıyorsa aynı hassasiyeti Antalya’nın yeşil çimlerinde göstermeye devam ediyordu 54 yaşındaki teknik adam. Yapamamak ya da başarısızlık onlar için bir futbolcuyu yüz üstü bırakma nedeni değildi.
Barcelona’nın sırrı da aslında burada yatıyordu. Bir pozisyon hatası, kaçan bir penaltı ya da maçı kaybettirebilecek bir hata Barcelona futbol okulunda oyuncuyu kaybetmekten çok daha değersizdi.
Moratalla; farkındalığın futbolda ne kadar önemli olduğunu, “dünyanın en iyi alt yapı okulunda yapılacak bir hata ile o futbolcuyu silersek gelecek nesillere kendimizi nasıl inandırabiliriz” sözleriyle vurguluyordu.
Unutulmaya yüz tutan ve Messi ile yeniden hatırladığımız “alçakgönüllülük” kavramının aslında Barcelona’nın tüm genlerinde var olduğunu bu ekibi tanıdıkça insan daha da iyi anlıyordu.
Doğuştan ayak bilekleri olmayan 11 yaşındaki Brezilyalı Gabriel için bile
Bu hafta sonu sahasında Sivasspor’u ağırlayan Orduspor taraftarları ''Ordu Okuyor'' kampanyası kapsamında tribünde kitap okudu. Tıpkı Arjantin ve Brezilya’da olduğu gibi.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 2008 yılında başlatmış olduğu 'Türkiye Okuyor' kampanyası kapsamında 'Ordu Okuyor' kampanyasını başlatan Ordu Valisi Orhan Düzgün'ün projesi gerçekten takdire şayandı.İl Milli Eğitim Müdürü Nevzat Türkkan, Ordu teknik ve endüstri meslek lisesine mensup öğretmen ve öğrencilerin arasında yerini alarak kitap okuyarak bu kampanyaya destek verdi.
Onların bu anlamlı hareketi, “Sahi bizim maçlarda devre aralarında kitap okuyana rastladınız mı” sorusuna güzel bir cevaptı.
Ordu Valisi Orhan Düzgün, başarılı gazeteci Serhan Asker’in anılarından yola çıkarak kaleme aldığı yazısındaki bu önemli mesaja kulak vererek genç öğrencilerin ülkemizdeki futbol seyircisine de örnek olmasını sağladı.
Ordu’nun dereleri yukarı akar mı bilmem ama böyle pırıl pırıl gençler sayesinde, bir futbol şehri olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Ordu, tribün kültürümüze de liderlik edeceğe benziyor.
Darısı diğer taraftarlarımızın başına…
Geçtiğimiz sezon kaptan John Terry’nin, QPR futbolcusu Anton Ferdinand’a söylediği ırkçı sözlerle başlayan süreç, mahkemeye kadar taşınmış, her ne kadar yıldız futbolcu aklansa da federasyonun hışmından kaçamamıştı. Maç yasağı ve para cezasının yanı sıra, milli takım kaptanlığı da elinden alınan Terry gibi bir örnek Ada futbolunun imajını oldukça sarstı.
Tüm bu çirkinlikleri aşmak isteyen İngiltere Futbol Federasyonu düzenlediği bir kampanya ile birbirine ırkçı söylemlerde bulunan ve küs durumdaki futbolcuları tokalaştırıp olayların önüne geçmek istese de başarılı olamadı.
Kampanya dâhilinde giyilmesi gereken tişörtleri başta “siyahî” oyuncular samimiyetsiz buldukları için reddederken, gerginlik bu kez tribünlere sıçradı.
Pazar günü Chelsea ve Manchester United arasında oynanan lig maçı 3–2 Kırmızı Şeytanlar lehine sonuçlanınca karşılaşmanın ardından inanılmaz iddialar ortaya atıldı. Müsabakada iki kırmızı kart ve hatalı bir gole hükmeden hakem Mark Clattenburg’un, Chelsea’nin başarılı futbolcusu Obi Mikel’e “maymun” dediği iddia edildi.
Konu hakkında soruşturma başlatan federasyon, henüz bir sonuca varmadı ancak olaylar bu kez Çarşamba akşamı oynanan Lig Kupası maçına yansıdı. Ligdeki mağlubiyeti hazmedemeyen Chelsea taraftarları “ırkçı hakeminiz nerede” sloganlarıyla tribünleri inletirken, Manchester cephesi ise “ırkçı kaptanınız nerede?” şeklinde cevap verdi.
Ancak bir pankart vardı ki oldukça dikkat çekiciydi;
“Chelsea, Pazar gününden bu yana ırkçılığa karşı”
Gerçekten, Chelsea kulübünün ırkçılıkla ilgili sorunu neydi?
Brezilyalı futbolcu tam 120 dakika içinden geçenleri ve yaşadıklarını düzenlediği bir basın toplantısıyla dile getirdi. Aziz Yıldırım'ın bir internet fenomenine dönüşen "Samet"li açıklamalarına rağmen...
Alex insanların kafasında yaratmak istediği algıyı ve etkiyi yaptığı sunumla iki saatlik süre zarfında fazlasıyla başardı. Girişinden kurgusuna kadar kullandığı tüm argümanlar Alex'i destekleyen bir anlatım içindeydi. Başlangıcından sonuna kadar taraftara dokunan, samimiyetten ödün vermeyen ancak sahadaki kadar profesyonel bir Alex vardı.
Brezilyalı futbolcu, Aykut Kocaman'ın unutulmaz sözü "3 Temmuz sürecini” her türlü zorluğa rağmen "gemisini terk etmeyen kaptan" imajıyla perçinlerken, aile babası figürüyle bir kez daha taraftarın gönlünde taht kurdu.
Takımın başarısının kendinden daha önemli olduğunun, sekiz yıl boyunca yaşanan tüm çatışmalara rağmen saygıyla yola devam ettiğinin altını kalın puntolarla çizdi. Samet'e ettiği teşekkürden, ilk kez bu kadar çok ağladığına dair tüm detaylar televizyonları başında Alex'i izleyen tüm Fenerbahçe taraftarlarına işledi.
Alex daha toplantının başında reçeteyi vermişti. İçindekilerden, yan etkilerine hatta etkin maddesine kadar anlatacağı her şeyin prospektüsünü yazmıştı.Etkin maddesi kişisel güven olan ve tamamını bu kavram üzerine kurduğu toplantıda, kendisini en ön sıradan izleyen eşiyle aile imajını bir kez daha vurgulayan Alex, kendisini çocuğu üzerinden takımı provoke etmekle suçlayan Aziz Yıldırım'a da cevabını "ben zaten hep aile babasıydım. Böyle şeylere ihtiyacım yok" diyerek vermiş oldu.
Mağduriyetini hiç ajite etmedi. Gelişi güzel konuşmalar ve hikayelerle kafaları kurcalamadı. Hatalarını,doğrularını, günahlarını ve sevaplarını açık sözlülükle dile getirdi. Sıkıntılı olduğu her halinden belli olsa da kimseye saldırmadı ve insanlara kendisini tarafsız bir gözle değerlendirme şansı verdi.
Kısacası Alex de Souza, sekiz yıl boyunca tanıdığımız Alex'in dışına hiç çıkmadı. Taraftarın gönlünde taht kurduğu 10 numaralı forma bir kez daha 10 üzerinden 10 aldı.
Kendisinin de dediği gibi, "Fenerbahçe bir oyuncu kaybetti ama bir taraftar kazandı"
Bir dönem Avrupa’da fırtına gibi esen, Karl-Heinz Körbel, Jürgen Grabowski, Bernd Hölzenbein, "Jay-Jay" Okocha ve Anthony Yeboah gibi unutulmaz futbolculara forma giydiren, Real Madrid ile 1959–60 sezonunda Şampiyonlar Ligi finali oynayan ancak Puskas-Di Stefano ikilisini durduramayan efsane takım küllerinden yeniden doğmaya çalışıyor.
2010–11 sezonunda küme düşen ve geçtiğimiz sezonu ikinci olarak bitirerek yeniden Bundesliga’nın yolunu tutan Frankfurt, deneyimli Alman teknik adam Armin Veh yönetiminde yeni bir kimliğe büründü.
İkinci ligin ilk 15 haftasında mağlubiyet yüzü görmeyen Armin Veh ve talebeleri yeniden döndükleri Bundesliga’da benzer bir tabloyu çizecek gibi görünüyorlar.
Oynadığı 6 maçın 5’ini kazanan, birinde son şampiyon Dortmund ile 3–3 berabere kalan ekipte, Japon futbolcu Takashi İnui, Alman futbolcular Alexander Meier ve Stefan Aigner şu ana kadar kaydedilen 16 golün 10’una imza atarken, orta sahadaki kreatif yetenekleriyle de ön plana çıkıyorlar.
Ancak takımda öyle bir isim var ki daha şimdiden dev kulüpleri peşine takmayı başardı.
Sebastian Rode…
Rode, Alman futbolunun gelecek vaat eden futbolcularından biri olarak gösteriliyor ve hakkında “işlenmemiş maden” benzetmeleri yapılıyor. 21 yaşındaki başarılı futbolcu bu sezon tüm maçlarda görev alırken, orta sahadaki dinamizmi ve yüksek top tekniğiyle büyük bir yıldız olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. İki yıl boyunca Frankfurt’tan ayrılmayacağına dair söz veren Rode’nin en büyük hayali Şampiyonlar Liginde boy göstermek.
İşte başarıya aç, kendini ispat etmek isteyen oyuncular ve dünyaca ünlü “Hey Eintracht Frankfurt” tezahüratıyla tanınan taraftar grubuyla Kırmızı Siyahlılar bu sezon Commerzbank Arena’yı daha çok sallayacağa benziyor.