Biri “Çocuk istismarı”, öteki de “Boşanmalardaki artış” ile ilgili çalışmakta bu komisyonların.
Meclis araştırma komisyonlarının pratikte bir yaptırım gücü yoktur belki, fakat bu konuda engin deneyim sahibi gazeteci arkadaşımız Nuray Babacan’ın deyişiyle “siyasi bellek oluşturmak” açısından önemli bir yapıtaşıdır mesela.
Ne yapar bu komisyonlar? Partilerin ağırlıklarına göre temsilci verdikleri 15 kişilik komisyon, araştırılacak konu başlığıyla ilgili 3 ay çalışır (1 ay da ek süre alabilir), ilgili gördüğü kişileri davet edip dinler ve neticede bir rapor hazırlar.
LİMON YALAMA ETKİSİ
Annesinin “Saraydan çıkma” olduğunu söyleyen bu ilginç ve tatlı ihtiyarın eski İstanbul ağzı ile konuşması hâlâ kulaklarımda.
Rahmetli anneannemle hem sürekli didişir hem de birbirlerinden vazgeçemezlerdi; küslükleri iki çay demlenmesi arasında uçup giderdi.
Yaşanan hadiselere verdiği abartılı tepkileri eğlendirici bulan komşuları (başta anneannem) Şeymaaanımteyze’yi korkutmaya bayılırdı.
KİM ONLAR ANAANE?
Rahmetli Tekin Aral, adı aklına gelmeyen (nasıl olduysa artık, hafızası kuvvetliydi Tekin Abi’nin) eski bir Hollywood filmini sormuştu, benim de doğru cevap vereceğim tutmuştu.Çok hoşuna gitmişti cevabı hemen verebilmem Tekin Abi’nin, ben de kendimce gururdan şişinmiştim...
Aradan birkaç hafta geçti, telefon çaldı, karşıdaki davudi ses “Kanat orada mı?” diye sordu.“Buyurun, ben Kanat” dedim, “Oğuz Aral ben. Sen her boku biliyormuşsun, öyle dediler. Söyle bakalım...” diyerek o da cevabını zaten bildiğini hemen anladığım küçük bir sinema sorusu yöneltti.
Oğuz Aral’ın sesini ilk kez o gün duydum, cevabı bildiğim için beni akşam Hürriyet’in zemin katında geyiklerin harman olduğu bara davet etti.
Çocukluk, öğrencilik yıllarında haftanın günlerini sayarken o kahkaha makinesi derginin bayilere ulaştığı günü “Gırgır günü” olarak anan kuşaktandım.
Bayram tatilini İstanbul’da işimin gücümün başında geçirdikten sonra “Herkes geldiyse bana müsaade...” diyerek iznimi kullandım ve yola koyuldum.
Hedefim ilk ziyaretimi geçen yıl gerçekleştirdiğim köklü ve pek çok bakımdan orijinal müzik organizasyonu Montreux Jazz Festival’da yaklaşık bir hafta takılmaktı.
Neil Young, Santana, Max Jury, Lana Del Rey, Marcus Miller, Santana, Haelos, Daughter, Grimes, Floating Points, Four Tet, Kiasmos, Dewolff tarzında gelişen yüklü bir programı tamamladıktan sonra Dweezil Zappa ve Deep Purple’la kapanış yapıp 17 Temmuz’da da İstanbul’a dönecektim.
Neticede olaylar üç aşağı beş yukarı böyle gelişti ama son iki gün tahmin edebileceğiniz nedenlerden dolayı farklı ve tatsız bir şekilde tamamlandı. Dönmeye çalışıp dönememek vesaire, içinden darbe ve çaresizlik hissi geçen bir festival deneyimi yaşamış oldum neticede... Yine de “Bizi müzik iyileştirir” diyerek MJF’yi anlatayım...
***
Askeri lise öğrencisinden generallere kadar açılan yelpazede ordu mensubu var...
İlkokul öğretmeninden profesörlere kadar eğitimci var...
Alt kademe memurdan üst düzey bürokrata kadar “sivil” devlet görevlisi var...
Savcı var, hâkim var, her dereceden yargı mensubu var...
Travmayı hâlâ iliklerine kadar hisseden ülkenin bugünden yarına normalleşmesini beklemek gerçekçi, mantıklı bir yaklaşım olmaz.
Bu hıyanete soyunanların zerre kadar izi kalmayacak şekilde tasfiye edilmesi, hukuk çerçevesinde en ağır şekilde cezalandırılması şarttır, bir tereddüt yaşamadan desteklenmelidir.
Bu darbe kalkışması sırasında birbirine zıt siyasi görüşlerin ortak tavır göstermesi, demokrasinin yanında saf tutması umut vericidir.
Peki bu tarihi ve büyük kırılmanın sonrasında yarınların Türkiye’si için -yeni bir başlangıç şansı da yakalanmışken- ne yapılırsa, neler yapılırsa iyi olur?
Son olarak mart ayında dönemin Başbakan Yardımcısı pozisyonundaki Yalçın Akdoğan’ın açıkladığı rakama göre 282 bini geçici barınma merkezlerinde olmak üzere yaklaşık 3 milyon Suriyeli bulunuyordu Türkiye’de.
Bu konunun, ırkçılığın daniskası “Suriyelileri istemiyoruz” çıkışmasıyla veya “Vatandaşlık verelim, TOKİ’lere yerleştirelim” kolaycılığıyla çözülmeyeceği aşikâr.
Yine de hatlar kabaca “Suriyelileri istemiyorum çünkü Erdoğan istiyor” ve “Reis istiyor ben de istiyorum” noktalarında çekilmekte.
RAPORLAR NE DİYOR
Uzun tatili fırsat bilip su kenarına inen milyonların gidiş çilelerinin dönüş versiyonunu hep beraber izliyoruz; hepsine sabırlar, kolaylıklar, açık yollar, kazasız belasız yolculuklar dilerim.
Yarın çoğu işbaşı yapmış olur. Onları yanık tenlerinden, “Beach’de locamız olacaktı” şeklinde sabitlenmiş şaşkın bakışlarından filan kolayca tanıyabilirsiniz.
Muhakkak hepsi “bi eğlendi, bi dinlendi ki sormayın” ama kim bilir, belki bazılarının başına da şunlar gelmiştir:
Polis barikatına takılmış olabilirler mesela...