Paylaş
Rahmetli Tekin Aral, adı aklına gelmeyen (nasıl olduysa artık, hafızası kuvvetliydi Tekin Abi’nin) eski bir Hollywood filmini sormuştu, benim de doğru cevap vereceğim tutmuştu.Çok hoşuna gitmişti cevabı hemen verebilmem Tekin Abi’nin, ben de kendimce gururdan şişinmiştim...
Aradan birkaç hafta geçti, telefon çaldı, karşıdaki davudi ses “Kanat orada mı?” diye sordu.“Buyurun, ben Kanat” dedim, “Oğuz Aral ben. Sen her boku biliyormuşsun, öyle dediler. Söyle bakalım...” diyerek o da cevabını zaten bildiğini hemen anladığım küçük bir sinema sorusu yöneltti.
Oğuz Aral’ın sesini ilk kez o gün duydum, cevabı bildiğim için beni akşam Hürriyet’in zemin katında geyiklerin harman olduğu bara davet etti.
Çocukluk, öğrencilik yıllarında haftanın günlerini sayarken o kahkaha makinesi derginin bayilere ulaştığı günü “Gırgır günü” olarak anan kuşaktandım.
POLİSİYE BİR VAKA
Yetiştirdiği mizahçıların önemli bir bölümü tanışım, arkadaşımdı. Efsanelerini duyarak büyüdüm desem yeriydi. O efsanelerden zihninde oluşan imaj “çok zeki, disiplinli bir öğretmen” idi.Yani tırsmam için gerekli zemin vardı.
Barda biraz “Nesin, necisin?” soruları sorduktan sonra konu “filmi yapılan polisiye romanlara” geldi.Hatta tam olarak Dashiell Hammett’a ve ‘Malta Şahini’ne geldi. Huysuz (yani Ovuzabi) kitabın başkası tarafından yazıldığı konusunda ısrarcıydı ama ben de yazarın Hammett olduğundan emindim.Bir peçete istedi, üstüne kendi iddiasını yazdı, benim de kendi iddiamı yazmamı istedi. Yazdım ve imzaladım. Bardan iki şahit buldu, onlara da imzalattı hatta.
“Ne yapacağız abi bu peçeteyi?” diye sordum. “Bir maaşına iddiaya girdik” dedi. “Benim maaş seni kesmez abi, hem seninle iddiaya girmek haddim değil hem de kazanacağımı bildiğim iddiaya girmek biraz ayıp” dedim.
Yarım saat sonra filan “Sen haklısın” dedi durup dururken, “Malta Şahini Hammett’ın kitabıydı...”
Tabii ki maaşını istemedim ama peçeteyi hatıra olarak alıp saklamak istediğimi söyledim.
Hâlâ ‘Malta Şahini’nin içinde durur...
LAKERDA ELBETTE TORİK
Zamanla aramızda benim onu sorularımla ve “Bak abi karikatür çizdim” zevzekliklerimle delirttiğim (“Elini kırarım, yeteneksiz herif!” derdi) onun da beni kimi zaman kıyasıya eleştirdiği kimi zaman överek gururlandırdığı bir ilişki oluştu ve tuhaf, çok güzel bir dostluk doğdu.
İçim karardığında, canım sıkıldığında, sorunlarım boyumu aştığında Mecidiyeköy’de oturduğu dairede, pencerenin kenarındaki koltukta, karşısında bulurdum kendimi.İçinden en çok müzik ve çizgi roman geçen ama hayatı, kadınları, arkadaşlıkları, mesleği, özetle bizi yapan ve yıkan şeyleri konuştuğumuz günler geçirdik.Bazen sabahın köründe o arardı “Gelsene” diye, bazen ben arardım “Geleyim mi abi?” diye.Lakerda severdi.
Torik olacak elbette. Beyoğlu Balıkpazarı’ndan lakerdayı alıp giderdim. Sigara tuttuğu elini şakağına dayardı ve Karagöz ile Hacivat’tan girip Alex Raymond’un çizgi romanlarından çıkardı.Bağlama çalardı bazen çok keyfi yerindeyse ve iyi yemek yapardı.
ÇORBAYI BENCE O YAPTI
Bir keresinde “40 yıl önce rakı nasıl içilirdi” gecesi için evine çağırmıştı gazeteden bir ekibi.
Hazırladığı mezeleri “Bu Antep işidir, bunu İstanbullu Ermeniler bilir; bunu ya Rum’dan ya benden yiyeceksin...” diye diye birer lokmalık onlarca meze sundu, finalde de işkembe çorbası tutuşturdu elimize.
“Çorbayı da mı sen yaptın?” diye sordum, yüzüme bakıp gülmüştü, ben de bunu “Herhalde ben yaptım” şeklinde geçirmiştim hafıza kaydına.
Sonraları o geceyi başkalarına anlatırken çok etkilendiğim bu hadiseyi “Ovuzabi işkembe çorbası bile yapmıştı” diye anlattım.
Bir gün, bir bayram günü evinde başka misafirler de varken yine anlatmaya başladım.
Huysuz dayanamadı:
“Ulan saf çocuk! Manyak mıyım ben işkembe çorbası yapacağım, çorbacıdan getirtmiştim” dedi kahkahayı patlatarak.
İçimde bir yerde o çorbayı hâlâ onun yaptığına inanırım.
KIPIRDAMADAN SEYAHAT
Yerimizden milim kıpırdamadan seyahat planları yapardık.
Berlin’e gidecektik, oradaki evini gösterecekti.
Londra’daki “düşmüş boksörler barında” takılacak, bir de olimpiyat izleyecektik yerinde.
Amerika’ya gidip yerli kardeşlerimizle “Ne olacak yahu bu Manitu’nun hali?” sohbeti yapmaya var mıydık?
Vardık tabii.Hiçbirini yapamadık, zaten sohbetini seviyorduk, yola çıkmaya üşenirdik...
Oğuz Aral’ı, ‘Ovuzabi’yi, Huysuz İhtiyar’ı kaybedeli 12 yıl oldu; daha doğrusu iki gün sonra 26’sında 12 yıl dolacak...
Giden akrabaları, büyükleri, kaybedilen arkadaşları hatırlıyor ve özlüyor insan.
Ama sanırım en çok onu özlüyorum, onu anıyorum ve onun ağabeyliğine, dostluğuna, aklına, fikrine, zımba gibi mizahına ihtiyaç duyuyorum.Hele bu kasvetli günlerde, hele böyle günlerde...
Paylaş